İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

FARKLI BİR İŞ ADAMI, İNSAN SABANCI’YI UĞURLARKEN

“SABANCI HOLDİNG, başta Ermeniler, tüm gayrımüslim vatandaşların, işe kabul edilme, çalışma ve yükselme süresince (asgâri deyimle) ‘HİÇ BİR AYIRIMA UĞRAMADIKLARI !’, Türkiye’nin ender kuruluşların başında gelir !”

Raffi A. Hermonn

P a r i s

Derya Sazak’a göre, Aydın Doğan’ın : (Koç ve Eczacıbaşı ile) “Bugün ‘Anadolu Kaplanları’ diye anılan kişilerin ‘uç beyleri’nden biri olduğu !”nu (bizce haklı olarak) belirttiği, Sakıp Ağa (Sabancı) salt Türkiye’nin değil, dünya sahnesinden ve aramızdan, fiziksel olarak ayrıldı.

Herkesin söylediklerini, söyleyeceklerini, söylemesi gerekenleri söyleyecek değiliz.

Sakıp Bey’in Türkiye sanayisine, ekonomisine, ihracatına, finans dünyasına ve kalkınmasına olan katkılarınıi ayrıntılarıyla bilenlerden değiliz, en azından bizden daha iyi bilenler vardır.

İkincisi, bunları bilsek bile, söylenilenleri tekrar etmek, bir yenilik katamadıktan sonra … abesle iştigal olacaktır,

Hem, rahmetlinin, bir kristal gibi, ışık yansımalarıyla gönülleri okşayan, onca çok değişik, açısı vardı ki … Hepimize, içinden bakacağımız, birer açı, birer pencere bol bol düşer … yeter ki söyleyeceğimiz SÖZ gibi sözlerimiz olsun !

Huyumuz kurusun, biz hep … “çok”ların değil de, asıl “az”ların baktığı açılardan bakmayı yeğlemişizdir.

Neşeli ya da neşesiz durumlarda, sesli düşünmeyi uğraş edinmiş insanlardan biri olarak, okuyucuların önündeki (sanal) fikir sepetine, başkalarınınkinin aynısını sunarak değil, asıl “farklı” bir meyveyle katkıda bulunmayı, kendimize rol biçmişizdir.

Sakın “fikrimizin mükemmeliyatı” gibi bir iddiamız olduğu sanılmasın, haşâ … çok çok hani “bir de şu açıdan baksak !” demek gibi bir üslubumuz vardır, o kadar ! …

Ancak, o (farklı) bakış açısını oluşturmak için, bir şeyi farklı görmek, farklı görebilmek için de ilk başta ona farklı bakmak, onu farketmek gerek … Çünkü hiç (ruhsal ya da çıplak gözle) bakılmadığı, fark edilmediği bir şeyin görülmesi zordur !


Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sakıp Sabancı, devlet töreniyle uğurlandı.

Anadolu sanayi hamlesi, birçokların dediği gibi, “rönesansı”nın babası, Türkiye’nin çiftçilikten sanayiciliğe geçiş (!) serüveninin ‘post-modern ağası’ bu Sakıp Sabancı için, onbinler, üniformalı militerler, kolluk kuvvetleri, en devrimci sendikacısından “rengi solmuş”una kadar, sağcısı ve solcusuyla, öğretim üyeleriyle, bilim adamıyla, değişik sektörlerin hizmetkârları, Cumhurbaşkanı’dan Başbakan’a dek devlet erkanının en üst temsilcileri, devletin kaldırdığı resmi cenazesinde, hazır bulundular.

Hürriyet’ten Cüneyt Ülsever “Ağamızı kaybettik” ve “ O, Lazı-Kürdü, solcusu-sağcısı, dincisi-laiki, Sunnisi-Alevisi, Rumu-Yahudisi-Ermenisi herkesin ağası idi !” diye yazınca, ister istemez bazı çağrışımlar doğdu, arşivimizdeki bazı yazılarımız aklımıza geldi ve … geçtik bilgisayarımızın başına !


Türkiye’nin “çiftçilikten sanayiciliğe geçiş serüveni” çok çarpık geçti.

Bugünün Batı Demokrasileri (ülkeleri)nin çoğunda (eskiden) var olmuş “sömürgeler”i sayesinde, oralarda birikimiş sermayeler gibi, Türkiye’nin de, Cumhuriyet döneminde, bir sermaye birikimi, üstüne üstlük petrolü de pek yoktu.

Petrolü olmadığı gibi, kendini “Soğuk Savaş” furyasına kaptırıp “stratejik coğrafyasını ve köylü taburlarını NATO’ya ipotek edip, rant elde etme” kolaylığına kaptırdı.

