İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

yeni şafak: Halil Berktay´ı okurken…

Kürşat Bümin

Kronik Medya sayfasına gözatanlardansanız, belki hatırlıyorsunuzdur… Geçen gün Cumhuriyet gazetesinde yer alan “Bush soykırım demedi” başlığını da gözden geçirmiştik. Gazete, “Çok şükür bu yılı da kazasız belasız atlattık” dercesine “Bush soykırım demedi” müjdesini veriyordu…

Evet ABD Başkanı bu yılın “24 Nisan”ında da Ermeni Tehciri’ne ilişkin olarak “soykırım” sözcüğünden uzak durmuştu….

Biliyorsunuz, her yıl 24 Nisan’ı takip eden günlerde gazetelerimizde benzer başlıklarla karşılaşırız. Gazetelerimiz “Yaşasın! Bu yıl da ‘soykırım’ sözcüğünü telaffuz etmedi!” diyerek bir yıl daha kazasız belasız atlatıldığı için sevince boğulur… Ama düşünün, bu ne tahammülü zor, bu ne acı veren bir kaderdir! Çünkü yıllar yılları izlediği için “24 Nisan”lar da “24 Nisan”ları izlemektedir… Ne yapmalıdır da bu döngüsel akışın önü alınmalıdır?! Takvimlerden “24 Nisan”ı çıkartmanın bir yolu yok mudur acaba?!

Türkiye henüz anlamamış olsa da maalesef yoktur! Yıllar yılları, “24 Nisan”lar “24 Nisan”ları izleyecektir… Ne yapabiliriz, bütün kabahat “yıldönümü” denilen şeyi icat edenlerde tabii ki…

“24 Nisan”lar gazetelerimizin, yazar-çizerlerimizin kahir ekseriyetinin itibar etmediği tarihlerdir. Onlar artık işi “soykırım” sözcüğü çerçevesinde neredeyse bir etimoloji tartışmasına dönüştürmüşlerdir. Hatta onlar açısından kayıtsız kalmak, unutmuş gibi yapmak en iyisidir. Gözler her zaman olduğu gibi sadece “İstikbal”e çevrilmiş olarak….

Radikal gazetesinin de himmeti olmasa, bu yıl “24 Nisan”ın düşündürdükleri üzerine tek bir satır okuyamayacaktık. Gazete iyi akıl etmiş ve Tarık Işık’ın Prof. Halil Berktay ile “24 Nisan” etrafında yaptığı geniş bir röportaja sayfalarında yer vermiş. Röportajı dikkatle okudum, hoşuma gitti doğrusu… Özellikle de 3 milyon dolayında tiraja sahip olan Türk basınında hiç değilse dar tirajlı ama etkili bir gazetenin başımızı biraz da “mazi”ye çevirmemiz gerektiği hususunda “elini taşın altına” sokmak yolunda gösterdiği cesaret hoşuma gitti…

Prof. Berktay’ı tanıyanlarınız vardır mutlaka; “Tehcir” söz konusu olduğunda söylediklerine dikkat edilmesi gereken bir tarihçi kendisi. Sabancı Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Bunu özellikle hatırlatıyorum, çünkü bu üniversitenin mütevelli heyetinden rektörüne kadar olan yetkili organları birkaç yıl önce yine “Tehcir” konusunda açılan bir tartışmada ülkemizde az rastlanır bir biçimde Berktay’ın arkasında “sağlam” durmamış olsalardı, tarihçimiz bugün belki de kürsüsünü çoktan evine taşımış olacaktı… (Sakıp Sabancı’yı mutlaka bilgisi dahilinde olduğu bu “sağlam” duruşu hatırlayarak da analım.)

Şimdi de isterseniz, lafı daha fazla uzatmadan, Halil Berktay’ın Tarık Işık’a yaptığı açıklamalara bir göz atalım:

Önce şu terminoloji meselesi; acaba Ermeni Tehciri’ni “soykırım” olarak adlandırmak doğru mudur?

Berktay: “‘Soykırımdır’ ya da ‘soykırım değildir’ demeyeceğim. ‘Soykırım’ dersem Ermeniler alkışlayacak, Türkler kızacak. ‘Değildir’ dersem Türkler alkışlayacak, Ermeniler kızacak. Bir taraf aşırı sevincinden, diğer taraf da kızgınlığından geri kalanını dinlemeyecek. ‘Soykırım’ sözcüğü bir tarihçinin analiz enstrümanı olmaktan çok hukuki bir kategori hale geldi. ‘Soykırımdır’ denilirse uluslararası suç kategorisi olarak faturası çıkacak. ‘Soykırım değildir’ denilirse bu ceza kesme işleminden Türkiye sıyırmış olacak. Dolayısıyla tarihçi mantığı değil, avukat mantığı hakim olacak. 1915 Ermeni faciası 19. yüzyılın vahşi milliyetçilikleri ile 1940’ların Yahudi soykırımı arasında önemli bir halkadır. Bu anlamda bir ‘proto soykırım’ olarak görülebilir. Ama bunu hukuki bir kategori olarak söylemiyorum. Bir tarihçinin analiz kategorisi olarak, bir süreci kavramaya çalışarak söylüyorum.”

Berktay’ın bu açıklamalarının tamamı bundan ibaret değil tabii ki… Kısmetse devamı yarına…

Ama lütfen, Berktay’ın bugün aktardığım açıklamasını okuduktan sonra “Bir Türk tarihçi böyle konuşur mu?” diye kestirip atarak, röportajın devamını kaçırmayın! Çünkü unutmayın; her yılın bizi bir gün üzerinde ciddi olarak düşündürmesi gereken bir “24 Nisan”ı mutlaka var… Meret tarih “28 Şubat” gibi hiç değilse dört yıl da bir gelen bir tarih de değil ki!

Yorumlar kapatıldı.