İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

akşam: Temel belgeleri bilmemek

Fener Rum Patriği Bartholomeos’un, yabancı uyrukluluları Sen Sinod üyesi olarak ataması küçük çaplı bir krize neden oldu. ‘Küçük çaplı’ diyorum çünkü burada ‘yasalara aykırı’ değil, ‘teamüllere aykırı’ bir durumun olduğu anlaşılıyor. Dışişleri Bakanlığı’nın bu konuda hala net bir yanıt verememiş olması da bunu gösteriyor. Yoksa Dışişleri bunu maddesi ve bendine kadar şimdiye kadar çoktan açıklardı.

Konuştuğum dışişlerindeki arkadaşlar da zaten konuyu kesin olarak bilmediklerini söylediler. Ancak, kendileriyle bir konuda hemfikirim. Bartholomeos’un tasarrufu, teamüllere aykırı olduğu gibi, bir diplomatik nezaketsizliği de içeriyor. Kanımca Patrik işi alt düzeyli yerel yetkililerle halledip Ankara’yı bir ‘oldu bitti’ ile karşı karşıya bırakacağına, meseleyi hükümet katında ele almalıydı. Özellikle, bu konularda daha anlayışlı hükümetin iş başında olduğu düşünülürse.

Doğrudur, Türk-Yunan ilişkileri iyi gidiyor, Batı Trakya Türkleri’ne yeni olanaklar sağlanıyor ve Kıbrıs’ta çözüm konusunda yeni umutlar var. Ancak, bunların Patrikhane tarafından – Türkiye’de tartışma yaratacağı kesin olan bir konuda – bu şekilde istismar edilmemesi gerekirdi.

İşin diğer yanına gelince, bu da yazılarımda anlatmaya çalıştığım bir hususun özüne dokunuyor. Bu son gelişme ortaya çıktığında koca koca bazı insanlar ‘Lozan Antlaşması’na aykırıdır’ diye demeçler verdiler. Peki ne oldu? Bir ‘deli’ kuyuya öyle bir taş attı ki, ortada kaldılar.

Bu tatlı deli elbette ki sevgili dostum gazeteci-tarihçi Murat Bardakçı’ydı. Lozan Antlaşması’nda Patrikhane konusunda tek bir kelimenin olmadığını yazmak ona kaldı. Tabii Bardakçı, Patrikhane ile ilgili teamülleri oluşturan ‘centilmenlik’ anlaşmasına da değindi. Ama o başka mesele.

Bunları elbette ki birçok kişi biliyordu. Ama öyle anlaşılıyor ki bilmesi gereken bazıları da bilmiyorlardı. Bu yüzden de rahmetli Uğur Mumcu’nun ‘bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma’ tuzağına düştüler.

Peki, bu kişiler Lozan’da Batı Trakya’lı Türkler’den ‘Türk’ olarak değil ‘Müslüman’ olarak bahsedildiğini de bilirler mi? Bugün bu ‘Müslümanlar’ Yunan yasaları nezdinde, yavaş yavaş da olsa, ‘Türklüklerini’ tescil ettirmeye başladılarsa, bunun Lozan değil, esas itibariyle Avrupa İnsan Hakları Konvansiyon’u sayesinde olduğunu bilirler mi?

Konu açılmışken birisi, Lozan Antlaşması’nda, her zaman dikkatimi çekmiş olan, 39. Madde’nin de ne anlama geldiğini anlatırsa memnun oluruz. Eminin birçok kişi bunu da bilmiyordur. Bakın bu madde ne diyor:

(…)

‘Herhangi bir Türk uyruğunun, gerek özel, gerekse ticaret ilişkilerinde din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır.

‘Devletin resmi dili bulunmasına rağmen, Türkçe’den başka bir dil konuşan Türk uyruklarına mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır.’

(Kaynak: Dışişleri Bakanlığı Arşivi)

Yorumlar kapatıldı.