Böylece : “Oligarşi mi, demokrasi mi ?” sorusuna “Oligarşi !” diye yanıtlamış olup “hastanesi de aynı postanesi de !” misâli, yani çok şeyi gibi, sanayileşmesi de çarpık olacaktı …

“Bir dirhem demokrasi en az o kadar refah getirir !” yasası gereğince, Türkiye’de de göreceli, göstermelik hatta ve hatta “varlığını sürdürebilmek için değişmenin gerekliliğini dayatan” yani yukarıdan gelmiş olarak da olsa, 1945’lerde filizlenen ve 50’lerden itibaren resmen yaşanan “çok partili demokrasi”ye paralel, tabiî ki sanayi de filizlendi.

1930’larda, devlet eliyle yapılan sanayi, 1950’lerde de bireylerce yapılmaya çalışıldı.

Ama hangi “bireyler”ce ?

Bu bireyler “devletce yaratıldı” !

Halbuki yaratılmaya gerek yoktu, çünkü bu bireyler bu “ticaret” ya da “burjuva” sınıfı zaten vardı Türkiye’de !

“Var”dı var olmasına ama … yukarıda dediğimiz gibi, oligarşik yönetimler için, o “zaten var olan” girişimci bireylerin etnik veya dinsel aidiyetleri bir engel oluşturuyordu.

Hıristiyan veya Musevi kökenli Türk (vatandaşı)lerin oluşturduğu bir “sermaye” ya da “burjuva” sınıfı, o zamanki (hâlâ bugün bile pek sindirilecek bir şey değil ya !) yöneticilerce, yenir yutulur bir şey değildi.

Bu “yaratıl(mak istenen)an” bireylerin bir kısmı (Erol Toy’un “İmparator” kitabını anımsayalım) devlet tarafından “doğrudan”, bazıları da yine devletçe ama “dolaylı” olarak serpiltirişdiler.

Cumhuriyet tarihimizin birer (Onurlu gazeteci, araştırmacı ve belgeselciler olan : Rıdvan Akar, Prof. Dr. Ayhan Aktar ve Can Dündar’ın sayısız kitaplarını, araştırmalarını ve CNN Türk’teki filmleri anımsayalım !) “Utanç Yılları” olarak nitelenen : “40’ların Yirmi Sınıf Askerlik !”, “42’nin Varlık Vergisi Faciası !”, “55’in 6-7 Eylül Çapulculuğu !” gibi olaylar işte, devletin bu “dolaylı zengin yaratma” işlevini görebildiği olaylardır.

Saklamaya gerek duymadan (“Gayrimüslimler bu ülkede ancak hizmetçilik yapabilirler !”) başta İstanbul olmak üzere, Türkiyemizin ticaret erbabı, gayrımüslim Türk(vatandaşları)leri korkutarak, madden, mânen eziyetler çektirterek, belleri kırdırılıp kaçırtarak, onların işgal ettiği yerleri “yerlileştirerek !” yapay bir “Türk Milli Burjuva Sınıfı yaratılmak !” istendi.

SAKIP SABANCI’YA GELİNCE …

Yazımızın başında arzettiğimiz gibi, rahmetlinin, bir kristal gibi, ışık yansımalarıyla gönülleri okşayan, onca çok değişik, açısı veya yüzü vardı ki … Bir de tabiî Zülfü Livaneli’nin de dediği gibi, bir tür “Pirandello”ydu da sanki Sakıp Bey …

Ahmet Hakan’dan öğrendiğimize göre 12 Mart’ta, kılına dokunulmasın diye, Çetin Altan gibi bir fikir ve kalem adamının yanında resmen ve fiziken saf almış, sonra bildiğimiz üzre kendi kurduğu Sabancı Üniversitesine her yıl 20 ila 25 milyon ABD Doları harcamış, “Türkiye’nin fabrikaları var da, niye Harvard’ları olmasın ?” diyebilmiş, Türkiye’nin ilk uluslararası bankasını İngiltere’de açmış, bu ülkede “Benim” diyen nicelerin “dut yemiş bülbül” kesildiği bir dönemde “Güney Doğu Raporu”nu hazırlatmış ve bunun karşılığında, yine o bilinen kafadaki yöneticilerce çok ağır eleştiriler almış, gelişmesine yardımcı olmuş, kendisinin de her şekilde hizmet ettiği devletinin derinliklerinden ikaz almış, kardeşini, iki çalışanını bu uğurda yitirmiş Sakıp Sabancı ise … Hacı Ömer Sabancı’nın, sevgili babasının, o (1915) cehennemsi yıllarda, dolaylı olarak edinmiş olduğu yerel sermayeyi, evrensel yüksek boyutlara eriştirmeyi bilmiş, çok değişik niteliklere sahip bir İNSAN’dı …

