İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

yeni şafak: Sabiha Gökçen tartışması

Kürşat Bümin

İsterseniz, habere ulaşamayan okurlarımızı düşünerek olayı özetleyerek söze başlayayım: Hürriyet gazetesi önceki gün (21 Şubat) şöyle bir manşetle yayımlandı: “Sabiha Gökçen’in 80 yıllık sırrı”. Gazete, “Atatürk’ün manevi kızı”nın Ermeni asıllı olduğunu ileri süren bir iddiayı haber yapmıştı. Gazeteci Ersin Kalkan, iddiaya temel teşkil eden bilgileri Hrant Dink’in genel yayın yönetmenliği yaptığı Agos gazetesinden derlemişti.

Önümüze getirilen iddiaya göre, Sabiha Gökçen, 1915’de yaşanan (adını artık siz koyun) dehşet günlerinde Antep’te babasını kaybedince, annesi tarafından kızkardeşi ile birlikte bir yetimhaneye yerleştirilmiş, yetimhaneyi ziyaret eden Atatürk de kendisini çocuk yaşında (5-6 yaşlarında) evlat edinmişti. Bu bilgileri Agos gazetesine veren de Gökçen’in yeğeni olduğunu söyleyen Ermenistan vatandaşı Hripsime Gazalyan’dı.

Hürriyet’in bu çerçevede verdiği bilgilerin yetersizliği ve hatta tutarsızlığı göze çarpmıyor değildi doğrusu. Mesela, küçük Gökçen’in yerleştirildiği söylenen yetimhane acaba o dönemde Karabekir Paşa tarafından Doğu vilayetlerinde kurulan yetimhanelerden birisi miydi? Küçük Sabiha’nın 5-6 yaşlarında evlat edinildiği söylendiğine göre, Gazi Paşa’nın (çünkü henüz Atatürk değil) 1920’lerin hemen başında yetimhanenin bulunduğu Urfa’nın Halfeti ilçesinin Cibinli köyüne bir ziyarette bulunduğu doğru muydu?

Hürriyet’in haberinde Hrant Dink’ten alınan bir açıklama da yer alıyordu. Dink, söz konusu iddianın kendilerine üç yıl önce ulaştığını, ancak iddialar dayanaktan yoksun olduğu için yayımlamadıklarını, ama aradan geçen süre içinde gerek iddia sahibi Gazalyan’ın elinde bazı fotoğraflarla gelmesi, gerekse yeni ulaştıkları bazı yayınlarda yer alan bilgilerin iddiaları desteklemesi sonucunda olayı haber yaptıklarını söylüyordu.

Ben Agos’un haberin yayımlandığı sayısını görmediğim gibi Hrant’a ulaşıp hikayeyi onun ağzından dinlemeyi de beceremedim. Ulaşabilseydim meselenin aslını daha iyi anlayacak ve yukarıdaki soruları sormama gerek olmayacaktı. Çünkü Hrant, o her zamanki titizliği ve “doğrucu Davut”luğu ile, Hürriyet’in biraz “pembe dizi”ye dönüştürdüğü (hiç kimse kızmasın ama bu böyle; ciddi bir gazete böyle bir iddiayı yanına en ufak bir “dosya” eklemeden, bu derece yüzeysel sunar mı?) haberin aslını bize aktaracaktı. Neyse, daha zamanımız var, öğrenir onu da yazarız…

Hürriyet gazetesi konuya ilişkin yayınını ertesi gün de (22 Subat) sürdürdü. Fakat izin verirseniz, işin bu faslına geçmeden önce Hrant Dink’in gazetenin bir gün önceki sayısında yer alan açıklamasından şu önemli bölümü de aktarmayı unutmayalım: “İddia beni şaşırtmadı, çünkü Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halacoğlu geçen hafta bir gazetede yayımlanan röportajında bu konuya değiniyordu. 1915 olayları sırasında iddia edildiği gibi 1.5 milyon Ermeni’nin öldürülmediğini, bunlardan 644 bin 900’ünün geri döndüğünü söylüyordu. Peki bu Ermeniler nereye gitti? Bunlardan bir kısmı daha sonraki yıllarda göçtü, büyük bir bölümü ise Müslümanlığı seçip topluma karıştı. Okuduğum kaynaklar, ulaştığım kişiler ve bilgiler bana pekçok insanın yaşadığını, kiminin kimlik değiştirdiğini ya da Müslüman olduğunu gösterdi. Sabiha Gökçen’le ilgili iddialar öteden beri cemaat içinde bilinir.”

Hrant Dink’in bu açıklamasını şimdilik bir yana koyalım, çünkü biraz ilerde işimize yarayacak… Hrant’ın belirttiği çercevede özel ve (hatta) kamuya açık toplantılarda anlattığı öyle hikayeler vardır ki, işin bu cephesi dikkate alınmadan “Ermeni meselesi”nin altından kalkabilmek gerçekten mümkün değildir…

Anlaşıldı, yazının sonuna hızla yaklaşmakta olduğumuzdan, Hürriyet’in ikinci günkü yayınını bugün gözden geçirmek imkansızlaştı. Madem öyle, bu konuyu yarına bırakıp, Dink’in “Sabiha Gökçen ile ilgili iddialar öteden beri cemaat içinde bilinir” şeklindeki açıklamasının bana hatırlattığı bir diğer hususa değinerek bugünkü yazıya nokta koyayım:

Gazetemizin Kronik Medya sayfasını izleyenler hatırlayacaktır. Raffi A. Hermonn, Cem Karaca’nın ölümü üzerine kaleme aldığı ve bizim geçen gün “Elmanın diğer yarısı” başlıklı sunuş yazısıyla sayfamıza aldığımız yazısının bir yerinde şöyle diyordu:

“İşte; 70’li yıllarda, Cem Karaca’nın, büyük bir ihtimalle ‘Kır atın Sivaslı Ermeni Fedai Murat’ın simgesi olduğunu’ bilmediği ve dolayısıyla bunu aklının ucundan bile geçirmeyerek bestelediği ‘Beyaz Atlı şimdi geçti buradan’ şarkısı, MİT tarafından ‘Ermeni propagandası yapıyor!!!’ gerekçesiyle yasaklanıyor…”

Yani diyeceğim, görün bakın ülkenin-toplumun “hafızası”nı kimler bekliyor?! Ermeni bir anneden doğma Cem Karaca’nın aklının ucundan geçmeyen “Sivaslı Ermeni Murat”ın sicilini kimler ne titizlikle koruyor?!?!

Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de toplumun “hafızası”nın koruyucuları olarak ortada MİT’in dışında sadece (Hrant’ın da sözünü ettiği) “cemaatler” kalmış…. Aslında ne acı, bir ülke, bir toplum için ne kadar talihsiz bir durum… Bir toplum “hafızasını” ya da “hafızalarını” yenilemeden, birbirleriyle tanıştırmadan, karşılaştırmadan, hesaplaştırmadan bugününü doğru dürüst yola sokabilir mi?

Yorumlar kapatıldı.