Geçenlerde arabada radyo dinliyorum. Erzurum’un bir ilçesinde, ilçenin kurtuluş yıldönümü nedeniyle düzenlenen törenlerde Ermeni rolünü üstlenen vatandaşla görüşüyorlar. “Belediye’de görevliyim, her yıl Ermeni düşman rolünü ben oynuyorum, millet benimle dalga geçmeye başladı artık…” diyor.
Eskiden, (kadrolu Ermeni düşman bulunmadığı yıllarda) belediye başkanı törenden önce caddeye çıkar, ilk gördüğünün kolundan tutar, Ermeni yaparmış. Organize olma yeteneklerimizin artmasıyla bu iş de bir standarta kavuşmuş. Hele şükür demeli.
4-5 yıl önceydi. Iğdır’da, zamanın valisinin odasındayım. Vali bey çok kızgın. Elindeki fotograflara bakıp, telefonda birine söyleniyor:
– Küçük olmuş kardeşim, atın testisleri küçük olmuş. Türkün atı ufak testisli (vali bey testis demiyor tabii) olmazzz! Büyüt onları hemen.
Sonra vali bey, telefonu kapatıp bana döndü.
– Sınıra bir anıt dikiyoruz. Anıtın altında da rölyefler var. Şahlanmış at üzerinde Türk askeri, düşmanı almış atın ayakları altına, ama atın testisleri küçük! Gözüm olacak iş mi?
– Olmaz tabii sayın valim, küçük testisli at bize yakışmaz. Ne heykeli bu?
– Süngü! Dev bir süngü dikiyoruz Ermenistan sınırına. Onların ülkesinden de görünecek.
– Ama atın testisleri küçük?
– Yeniden yaptırıyorum atları gözüm.
– İyi ediyorsunuz efendim…
(Sonrasını merak eden okur için söyleyelim: Heykel dikilmedi. Dış İşleri Bakanlığı olayı önledi, biz de Türk atlarının testis ebatlarını heykellerde görüp öğrenme olanağından yoksun kaldık).
Yine 4-5 yıl öncesiydi. Devlet Planlama Teşkilatı’nda, üst düzey yöneticilerle bir toplantıdayım. Devlet Su İşleri ve Dış İşleri Bakanlığı da katılıyor. Konu, Türkiye’nin Beş Yıllık Kalkınma Planı’nda Su Havzaları Yönetim Planı. Raporu ben hazırlamıştım o zamanlar. Hep birlikte tartışılacak. Daha başlar başlamaz raporun adına itiraz geldi.
– Sunay bey raporun adı değişsin.
– Neden efendim?
– Entegre su havzası yönetimi doğru değil.
– Neden? Komisyonun adı da bu zaten
– Olmaz efendim. Bizim sularımızın bir bölümü komşuların topraklarına akıyor. Entegre ve havza dersek, bu onlarla işbirliği içinde yöneteceğimiz anlamına gelir.
– Yani?
– Yanisi mi var, onlar bizim düşmanımız. Su bizim. Biz onların petrolü için birlikte yönetelim diyor muyuz?
– Vallahi haklısınız. Bunu hiç düşünmemiştim.
– Sonra o katılımcı su yönetimi lafını da kaldıralım.
– Neden?
– Biliyorsunuz “katılım” demek suyu kullananların su yönetiminde söz sahibi olmasını gerektiriyor. Ama bazı bölgelerimizdeki insanların su gibi stratejik bir kaynağın yönetiminde söz sahibi olmalarını doğru bulmuyoruz.
– Neden?
– Onlar bizim düşmanlarımız. Vatanı bölmek istiyorlar.
– Ama Avrupa Birliği su yasaları diyor ki, “su kaynaklarının planlanmasında, o suyu kullanan insanlar planlama sürecine katılmalı, görüşleri alınmalı…”
– Onlar der efendim, biz zaten AB’ye de karşıyız.
– Onlar da mı düşman sayın genel müdürüm?
– Elbette. AB en büyük düşman! Biz bunları kurtuluş savaşıyla vatandan attık, şimdi ellerimizle davet ediyoruz.
– Peki bizim dostumuz kim?
– Bizim bizden başka dostumuz yok Sunay bey kardeşim. Bunu bir gün gelip anlayacaksın.
İyi de biz kimiz? Çerkezi, lazı, kürdü, ermenisi, yahudisi düşman. Komşular toptan düşman. Avrupa, ABD… sormak bile salaklık.
Kıbrısta Annan planına “evet” diyen Kıbrıslı düşman.
Başörtülü kadın düşman, bikiniyle denize giren düşman, sakız çiğneyen düşman…
Ulusça depresyondayız evelallah. Battaniyemizin altına girdik, karanlık dünyamızda, tek başına, başkalarını karalayarak kendimizi yüceltiyoruz. Bu ruh halinden kurtulmak için topluca bir terapiye ihtiyaç var.
Sunay Demircan
Yorumlar kapatıldı.