İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

RADIKAL: Tatavla’dan Moda’ya bir karnaval

Fiko buzuki çalıyordu. Klavyede Vangel Bazgalo vardı. Pist tıklım tıklım
dolmuştu. Saçı bigudili hamile mi, belinde kılıcıyla tek gözlü ‘dişi korsan’ mı,
elinde klarnetiyle ‘Roman çalgıcı’ mı, kucağına aldığı ‘kazık kadar’ plastik
çocuğuyla Orta Anadolulu bir ‘kapıcı karısı’ mı, Paris bulvarlarında gezinen bir
‘hayat kadını’ mı, 1960’lardan kalma bir ‘Hollywood yıldızı’ mı, siyah eteğinin
üzerinde dolaşan alev rengi fırfırıyla bir ‘İspanyol dansöz’ mü, keçi sakalını
siyah bir bere ile Fransız entellektüelliğine tamamlayıp kadife ceketinin
altında gizlediği göğüsleriyle bir ‘bohem erkek’ mi, yoksa dar pantolonunun
üzerine kurukafalı korsan figürüyle kırmızı bandana takan ‘iç Akdenizli’ bir
Roman mı?.. Ne istiyorsan, kimi arıyorsan herkes oradaydı.

Sirtakiler, kasap havaları, Rumca napolitenler, valsler, tangolar salonu ‘ayağa
kaldırmış’tı. Sahnede ‘muhteşem bir kadın’ şarkı söylüyordu ama ‘erkek sesli’ydi.
Göğüslerinin tam ortasındaki yapma gülü, eteğinin kemerine sıkıştırdığı
yırtmaçlı elbisesi, siyah dalgalı saçları, hasır örgü şapkası ile karşımızda
duran ‘işte o kadın’ meğer bizim Yanni Klimendakis’miş.

40 günlük ‘Büyük Oruç’

Karısı Tasula tam o sırada ‘tavşan olarak’ kapıda duruyor, gelenlere birazdan
yapılacak çekiliş için ‘şans numarası’ dağıtıyor, daha doğrusu satıyordu. Bir
ara müzik duruyor, bir ‘fırıncı’ elinde torba ile sahneye çıkıp çocuklara birer
birer numara çektiriyor. Bu çekilişte ‘boş yok’. Kimine şemsiye, kimine parfüm
çıkıyor. En çok sevinen de İstanbul-Atina gidiş dönüş uçak bileti kazanan oluyor.
Sonra tekrar başlıyor müzik.

Bu, Rum Ortodokslarının 40 gün sürecek ‘Büyük Oruç’ öncesi düzenlediği bir
karnaval. Adı ‘Apokries’. Bu karnavalda herkes kılıktan kılığa girer, maske
takar, bol bol yer ve içer. Geçmişte, özellikle Galata’nın ve Pera’nın
sokaklarında karnaval geçişi yapılır, dünün Tatavla’sı, bugünün Kurtuluş’unda
bir panayırla eğlence sona erer. Eğlencenin doruğa ulaştığı son gün olan ‘Kathara
Deftera’ yani ‘Temiz Pazartesi’nin ardından’Tessarakosti’ yani ‘Paskalya Orucu’
başlar. İlk gün hiçbir şey yemeden oruç tutulur. Bunu izleyen günlerde,
hayvansal gıda içermeyen yemekler yenilir; zeytinyağlı sebzeler, fava, haşlanmış
otlar, roka, Meryem’in gözyaşlarını temsil ettiği varsayılan mercimek gibi…

