İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

radikal: O da mı Ermeni çıktı?

YILDIRIM TÜRKER

Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğu iddiasıyla birlikte hayatın, dünyanın, insanlığın, toplum ve cumhuriyet olmanın neresinde soluklandığımız bir kere daha aşikâr olmuştur.

Başta Ermeniler olmak üzere azınlıklara karşı nasıl bir haleti ruhiye içinde olduğumuz üstüne yazılar yazdıkça yok yere suyu bulandırma, Türklükle uğraşmak üstüne bir kariyer oluşturma ve benzeri biçimlerde suçlandığım çok olmuştur. Şunu öncelikle belirtmekte yarar var. Bu memlekette yaşayan ve düşünen ve sözünü dolaşıma sokabilecek bir kanal edinmiş her insanın öncelikli görevi Türkler, Türklük ve Türkiye’yle uğraşmaktır elbet. Irk ve nesep üstüne inşa edilmiş her türlü söylem karşısında yara almak ve itirazını haykırmak her ne kadar çoğunluğun gözünden düşme riski getirse de bu, böyledir. Irksal, dini, cinsel ayrımcılığa çanak tutacak en masum tınılı bir kelime bile dikkatimizden kaçtığında muhtemel vahşetin çivilerinden birini parlatıyoruz demektir.

Şahsen, kendi kökenime yönelik bir merakım hiç olmadı. Belki ana babam da soysopçuluktan şuncacık nasibini almamış kopuklar olduğundan, çocukluğumdan

itibaren insanlara yaklaşma konusunda farklı ölçütlerle beslendim. Hayal meyal hatırladığım birkaç ayrıntı da kimliğimi oluştururken uzanıp tutunacağım saplar sunmadı. Sözgelimi Arnavut bir büyük dayıdan söz edilişine kahkahalarla güldüğümüzü, bu kimliğin dayılardan yalnız birine yakıştırılmasının çarpık mantığıyla eğlendiğimizi hatırlarım. Daha birkaç yıl önce oğlumun adını Ali koyacağımı söylediğimde, babam, ‘Yakışır’ deyip kendi babasının Alevi olduğunu söylemeseydi bu bilgi de bana ulaşamadan silinmiş olacaktı. Evet, babam, Alevi de değildi. Hayata tutunduğu pratiklerden biri dini inancın yolu olmadı. Belki bu yüzden lisedeyken her Asala cinayeti sonrası yüzlerini yerden kaldıramayan; basının başı çektiği ‘Katil Ermeniler’ çığlıklarının zehirlediği havayı solumakta güçlük çekip ezilen Ermeni sınıf arkadaşlarımdan biri hissettim kendimi. Onlara çektirilen acıyı hissedebildim.

Bu topraklarda yaşayıp da nesep ağacında Çerkez, Boşnak ve benzeri kabul görmüş dallar dışında Türk olmayan bir kimliği işaret etmek insanı ‘memnu meyve’ kılıverir. Sözgelimi ilköğrenim ya da lise çağında, bir arkadaş sohbeti sırasında ‘benim anam da Ermeni’, ‘büyük dedem Rum’muş’,

‘Süryani’yim’ cümleleri kurulabiliyor mu? Hayır! Yüce Türk milleti ırkçılığın, ayrımcılığın alfabesini bilmediği için mi acaba?

——————–

Değerli tarihçi ve dilbilimci Pars Tuğlacı, Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğu haberi Hürriyet’te yayınlandıktan sonra bu konudaki fikri sorulduğunda, Gökçen’in yakın arkadaşı olduğunu belirttikten sonra,
“Sabiha da Ermeni olduğunu biliyordu” diyor. Ama Tuğlacı, Gökçen’in tepkiler nedeniyle bunun açıklanmasını istemediğini, kendisine söz verdiği için bildiklerinin hepsini anlatamayacağını da ekliyor. Tehcir sırasında Sabiha’nın yetimhaneye bırakıldığı, Atatürk tarafından orada görülüp evlat edinildiği de tarihçinin anlattıklarından. Aynı anlatıdan, resmi kayıtlarda Gökçen’in babası olarak görülen ve bu iddialar karşısında sıkça adı geçen Hafız Mustafa İzzet’in de kim olduğunun bilinmediği ve bunun doğruyu yansıtmadığını öğreniyoruz. Sabiha Gökçen’e sonradan kurmaca bir nesep haritası çıkarılmış olabileceği anlaşılıyor.

Dünyaya küs safkan Türk ırkının son kalelerinden Emin Çölaşan, her zaman olduğu gibi, kendi gazetesinin yayınından ne kadar müteessir olduğunu yazmaktan kaçınmadı. “Bir gün onun sırtından böyle oyunlar oynanacağı ve Ermeni ilan edileceği hiç aklıma gelmemişti. Ölmüş insanlar yalanlara, iftiralara yanıt veremez…Yazık, ayıp, günah” diye bitiriyordu yazısını. Çölaşan, elbette sarsılmaz delikanlılığıyla “Ermenileri severiz ama asla değildi, Boşnak’tı” diye kıyameti koparanların dikkatini göstermiyordu. Böyle bir İFTİRA karşısında galeyana gelmişti. Bu konu, Ermeni kökenli vatandaşları incitebilir kaygısıyla vakit kaybetmeyen, Ermeni olmayı açıkça bir küfür, bir iftira, bir çamur olarak; Gökçen’in Ermeni olduğu iddiasını da Cumhuriyet, Atatürk ve ilkelerine saldırı olarak görenler bu işin burada bitmeyeceği düşüncesinde. Onlara kalırsa çember iyice daraldı; yakında Atatürk’ün nesebi üstüne de tartışmalar çıkabilir. Bu iddianın kimilerinin ekmeğine yağ süreceğini söylerken işaret ettikleri yerde kimler duruyor Allah aşkına?

