İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kiraz Biçici: Herkes Eşit, Herkes Farklı

Hem eşit, hem farklı… İlk bakışta, sanki birbirini iten, öteleyen iki ayrı vurgu gibi. Ardından herhalde akla ilk gelecek olan şu olabilir; “Farklılıklarımızla bir aradayız” mı denmek isteniyor? Aslında ondan da bir adım ötesi. Belki şöyle ifade etmek daha doğru, “Farklılıklarımızla buradayız ve biraradalığımızda eşitliği içimize sindirebilmekle mümkün.”

Türkiye, farklı kültür, kimlik ve dinlerden insanların ülkesidir. Ama bunu, çok kullanılan bir kavramla, “Ötekilerin ülkesi” olarak ifade etmek de, yine belirleyici bir merkeze göre bir sınıflandırma, tanımlama yapmayı baştan kabullenmek demek. Yani Türklerle birlikte yaşayan, Kürtler, Araplar, Rumlar, Ermeniler, Lazlar, Çerkezler vb…

Tanımlamayı böyle yaptığınızda, “mermerci” zihniyetin karşısına “mozaik”çi bir naiflikle çıkmaktan öteye de gitmemiş oluyorsunuz. Ve demokratikleşme talepleri karşısında, “mermerci” anlayışla duran bir siyasal yapıyı böyle bir duruşla değiştirmek mümkün mü?

Öncelikle farklılıkların yan yana dik durabildiği bir anlayış, ancak gerçek eşitliğin önünü açabilir. Birinin yukarıdan baktığı ve diğerlerinin önünde eğilmesini talep ettiği bir durum, seksenini geçen Türkiye demokrasinin temel karakteridir.

“Herkes eşit, herkes farklı!” sloganı, buna temelden bir itirazdır. Çocuğuna kendi anadilinde isim koyamayan bir Kürt, töre cinayetinin kurbanı olmuş Güldünya Tören ve grev hakları “erteleme” adı altında ellerinden alınmak istenen işçiler, gazeteleri ırkçı güruhun hedefi olmuş Ermeniler “tekçi” siyasal yapının daha baştan hedefe koyduklarıdır.

Farklı kimliklerin, cinslerin, kültürlerin kendilerini eşit bir biçimde var edebildikleri bir siyasal yapıya özlemi ifade ediyor bu slogan. Elbette, tüm dünya açısından olduğu gibi, Türkiye’de de, bu yapı bir hakim sınıf politikasıdır ve değiştirilmesi de, bir başka sınıfın, işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü tutumları ile garanti altına alınabilir. Halkları görmeyen bir anlayış, halkları arkasına alan ve programının merkezine koyan bir başka anlayışla ancak aşılabilir. Demokratik ve halkçı bir yerel yönetimcilik, bu anlayışın yerellerden başlayarak kurulması hedefidir. Türkiye’nin tarihi de bunu desteklemekte ve zorlamaktadır. Ayasofya üzerine “kilise değil camii” kavgasını yapan bir anlayışın uzantısı olan AKP, bugün işi Ayasofya’yı İtalyanlar’a satmayı düşünmeye kadar vardırırken, paraya tahvil bir siyasal anlayışın satamayacağı hiçbir şey olmadığını göstermişti. İşte bu gerçek bile, örneğin bir Ayasofya’ya kendi tarihi açısından farklı anlamlar yükleyen din ve milliyetlerden aklı başında hiçbir insanın içine sindiremeyeceği bir anlayış olarak, bu sloganın karşısındadır. Coğrafyasındaki farklılıkları, satılıp zengin olunacak ganimetler olarak gören bir anlayıştan Türkiye kurtarılmalıdır. Bu yazı yazılırken, geçen habere göre Adıyaman’da 3.8 büyüklüğündeki bir depremde 6 kişinin öldüğü haberi cep telefonuma kısa haber olarak düştü. Bu düzeydeki bir depremin bile can alabildiği bir ülke burası. İnsan şunu sormadan edemiyor. Hakim medya, Adıyaman’da depremde ölen 6 kişiye, İstanbul depremine gösterdiği ilginin devamı olan bir ilgi gösterecek mi acaba? Depremzede Adıyamanlılık, medyanın merkezindekilere gösterdiği ilgiden nasibi alabilecek mi?

Tüm yurttaşlarına, tüm farklılıkları ile birlikte eşit muamele yapan bir demokrasi, ancak onların kuruluşuna katıldığı bir demokrasi olabilir ve böyle bir demokraside “Herkes eşit, herkes farklı!” anlayışı da yaşam bulacaktır. Böyle bir demokrasinin basın yayın organları, daha şimdiden Adıyaman’dan canlı yayına başlamıştı bile.

Yorumlar kapatıldı.