Araştırmacı Feza Kürkçüoğlu, Rumların bu karnavalını anlatırken "Tatavla ve
Beyoğlu çalkalanıp dururmuş" diyor, "Karnavalın yaklaşması önce vitrinlerden
belli olurmuş. ‘Bonmarşe’ olarak bilinen günümüzdeki alışveriş merkezlerine denk
düşen büyük mağazalar, vitrinlerini karnaval maskeleriyle süslermiş. Bunlar
kâğıttan renk renk, çeşit çeşit ‘yüzler’miş; inek, keçi, kuş yüzleri. Ve elbet
şapkalar, takma saçlar, külahlar… Bunları karnaval boyunca takanlar ise daha
çok Rum gençleriymiş. Gündüzleri bu gençler karnaval maskeleriyle dolaşır,
geceleri de ‘Daniskalar’ diye anılan, Beyoğlu’nun ‘malum’ sokaklarının, ‘hafif-
meşrep dilberleri’ diye anılan kadınları piyasada arz-ı endam ederlermiş…
Ancak ‘Daniskalar’ karnaval boyunca kendilerini diğer kadınlardan ayıracak
elbiseler giymek ve mutlaka ipek ya da kadifeden yapılmış maskeler takmak
zorundaymış. ‘Kathara Deftera’ diye anılan gün ise İstanbul’un her köşesinden
Tatavla’ya şarkılar, eğlenceler ile gelen Rumlar, burada laternalar, mandolinler,
kitaralar eşliğinde saatlerce dans eder ve elbette soluğu yine Beyoğlu’nda
alırmış. İşte ne olursa bundan sonra olurmuş. İçkinin de tesiriyle geceyi Odeon
Tiyatrosu’nda (Emek Sineması’nın sokak başında bulunan bir zamanların Lüks
Sineması, şimdi yerinde bir kitapçı var) yapılan ‘maskeli balo’ da sonlanırmış.
Balonun sonunda ise eğer çıngar çıkmamış ve karakolluk olmamışlarsa yine
şarkılarla Beyoğlu sokaklarına dağılır ve sabahın ilk ışıklarıyla evlerine
dönerlermiş."
Elbette Kadıköy’deki Moda Kültür Derneği’nin lokalinde Moda Fıkaraperver
Cemiyeti tarafından yüze yakın İstanbullu Rum’un katılımıyla yapılan gecede
kimsenin karakolluk olacak hali yoktu. Yalnızca bir gelenek sürdürülüyordu.
Önceleri sokaklardan alanlara taşan karnaval, yaşanılan sürecin hoyratlığı
nedeniyle renklerinin büyük bölümünü yitiren günümüz Türkiyesi’nde ancak birkaç
salonda geleneksel olarak yineleniyordu.

Dün gibi hatırlıyor

Sahnede kadın kılığında şarkı söyleyen Yanni, ilk gençlik yıllarının
karnavallarını dün gibi hatırlıyor. 1946 doğumlu Yanni. "Mobilyalı laternalar
süslenir, herkes maskeyle gelir, evlerin kapıları çalınır, şekerler, baklavalar
alınırdı" diyor.
Gecede bulunan Beyoğlu’ ndaki Zoğrafyan Lisesi Rumca öğretmeni Stathis
Arseniadis’e göre bu eğlence biçimi, antikçağda Dionysos şerefine yapılan
törenlerden kaynaklanıyor. Bağbozumunda bir taraftan üzüm ezilirken diğer
taraftan şarkılar söylenir, üzümlerin posasıyla yüzler boyanır,saçlara defne
yaprakları ve çiçekler takılırmış.
Arseniadis bu törenlerde takılan maskelerin ardında biraz da insanların gerçek
kimliğini saklama, böylece de dilediği gibi eğlenme duygusunun yattığını
söylüyor.

Ahmet Rasim de 1900’lü yılların başında Pera’da yaşanılan bu eğlencenin
tanıklarından biri. ‘Dünkü İstanbul’da Hovardalık’ adlı kitabında böyle bir
karnavalı anlatırken ‘bütün saflığına rağmen’ maskenin önemini anladığını
belirtir: "Meyyit yokuşunda tırmanırken ilk hayat müjdesini bir evin önünde
kurulmuş olan laternadan aldık. Evden kadın, erkek, birtakım maskaralar
çıkıyorlardı. Ayı kafalı bir herif mahalle çocuklarına saldırıyor, kaçırıyordu.
Elleri tırnaklı bir eldiven içinde idi. Burnuna koskocaman bir hırizma takılmış,
bir kadın, elinde def, zincirini çeke çeke götürüyordu.
O zamanın saflığı ile beraber gene maskenin ehemmiyetini anladım. Maske olmazsa
alenen oynanılmaz, gece bile olsa!"