Yıllar önce bir öykü dinlemiştim. Tevatür olabilir elbet. Ama tevatürler de yerleşik ideolojilerin karasularında üretilir. Güneydoğu illerimizin birinin anlı şanlı MHP İl Başkanı, anacığının ölümüyle sarsılır, doğu söylencelerine uygun görkemlilikte, benzersiz bir cenaze töreni düzenlemeye
karar verir. Dağa taşa yazılır. Binlerce Türk evladına haber uçar. Merhumenin Ürdün’de yaşadığı bilinen, gelin gittiğinden beri görüşmediği, dolayısıyla kimselerin tanımadığı erkek kardeşi de bir şekilde izi bulunup cenaze törenine çağrılır. Türklük dünyasının bu büyük kaybı karşısında üzüntülerini belirtip taziyelerini sunmak için sıraya girmiş binlerce insanla birlikte tören ülkücülerin muhteşem bir gövde gösterisi olacaktır. Lakin, son anda yetişen dayı, dini kıyafetiyle gelmiş bir Ermeni papazıdır. Onca yıl önce hep bir elden gömülmüş olan ananın sırrı tam da ananın na’şı defnedilecekken ortaya çıkıverir. Değil mi ki tevatür, gerisini de siz kuruverin.

——————–

Bir insanın ırksal kimliğini ömür boyu saklamak zorunda kalması tüylerinizi ürpertmiyor mu? Bu memlekette, insanlığın düsturlarına çalıştığımız şu dönemde Genelkurmay’ın bu tartışmalardan uzak kalmayıp son sözü söyleme gayretini nasıl karşılıyorsunuz? Genelkurmay’ın hâlâ, gözüm üstünüzde, namlum size çevrili diliyle kendi ‘koruma altındaki malı’ kabul ettiği Atatürk ve ilkelerine halel getirebileceğini düşündüğü bu iddialara yanıtını okumuşsunuzdur. “Burada asıl önemli husus, yapılan haber ile neyin amaçlandığıdır. Son zamanlarda Türk medyasının bir bölümünde Atatürk milliyetçiliğine ve ulusdevlet yapısına karşı sürdürülen haksız ve temelsiz eleştiriler yanında, Atatürk milliyetçiliği yerini almak üzere sağlıklı olmayan ve tehlikeli düşüncelere bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde ve sorumsuzca yer verildiği kaygıyla izlenmektedir.” Bu külyutmaz dilin açık ettikleri yeterince açık değil mi? Düşüncelerin doktorluğu görevini sivillere kaptırmaya niyeti olmayan; ‘sağlıksız’, ‘tehlikeli’ düşünceleri şıpınişi saptayıp ilan eden bu dil besbelli nesebimiz konusunda
da yegâne karar mercii. Sabiha Gökçen, Türk kadının sembolüyken Ermeni ilan edilerek nelere saldırılıyormuş bakalım. Milli bütünlüğe ve toplumsal barışa. Türk Hava Kurumu da, “Bilerek ya da bilmeyerek bir Türklük değeri daha yok edilmeye çalışılmaktadır” buyurmuş.

Bu topraklarda yaşayan (daha birkaç gün önce, 1962’den bu yana gizlice faaliyet gösterip onlara düşman muamelesini reva gören ‘Azınlıklar Tali Komisyonu’nun yine gizlice feshedildiğini okuduk) gayrimüslim vatandaşlar ne hissediyor acaba? Onların bu milli birlik beraberlik ve bütünlük tablosundaki yeri nedir? Türk doğmuş Türk öleceklerin hoşgörülerini, tahammüllerini kanıtlamak için köşede sessizce duran ve gerekmediğinde dayak yemeyen yanaşma mı onlar? Sustukları sürece, toplumsal hayatta hiç sivrilmeden ayak uçlarına basarak fısıltıyla yaşadıkları takdirde kazasız belasız bir ömrü garantiye almış olacaklar, öyle mi? Tarihi bir şahsiyetin Ermeni kökenli olduğunun açıklanması resmi dillerden hıyanetin hası ilan edilecek, memleketin Ermenileri gene titreyerek bu dalganın de geçmesini bekleyecekler. Okul kitaplarında Ermenilerin ne aşağılık bir millet olduğuna dair inciler okutulacak ve Türklük değerleri böylece korunacak. Hayır. Değerlerini farklı sıfatlarla adlandıranlar, ayrımcılığın en ufak gölgesine tahammül göstermeyenler çoğalıyor. Çoğalacak!

Yorumlar kapatıldı.