“Ateş düştüğü yeri yakar !” hesabı, belki çoğunuzun “Bu o kadar önemli mi yaaa !” gibi bir tepki vereceği (tabiî böyle tepki verenler hakkında, ciddi ciddi endişelenmemiz gerekecek !) SABANCI HOLDİNG için, ufak evet çok ufak bir ayrıntıyı (!) sizle paylaşmak istiyorum …

“SABANCI HOLDİNG, başta Ermeniler, tüm gayrımüslim vatandaşların, işe kabul edilme, çalışma ve yükselme aşamalarında, en asgâri deyimle arzedelim, HİÇ BİR AYIRIMA TÂBİ TUTULMADIĞI, Türkiye’nin ender kuruluşların başında gelir !”

Bu nasıl, ne müthiş bir şeydir, aslında normal olması gerekirken, koskoca bir ülkede, ender rastlanabilmesi, ne kadar anormal bir durumdur, anlayabilir misiniz ?

İşte özellikle İsmet Paşa döneminde gayrımüslim vatandaşlarına karşı hoyratça davranan devletin bugünkü (Çetin Altan’ın deyimiyle ) fiyasko durumu ve yine gayrımüslimlere, iltimasla değil, sadece herkes gibi, yani normal davranan SABANCI’ların dünya çapındaki başarılı hali …

Bugün Dünya’nın dört tarafında bulunan, SABANCI HOLDİNG’in (başta Ermeni kökenli olmak üzre, gayrimüslim kökenli) eski çalışanları, Türkiye yönetimi hakkında ne düşüncede olurlarsa olsunlar, bu konuda ağız birliği edercesine, bu kuruluşu şükranla anarlar …

Bu işler böyledir, (hangi milletten olursa olsun !) çapulcuları da hatırlarsınız, İNSAN gibi İNSAN’ları ve kuruluşları da …

Güney Doğu Raporu’nu (erken öten horoz misâli) yazdırıp bunun bedelini çok ağır ödeyen merhum Sakıp Ağa’nın sözüne gelmedik mi sonunda ? Kürt Sorunu’nda bugün nihayet vardığımız şu noktaya bir bakın … Ne kadar utanç abidelerimiz var ise yerini (yavaş da olsa) yüz akına döndürmekle uğraşır olduk artık.

Ölüm döşeğinde bile, Türkiyemizin bir başka baba sorunu olan AB hakkında da, devlete “Aman ha !” niteliğinde mektup yazan, yine o değil miydi ?

O zaman, bırakın şu satırları yazan, naçizâne kulunuzun, taa 30 Temmuz 1999’de, “Özgür Bakış”da, “Madalyonun Arka Yüzü” köşesinde “Onlarin suçu, diğerlerinin torunlarına neden yüklensin ?” başlıklı makalesinde dillendirdiği ricasına da bir kulak kabartılsın lütfen !…

“(…) ‘Gidip de dönemeyenler’e gelince … Gidenler geri dönmeyince ‘mala konma’, ‘üstüne oturma’, ‘ganimeti paylasma’ olaylari (bol keseden) gerçeklesti, maalesef ! Can kaybına uğratmak yetmiyormuş gibi, bir de mal kaybına uğratmak da gerekiyordu kurbanlara (!)…

Ömer Ağa gibilerinin durumu ise farklıydı !

Yani ‘gidenler’in bizzat kendi elleriyle tüm varlıklarını emanet ettikleri kişilerin, fazla yapacakları yoktu … Nasıl ve ne olsundu ki ?…Emanet aldıkları malları vahşeti düzenleyenelere mi versindilerdi, bari kendileri gibi (gidenlerce) sevilen ve sayılan kişilere kalsındı, daha iyi değil miydi ?…

Öyle de oldu !

Dolayısıyla, hem Ömer hem de Sakıp Ağa’ların ruhlarına ve her anlamda yapılarına uygun olarak, (yine) devletin yapamadığı, cesaret edemediği bazı maddi ve mânevi adımların atılmasını

da SABANCI misyonunu devam ettiren, kalan SABANCI’lardan bekliyoruz.

Hem … artık, “erken öten horoz !” misâli de sözkonusu değil, zirâ …Üsküdar’da çoktan şafak attı, bütün “kırmızı çizgilerimiz” yerlerini “mâkûl çizgiler”e, birçok kaskatı tabularımız da, yerlerini daha sağlam ama akılcı esnekliklere ve ortak işbirliği projelerine bırakıyor …

Topraklarınız da bol olsun, Allah’ın Rahmeti de üzerinizde olsun, aramızdan ayrılan tüm SABANCI‘lar …

Yorumlar kapatıldı.