Moda’daki gecede konuklara ikram edilen yemekleri Rum kadınlar hazırlamış.
Çünkü gecenin geliri Fukaraperver Cemiyeti tarafından 30 kadar yoksula
dağıtılacak. Ancak bu, günümüzde gelişen bir dayanışma değil. Geçmişten gelen
bir davranış biçimi. 1880’de İstanbul’a gelen ve Sultan Abdülhamid’in büyük
oğluna Fransızca dersleri veren Gaskonyalı öğretmen Bertrand Bareilles de ‘İstanbul’un
Frenk ve Levanten Mahalleri’ adlı kitabında bu gelenekten söz eder:

"Bu şenliklerin yararı, afişlerde söylendiği gibi hayırsever bir amacı
olduğunu da hemen ekleyelim. Hasılat, eğlenceyi düzenleyen cemaatin yardım
kuruluşlarına gidiyordu. Pera’da dans edilmeseydi, birçok okul kapılarını kapar,
birçok hastane hasta kabul edemez hale gelirdi. Türkiye’de sosyal devlet diye
bir şey olmadığı için herkes kendi yağıyla kavrulmayı hedeflemek zorundaydı.
Yerel gazeteler her baloya sütunlarca yer ayırır, hanımların isimleri giydikleri
elbisenin rengiyle belirtilirdi." Durum hâlâ değişmediğine göre anlaşılan
Bareilles’in yazdığı yıllardan bu yana coğrafyamızda pek de ‘arpa boyu’ yol
alınmamış.

Kaybolan mozaik

Ama ‘yol alınan’ bazı olumsuzluklar da hiç eksik olmamış. Adım adım
renklerini yitirmiş yaşadığımız coğrafyadaki mozaik. 1940’lı yıllarda Varlık
Vergisi, 1950’li yıllarda 6-7 Eylül olayları, 1960’lı yıllarda Rumların
sürülmesi, 1970’li yıllarda Kıbrıs Savaşı’nın Anadolu’ya yansıması belki de
içinde bulunduğumuz süreçteki hoyratlıkların köşe taşları. Ama bu, yalnızca
Anadolu’da yaşanmadı elbette. Geçmişte Batı Trakya’da yaşanılanlar bu
topraklardakinden daha mı az hüzün verici. Bu güne kadar bazı devletler kendi
topraklarındaki azınlıkları, hem de kendi ülkelerinin yurttaşları olduğunu
unutup karşısındaki devlete karşı bir ‘rehine’ olarak kullanmadı mı? Sonra da
bunun diplomasideki adı ‘mütekabiliyet’ olmadı mı?
Neyse ki içinde yaşadığımız çağ artık demokrasiyi çoğunluk iradesi olarak
algılamıyor. Her ülke kendi azınlığına tanıdığı hak kadar demokratik oluyor ve
kendini her ‘azınlık’ hisseden de artık günümüz demokrasilerinde ‘azınlık’
sayılabiliyor. Ama yine de ‘Azınlık kim’ sorusunun yanıtı hâlâ verilmiş değil.
Aslında sorun da ‘azlık’ veya ‘çokluk’ sorunu değil, ‘varlık’ ya da ‘yokluk’
sorunu.

Geçmişte sokaklara taşan, İstiklal Caddesi’nde karnaval geçişine dönüşen,
Tatavla’da şenlikli bir panayırla sona eren Apokries’i, İstanbul’da son kalan
Rumlar artık birkaç salonda kutluyor. Belki sayıları çok azaldı ama unutmamak
gerekir ki hâlâ ‘var’lar!

Yorumlar kapatıldı.