İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

tercüman: Patrik ve Patrikhaneye dair!

Oğuz Gökmen

Bu hafta yazılacak çok şey vardı. Yunanistan seçimleri, Karamanlis Hükümeti, Kıbrıs müzakereleri, Irak gelişmeleri, Büyük Orta Doğu tasarımı ve nihayet bizde 28 Mart Mahalli Seçimleri vs… Aralarında bir öncelik sırası oluşturmak zordu ama Patrik cenapları mutadın hilafında öyle çok konuşmaya başladı ki, gördüğünüz gibi öncelik onda kaldı. Yanlışları düzeltmek, kelimelerin üzerine “İ”leri yerli yerine koymak bizce vacip oldu. Genelde Fener Patrikhanesi ve patrikler ile ilgim hayli eskilere gençlik yıllarına kadar uzanır. Kitabımda bir nebze anlattım. Savaş sonlarında Türkiye üzerinde Sovyet tehdidi yoğunlaştığı sıralarda, ABD Deniz Kuvvetleri Amiral Gemisi ünlü Missouri Zırhlısı, kaptan köşkünün güvertesinde kurulan bir katafalkta, Washington’da vefat eden Büyükelçimiz rahmetli Münir Ertegün’ün Türk Bayraklarına sarılı tabutunu İstanbul’a getirip Dolmabahçe önlerinde demirleyince Sovyetler mesajı iyi anlayıp doğru algıladılar. Hemen aynı tarihlerde Fener Patrikhanesi’ne yeni seçilen New York Metropoliti Athenagoras da Missouri’nin sularda bıraktığı izler üzerinden İstanbul’a geliyordu. Pasaportu veya belgeleri Paris’teki molası sırasında kendisine verilecekti. O tarihlerde Paris Sefareti Başkatibi idim. Büyükelçiliğimizle Bakanlık arasında konu ile ilgili bir anlaşmazlık vardı. Patrik ancak Türk vatandaşı olabilirdi. Athenagoras da Türk vatandaşı değildi. Üstelik Milli Mücadelemiz sırasındaki tutumu da tartışma konusu olmuştu. Sonunda kendisi sanırım Yanya nüfus kütüğündeki kaydına istinaden vatandaş sayıldı idi. Sefirimiz Paris dışında olduğu için Patrike evrakını takdim etmek bana düşmüştü. Bu ayrı bir hikayedir…

Bu yazı, Parik Bartholomeos cenaplarının Fener Saint Sinode Meclisine hariçten yaptığı atamalarla ilgili çeşitli beyanlarının bende uyandırdığı bir çağrışımdan kaynaklanmıştır. Patrik beyanları sırasında Ruhban Okulu’ndan ve özellikle Lozan Antlaşması’ndan söz ediyor. “Anlaşma metninde Patrikhane ile ilgili hiçbir hüküm yoktur!” diyor. Laf olarak doğru söylüyor. Ama asıl doğru olan laftan başkasıdır. Bunu kendisi de iyi bilir. Uluslararası anlaşmalar bir bütündür. Patrikhanenin Türkiye dışına çıkarılması talebimiz Lozan’da iki ayrı komisyonda uzun uzun tartışmalara sebep olmuştu. Bu komisyonlardaki Türk heyetine Dr. Rıza Nur ile rahmetli hocam Hasan Saka başkanlık ediyordu. Sert münakaşalar oluyordu. Yunanlı Venizelos çerden çöpten küçük bedeni ile tam bir tezat teşkil eden muazzam ve mücella kafası ile Loyd George’un kucağından inip Clemenceau’nun eteğine sarılıyor ondan yardım istiyordu. Patrikhanenin yurt dışına çıkarılması mukadderdi. O kadar ki, Aynaroz’da yeri bile hazırlanıyordu. Vakit kazanmak için bu konunun imzadan sonra yapılacak Batı Trakya Türkleri ile İstanbul’da yerleşik Rumlar müstesna kalmak üzere iki ülke arasında yapılacak “Ehali mübadelesi” müzakereleri sırasında ele alınması kararlaştırıldı.

Lozan Muahedesi’nin imzası sırasında Lord Curzon söz aldı. İsmet Paşa’ya hitaben: “Ey muzaffer kumandan!.. Sizden bir istirhamım var!… Ehali mübadelesinden istisna edilecek olan İstanbul’daki Ortodoks Rumların münhasıran dini, ibadetlerini sağlayabilmek için Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin Türkiye’de kalmasına lütfen müsaade buyurmanızı istirham ediyorum!” diyor.

İsmet Paşa, Fatih Sultan Mehmed’den bu yana gelen bütün Türk büyükleri gibi âlicenap ve “Mağnanime” davranıyor. Lord Curzon’a şu cevabı veriyor: “Bu sözlerinizi senet ittihaz ederek münhasıran Hıristiyan vatandaşlarımızın ibadetlerini sağlamak kayıt ve şartı ile Patrikhanenin yurt dışına çıkarılması talebimizi geri alıyorum!..” diyor.

İyi mi ediyor? Kötü mü ediyor? Ona zaman ve tarih karar verecek. Ama bu konuşma aynen yazdığım gibi olmuş, ve konferans kayıtlarına öylece geçmiştir!.

Sayın Patrik Bartholomeos’u birkaç yıl önceleri TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in Dolmabahçe Sarayı’nda verdiği bir davette tanıdım. Davet Atatürk’ün giydiği elbiseleri tanıtan bir defile ile son bulmuş, herkes ayakta alkışlıyor ve hep beraber Onuncu Yıl Marşı’nı söylüyorduk. Baktım Patrik Bartholomeos da bizler gibi ayakta içtenlikle “Çıktık açık alınla her savaştan!..”diye marşı söylüyordu.

Duygulandım. Yanına giderek kendimi tanıttım. Elini sıktım hem tebrik hem de teşekkür ettim. Patrik en samimi hali ile “Pek tabii değil mi efendim?. Ben bir Türk vatandaşıyım!” demişti. Onu bu hali ile çok sevmiştim. O günlerde bu olayı yine köşede anlatmıştım.

Patrik Bartholomeos’u bu sevgiyi kaybettirmeyecek kadar akıllı, dürüst ve muhterem bir Türk vatandaşı olarak tanımaya devam ediyorum!..

İnşallah hata etmiyorumdur.

Yorumlar kapatıldı.