Bülent Korucu
Sosyetik fişleme tartışması Genelkurmay’ın açıklamasıyla nispeten dindi. Sisin dağılmasından istifadeyle çerçeveyi genişletici analizler faydalı olacak.
Öncelikle şunu belirtmek lazım; kimse devletin güvenliği adına istihbarat toplama hakkını eleştirmiyor; Milli İstihbarat Teşkilatı ve diğer birimlerin lağvedilmesini talep etmiyor. Eleştiriler, bu refleksin hukuk devleti tanımına uygun şekilde ve demokrasiyi zedelemeden gerçekleşmesini hedefliyor.
Terörün ağır faturasını birlikte ödedik. Davul zurnayla uğurladığımız evlatların bayrağa sarılı bedenlerini geri aldığımızda ‘vatan sağ olsun’ tesellisiyle bağrımıza taş bastık. Hizbullah’ın bırakın insanı, hayvana reva görülmeyecek işkenceleriyle hep birlikte ürperdik. Bugünlerde din kisvesi altında işlenen cinayetlerle sönen ocaklar bizim ocağımız.
Terörün her türlüsüyle mücadeleyle eyvallah. Ancak düşünceyi de terör kapsamına alma, inanca ‘tehdit’ yaftası yapıştırma, binlerce masumu kıyafetinden ötürü suçlu ilan etme girişimlerini demokrasi ve hukuk devleti perspektifiyle telif etmek mümkün değil. Hatta güvenlik birimlerinin gereksiz ve aşırı meşguliyetinin son dönemlerdeki terör eylemlerinin başarısında katkısı olduğu söylenebilir.
Sağlık memurlarından köy ebelerine, köftecilere varan fişleme zinciriyle zihinlerde iz bırakan 28 Şubat sürecinin, gerçek tehditleri atladığını söylemek abartı olmaz. Hâlâ o sürecin sözcüsü olma iddiasındakiler ellerinde Batı Çalışma Grubu tarafından hazırlandığı ileri sürülen listelerle dolaşıyor; internet aracılığıyla binlerce düşük dereceli memur, yüzlerce ebe ve hemşireyi ihbar ediyor.
Sosyetik fişleme tartışmaları sırasında takınılan tavırların analize ihtiyacı var. Büyük çoğunluk, Genelkurmay’ın resmî açıklamalarında haklılığı teyit edilen eleştiriler getirdi. Bu kitle içinde çok az insan, acı kendilerine dokunmadan ses vermiş, ‘öteki’nin mağduriyetine itiraz etmişti. İmam hatipliler ve başörtülü öğrencileri potansiyel suçlu ilan eden yaklaşımları alkışlayıp, sıra kendisine geldiğinde feryat etmek, demokrasinin özüne de, aydın namusuna da yakışmadı.
Bütün mağduriyete rağmen Türkiye’deki dindar kitlenin terörize edilemeyişinin üzerinde dikkatle durulmalı. İktidardaki bir parti alaşağı edilip kapatılıyor, binlerce gencin eğitim hakkı elinden alınıyor, hepsinden önemlisi yargısız infazla alınlarına ‘devlet düşmanı’ yazılmaya çalışılıyor. Hakaretin bini bir para, ama sükunet korunuyor ve teröre prim tanınmıyor.
Eğitimini tamamlama ve sosyalleşme çabasındakiler lanetlenip takibata uğrarken, terör başka sosyal katmanlarda kuluçkaya yatmış ve kimsenin haberi olmamış. Bunun sorgulanması, birilerinin özeleştiri yapması gerekiyor.
Ulusalcı diye isimlendirilen yelpazesi geniş, ortak paydası az, sayısı sınırlı kesimden yönergeye destek geldi. ‘Askerin her yaptığı doğrudur.’ ön kabulünden hareket eden tezin üzerinde çok durmaya gerek yok. Yalnız, 12 Eylül’den sonra Mamak Cezaevi’nde yaşadığı işkenceleri anlatarak merkez sağ siyasetten kendine yer edinen bir zatın, şimdi bu koroyla beraber sahnede olmasını garipsememek mümkün değil.
CHP ise mahcup sessizliği ile kayıtlara geçti. Anti–demokratik girişimlere karşı hassas olması gereken sosyal demokratların tek kelam etmemesi dikkat çekti. CHP, ‘politika üretemiyor, siyasi tavır koyamıyor’ eleştirilerine haklılık kazandırır tarzda davranıyor. Herkesin tartıştığı bir konuda ana muhalefet partisinin olumlu olumsuz hiçbir fikrinin bulunmaması gerçekten garip.
Geçen hafta ‘bu komplo ya da sabotaj değilse, kifayetsiz bir işgüzarın işidir.’ diye yazmıştık. Açıklamalar ikinci şıkkı gösteriyor.
Yorumlar kapatıldı.