İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Dil politikası mı, politikanın dili mi?

ERSİN ERKAN

TRT, “Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerdeki” yayınına Radyo 1 ve TRT 3’te başladı. Kullanılan diller Boşnakça, Arapça, Kirmanca, Çerkezce ve Zazaca şimdilik. Böylelikle Türkiye, yasaklayıcı dil politikasından (sınırlı) düzenleyici dil politikasına geçiş yolunda çok önemli bir adım atmış oldu. Ben bu yazıda önce devletin dil politikasının olası komplikasyonları üzerinde duracağım. Ardından dilsel haklar ve dil politikası konusunda devletçi ve bazı Kürt aktivistlerinin kullandıkları katı ve kapanmacı politik dile eleştiriler yönelterek çoğulculuğa açık ve tartışmacı bir politik dilin varlığının neden önemli olduğunu ele alacağım. Kürt sorunu ve AB ile ilişkiler ise bu tartışmanın elbette göbeğinde…

Geleneksel dillerin (Bundan böyle ‘anadil’ tanımlamasını kullanacağım) önce özel kurslarda öğretimine izin verilerek ve ardından şimdi TRT’nin anadil yayınıyla hükümet, AB uyum yasalarının (2002 Ağustosu’nda Parlamentoca çıkarılmış) uygulamasında bir adım daha atmış oldu. Türkiye bu adımlarıyla dil konusundaki kriteler açısından AB’nin politik şartlarını yerine getirdi mi? Yanıt: Müzakereye başlamak için “evet”. Ancak üyelik için “hayır”… Türkiye bu adımlarıyla yasaklayıcı dil politikasından (sınırlı) düzenleyici dil politikasına geçti ve müzakerelere başlamak için bir engeli daha aştı. Ancak, tam üyelik için teşvik edici (yani çoğunluk dilinin dışında konuşulan dillerin kamusal alanın her alanına özgürce girebildiği ve devletin bunu teşvik edici pozitif yükümlülüklari yerine getirdiği aşamaya) geçmesi isteneceği için bu adımlar üyelik için yetersiz.

Belirsizlik

Tekrar yayınlara dönecek olursak. Yayınlar sadece TRT’den yapılıyor. Yayının içeriği nasıl olacak, kimler denetleyecek, kulanılan dili konuşan toplulukların temsilcileri yetkili kurullarda olmalı mıdır? Bu toplulukların temsilcileri bu kurullarda ne kadar etkin olacak, dil toplulukları, kendileri program hazırlayabilecekler mi, anadillerinde özel televizyon yayını yapabilecekler mi? Bu sorulara pek çok yeni soru eklenebilir. Ancak bunların nerelerde tartışıldığı, kimin nasıl karar verdiği ve ne zaman karar vereceği belli değil. (Aslında anadil yayınında bir kamu kuruluşu olan TRT tercih edilirken anadil eğitiminin neden özel kurumlara-MEB denetiminde olsa da bırakıldığı açıklanması gereken bir diğer nokta.) Bu ilk beş dilden sonra daha hangi diller kullanılacak, dillerin seçimindeki kıstas nedir? Lozan antlaşması gereği ulusal azınlık olarak tanınan gayrimüslim azınlık topluluklar aynı haktan neden yararlanamıyor? Belirsizlik hâlâ devam ediyor… Türkiye’nin etnik ya da ırksal dil haritası var mıdır? Sağlıklı bir dil politikasının şekillenmesi ve yürümesi için özellikle ülkenin dil haritasının oluşturulmuş olması gerekmez mi? Ülkenin dil haritasının çıkarılabildiği son sayım 1965 nüfus sayımı! O günden bugüne çok şey değişti…

