İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ula fılle*, hoş geldin!


Yervant Bostancı eski komşusu Gulé Baci ile.

ŞEYHMUS DİKEN

Yaklaşık yedi yıl kadar önceydi. Knar grubunun “Lir” albümünü döne, döne dinlemiştim. Dinlemekle kalmamış, üzerine bir yazı da döşenmiştim. Albümü dinlediğimde önce beni Diyarbekir türkülerinin Ermenice yorumu vurmuştu. Bu kadar sağlam yorumu, ancak içerden biri, bu şehri kadimi iliğine kadar yaşayan biri yapabilirdi. Tanımadan yazmıştım onu, Yervant Bostancı’yı! Diyarbekir halayını “Es kişer hampartsum e” olarak ünlemişti hemşehri Yervo! “Bağn inç e bağcan inç e, hele hele ninnaye. / Axçik ku sevdan inç e, hele yar hele yar ninnaye” demişti. Demişti de! Ben de ona sankime dünegin Diyarbekir’den ayrılmişsan lo, héç merak etmiyesen, bağ da yerinde bağça da. Yalavuz Axçikın sevdasi birez buruk, xeberın ola, diye yazadurmuştum.

Ardından yıllar geçti. Yılanlı, akrepli sevdalı şehir yeni sevdalara gebeydi. Ve bir festival vardı haziran sıcağında. Taa New York’lardan yanına Sezar Avedikyan’ı katarak Yervant kirve bizlere gelmişti. Sabahın erinde havaalanına karşılamaya gittim. Karşıdan saçsız ayna gibi parlayan başı ile görününce “Ula fille, hoş geldın” dedim. Ne de olsa bizimkiydi. Gitmişti ve dönüyordu işte.

Gavur mahalleli

Sonrasında adım, adım sokaklardaydık Yervant Bostancı’yla. 28 yıl önce memleketi Diyarbekir’den ayrılmıştı. Hatun’dan doğma puşici Yakup ustadan olma özbeöz “Gavur mahalleli”, benim mahallelim, terki diyar etmişti bu diyardan. 2004’ün Haziran’ında Hasırlı mahallesi Karadeniz sokağı 27 nolu evine doğru yol alırken “Şéxmus abé, üregım pır pır édi” diyordu. Bazalt taşlı dar küçelerde yürürken; “Aşkı da, kavgayı da, sevişmeyi de bu mahallede, bu şehirde öğrendim” diyordu Yervant.

İlkokulu tam da Mardinkapı’nın Keçi Burcuna karşı Alpaslan İlkokulu’nda okumuş. “Sesim güzeldi. Her fırsatta okurdum, şarkı, türkü baş tacımdı. Hatta ilk nota derslerimi o zaman muhtar olan Hüsnü İpekçi ustamdan almıştım. Sonra devamını Zaven Özatmacıyan ağabey tamamlamıştı. İlkokul ikideyken bir gün mahallenin büyükleri beni yakalayıp sesim güzel diye ezan okuttular. Sonra da diğer çocuklara bastılar küfürün katmerlisini, hem de beni göstererek; ula halızdan utanın. Baxın gavur söli, sız bılmisiz'”

Sonra Leylek bahçesi, Merheli köşesindeki evinin yerini bulduk. Yıkılmıştı! 25’ten 29’a atlıyordu kapı numaraları. Ama 27’nin yerinde koca bir arsa. Evin taşı bile yoktu. Ve bir hüzün kapladı hepimizi, ev yoktu. Sonra mahalleliler toplandı başımıza, tanıyanlar çıktı Yervant’ı. Ve Yervant’ınki o andan sonra sanki mahallelilere bir göndermeydi. Hem de onların diliyle: “Ay lé dilé min, dilé min. / Baran é şil kir cilé min. / Felek é xira kir mala min”(1)

“28 yıl önce uzak diyarlara göçmüştüm, ama yüreğim sizinleydi” diyordu Yervant. Sonra da elinde uduyla sırtını surlara yaslayıp ses oluyordu. “Roj é kî min dur ketî / Kîrîn ketî can a min”(2). Ve Diyarbekir’lice sitem ediyordu, kendisini, eşi ve oğluyla birlikte dinlemeye gelen çocukluk arkadaşı Nizam’a; “Helal olsun cirano, ma ben evimi sahan béle bıraxmiştım?..”

Udi Yervant

Ama acıydı işte bazen insana kalan. Yıllar sonra karşılaşılan ana dostu Gulé baci kucaklaşıp hasret gideriyordu Yervant’la. “Sizler gittiniz, bizler kaldık oğul. Kaldık da ne oldu. Bak benim evim de yıkılıyor, gör işte” diyordu. Sanki gidişle ilgili “Kî neheqe, xwedé nehéle”(3) demeye getiriyordu. Sonrasında onca sevgi çok geliyordu Yervo’ya. Surlardan güç alarak dokunuyordu udunun tellerine. Ve hançeresinden gelen olanca davudi sesiyle sevgi seline ses veriyordu. “Ne béle sevgi ola, ne béle ayrılıxlar” derken o da, mahallelileri de gözyaşlarını tutamıyorlardı.

“Çocuktum, yoksulluk işte param yoktu. 10 yıl boyunca eski bir cümbüşü tınlatarak yetindim. Sonra uda döndüm”. Şimdi Udi Yervant Bostancı’ydı artık o. Dar küçelerde yitirdiği yarini arıyordu. Uduyla ünlüyordu sesini; “Yılana bax yılana / Çıxmiş daği dolana. / Ben yarımi yitirdim / Bin altun var bulana”. Ama bulamıyordu kaybettiği sevgilisini. Karşısına çıkan acı bir yoksulluk ve de yoksunluktu. Ama ona belki Amerikalarda bile söyleten bu sevda Diyarbekir sevdası olarak çıkıyordu karşımıza, hem de kendi özgün sözleri ve bestesiyle “Diyarbekir, dansımız budur / Yolumuz serxoşlar yoludur / Ben u Sen bir gelir, bir kaybolur / Ay bile selama durur” diyesiydi. Diyesiydi de! Belki sevgili, simasını bile unutmuştu Yervant’ın. Unutmuştu da, Yervant da farkındaydı, o günün akşamı eski bir Diyarbekir evinde Lebeni’de dostlar arasında unutuluşun. Dökülen saça göndermeydi bu kez ses biraz da ironik; “Buralarda yar seven / Ölmezse keçel olır”du.

Geldi Yervant Bostancı. 28 yıllık ayrılıktan sonra binler yıllık kadim Diyarbekir surlarının Dicle’ye karşı güney cephesi Leylek bahçasında sesiyle ses kattı mahallelilerine, hemşerilerine. Ona yol veren Dicle, Kırklar Dağı, Karacadağ, Surlar, yitik mahalleler, evler, göçmüş/göçertilmiş hemşeriler, adetler, aşklar, yarenlikler de tanıktır ki hayattan tad alabilmenin bir yolu da eski hemşerileri bulup buluşturmaktan geçiyor. Belki de bugün Yervant’a düşen; “Kirîvo çima naçî Dîyarbekir a şewitî / Mehkema wenakî.”(4)

*. Fille: Kürtçe’de Hıristiyan, biraz daha kaba haliyle Gavur demek.

1. Ay gönlüm, gönlüm. Yağmur ıslattı giysilerimi. Felek de yıktı evimi.

2. Ne zaman ki uzaklara düştüm, acı düştü bedenime.

3. Kim haksızsa Allah ona koymasın

4. Kirve, neden yanmış yakılmış Diyarbekir’e gidip mahkeme (dava) açmıyorsun.

Yorumlar kapatıldı.