Politika ve dil

Herkes biliyor ki, anadil öğretimi, anadilde eğitim ve anadilde yayın gibi dilsel sorunların merkezinde Kürt sorunu var. Bir yandan Kürt sorunu dilsel hakları tetikliyor ve şekillendiriyorken bir yandan da dilsel haklar üzerine tartışma ve açılımlar Kürt sorununun seyrini etkiliyor. 1960’lara kadar dinin, 1970’lerin ortalarına kadar Marksizmin belirleyiciliği altında şekillenen Kürt sorunu 1970’lerden itibaren etnik merkezli sorun haline geldi. Etnisiteyi merkeze alan Kürt hareketinin yükselişi dil üzerine olan ilgiyi artırdı. Dil, Kürt etnisitesinin en önemli kurucu öğesi haline getirildi. Bunun iki önemli açıklaması olabilir: Birincisi, gerçekten de dil, etnik kimliğin önemli bir bileşenidir. İkincisi, Kürtler söz konusu olduğunda onları çoğunluk Türklerden ayıran en önemli (belki de elle tutulur tek somut ve gerçekçi) unsurdur. Gerçekten de son zamanlara kadar devletin Kürtçe’yi yok sayması hatta Kürt kökenli vatandaşların kullandığı dilin Türkçe’nin bir lehçesi olduğunu ispat etmeye yönelik dahice (!) teorileri bu açıdan anlaşılabilir bir tutum. Buradan hareketle denilebilir ki: 1- Dil etnik kimliğin merkezi öğelerinden biridir, özgün bir halk ya da ulus olma iddiasının ve verilen mücadelenin meşruiyetinin en önemli sağlayıcısıdır. Dil işte bu noktada iletişim aracı olmanın ötesine geçer, politik bir araç konumuna dönüşür artık. Dolayısıyla dilsel haklar kamu hizmetlerinden anadilinde faydalanabilmenin ötesinde çok güçlü kültürel ve politik içerimlere de sahiptir. Bu nedenle dilsel sorunlar (dünyada ve Türkiye’de) politik çatışmaların nedeni ya da politik çatışmaların önemli bir bileşeni oluyor.

Dilin, yukarıda değinmeye çalıştığım gibi iletişim aracı (dolayısıyla kamusal hizmetlerden onun aracılığıyla faydalanabilme) ve etnik kimlikle organik bağının yanında dilsel hakların korunması konusunda öne sürülen bir diğer gerekçe de yeryüzünde konuşulan her dilin biyolojik çeşitliliğin dolayısıyla ekosistemin bir parçası olarak yaşatılması gerektiği yolundaki yaklaşım. Bu yaklaşıma göre her dil, aynı zamanda bir yaşam tarzıdır. Dillerin çokluğu ve varlığı bu yaşam tarzlarının, doğadaki çeşitliliğin de teminatıdır. Dolayısıyla onları korumak herkesin yararınadır. Zaten, TRT tarafından yapılan yayın gerekçelerinden biri “kültürel çeşitliliğimizi korumak” olarak dile getirildi.

Türkiye dilsel haklar konusundaki uluslararası kriterleri uygulamak için çaba sarfediyor. Bu minimum standartlar nüfusu az, coğrafi olarak dağınık, talepleri sınırlı azınlık gruplarını tatmin edebilir, ancak Kürtlerin önemli bir kesimini tatmin etmeyeceği kesin. Son yıllarda atılan bu adımlarla bu iş yeni başladı. Daha yeni talepler gelecek ve yeni adımlar atılması beklenecek. Anadil yayını alan topluluk üyeleri ya da sivil toplum örgütleri yayına müdahale etme, süresinin artırılması, içeriğinin yeniden düzenlenmesi, özel yayınların başlaması, anadilde eğitimi okul öncesi kurumlardan başlayarak ilk ve ortaöğretimde de (belki sonra meslek ve yüksek öğretimde) kullanabilme talepleri yükselecek. Bunlar olağan ve dünyadaki tüm ülkelerin (Liechtenstein, İzlanda gibi bir iki homojen ülke dışında) karşılaştığı ve üzerine düşündükleri konular.

Peki bu sorunların ve her an çatışma doğurabilecek gerginliklerin üstesinden nasıl geleceğiz? İşte burada “politikanın dili” devreye giriyor. Buradaki en önemli tehlike, devletçi, dış baskıları bertaraf etmeye dönük savunmacı ve minimalist anlayış ile etnisiteyi politikanın merkezine oturtmuş bir kesim Kürt aktivistinin, maksimalist, tektaraflı yaklaşımı arasında, toplumu kutuplaştırma potansiyeli, uzlaşmazlıktır. Bu iki yaklaşım taban tabana zıt olmakla beraber, ortak noktaları kendileri dışındaki seçeneklerin politik areneda filizlenerek diyalojik bir politik iklimin oluşmasını sürekli baltalamış olmalarıdır. Genelde Kürt sorunu özelde ise dilsel haklar ve politikalar bu kutuplaştırıcı siyasetin ipoteğine terk edilmemeli. Bugüne dek Kürt sorunu üzerine bir kongre bile yapılmış değil. Bu soruna dönük sloganlara gömülü yayınlar dışındaki yayınların sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Adil, işleyen ve toprak bütünlüğünü koruyan çağdaş politikalara ihtiyaç var… Bunun için politik teoriyi daha fazla önemsemek, normatif bir politik teori için çaba sarfetmek gerekiyor. Ne demiştik “Devletin dil politikası değişiyor.” Ancak bu yetmez politikanın dilinin de değişmesi gerekiyor.

ERSİN ERKAN: Yeditepe Üni.

Yorumlar kapatıldı.