RAHİP SAHAG MAŞALYAN
Dünya barışını ancak dinlerarası diyalog sağlayabilir
Geçen 15 Ocak Perşembe günü Hilton’da kamuoyunun giderek aşina olduğu dinlerarası diyalog görüntülerinin en çarpıcılarından birine daha tanık olduk.
Bu ülkenin dinsel mozaiğini oluşturan cemaatlerin dini liderleri – İstanbul Müftüsü, Rum ve Ermeni Patrikleri, Yahudi Hahambaşısı, Katolik kardinaller – iftar sofralarından artık görmeye alışkın olduğumuz bir şekilde tekrar bir araya gelerek tüm dünyaya dostluk ve barış mesajları ilettiler. Kültürlerarası Diyalog Platformu’nun düzenlediği “Üç Semavi Dinde Ortak Ahlaki Değerler ve Terör” konulu panelde terör ve din bağlantısı ele alındı. Bir kez daha dinlerin hiçbir terör eyleminden dolayı sorumlu tutulamayacağı gerçeği dile getirildi.
Dinlerarası diyalog zorunluluk
Dinlerarası diyalog hareketi elbette ki dinsel liderlerin yan yana gelip yemek yiyerek aile fotoğrafı çektirmesine indirgenemez. Derinlerde çok daha ciddi işbirliği arayışlarının olduğu bir gerçektir. Çünkü günümüzün küçülen dünyasında semavi dinler doğal gelişimlerinin sınırlarına varmışlardır. Bundan böyle tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yan yana, hatta iç içe var olmak zorundadırlar. Dünya dinleri, bizim neslimizde kaçınılmaz tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyadır. Ya kendi oluşturdukları medeniyetlerin çatışma kıvılcımı ya da onların kucaklaşan kolları olacaklarının bilincine varmışlardır (inşallah). Barışma ve uyum arayışında olan inançlı kişiler, özellikle 1960’lardan bu yana karşılıklı diyalog çerçevesinde bir araya gelerek dünyanın pek çok ortak bireysel ve toplumsal sorunlarının çözülmesine katkıda bulunmaya çalışmaktadır. Burada prensip, farklı dinlere mensup insanların, inanç ve düşüncelerini birbirine zorla kabul ettirme yoluna gitmeden, birbirlerine sıcak ve hoşgörü ile bakabilmesi, ortak meseleler etrafında konuşabilmesi, tartışabilmesi ve işbirliği yapabilmesidir.
Dinlerarası Diyalog hareketi tarihi bir zorunluluktur. Küreselleşme kadar kaçınılmaz bir olgudur. Dinlerarası diyalog küreselleşmenin çocuğudur da diyebiliriz. Ama ebesi maalesef dinsel terör, kültür çatışmaları, gericilik ve bağnazlık olmuştur. Dinin başka amaçlarla kullanılması, özellikle şiddet, ayrımcılık ve terör adına gündeme çıkması bu diyalog sürecini hızlandırmıştır.
Küreselleşme daha çok bir süreç olarak tanımlanıyor. Zaman içinde gelişen, büyük bir hızla her yere yayılan ve kesinlikle kaçınılamaz bir gelişme olarak algılanıyor. Oysa o daha çok bir devrimi andırıyor. Belki de insanoğlunun tanık olduğu devrimlerin en karmaşığı. Dünya devrimi adına layık ilk gerçek devrim. Dünya devrimi olan küreselleşme bir ölçüde yerküredeki herkesin güvenliğini tehdit etmektedir.
Beliren bir sorunu gidermenin en alışıldık yolu geçmişi tekrarlamaktır. Küreselleşme olgusunun olumsuzluklarına karşı geliştirilen tepkilerden pek çoğu maalesef geçmişin şiddet, terör, gettolaşma, fundamentalizm ve gericilik taktiklerini tekrarlamak şeklinde beliriyor. İnsanlar bunu bazen daha iyisini bilmedikleri veya öngöremedikleri için yapıyorlar. Oysa küreselleşme öyle sorunlara gebe ki, klasik, alışıldık çözümler ve geçmişe sığınmak çözüm olmaktan çok yeni sorunlar üretmektedir. Dünyamız yaratıcı çözümleri beklemektedir. Yaratıcı düşünce geçmişe çivilenip kalmakla değil, ondan gerekli dersleri alıp, bugünü iyi kavrayıp, geleceğe hazırlanmakla olur.
Dinsel şiddet, bağnazlık ve terör de bir çözüm arayışıdır, ama yanlış zamanda ve yerde; kötülüğü, iyiye ulaşmanın bir aracı olarak görme yanlışına düşmektir. Terörizm, özünde kötülüğü barındıran, bulaşıcı ve acımasız bir tohumdur ve her tohum gibi ekildikçe acıyı ve şiddeti çoğaltır. Onu kullananlara ve uygulayanlara getirdiği tatmin ve başarı sadece bir göz aldanmasıdır. Deniz suyu içerek susuzluğu giderme çabasıdır
Küreselleşmenin oluşturduğu istikrarsızlıklara bazen böylesi dinsel ve ideolojik tepkilerin oluşması da normaldir. Bunları küreselleşmenin önündeki engeller değil, daha sağlıklı bir dünya için diyalektik bir katılım olarak görmek gerekir. Her kötüden bir iyi çıkar, derler. 11 Eylül olayıyla doruğa tırmanan bu kötülük, bağrından tüm insanlığı daha büyük tehlikelere karşı uyaracak bir alarma dönüştü. Nereye gidiyoruz? Uygarlığın en yüksek insanlık değerlerini barındıran dinler bir yıkım aracı mıdır? Bizi yaratıcıya götürmek ve insanı hayvandan meleğe dönüştürmek için tasarlanmış dinsel yollar, medeniyetler çatışmasının dinamosu mu olacaklar? Tüm sevgi jargonuna rağmen dinler, özellikle semavi dinler, yıkımın, bölünmenin ve ölümün aracına mı dönüşecekler? Bir avuç dini fanatik ve estirdikleri dinsel terör, sayıları yüz milyonları ve hatta milyarları bulan evrensel dinleri temsil edebilir mi? Ya da, dinler sütten çıkmış ak kaşık mıdırlar? Şiddeti besleyen malzemeler içeriyorlar mı? Dinlerin kullandıkları kutsal metinler ve tarihsel idealler ne ölçüde terörü destekler niteliktedir? Varsa eğer bunları ayıklamanın ve kitlelere sunmanın pedagojik yöntemleri nelerdir? İşte bunlar tüm dinlerin önüne dikilen ve belki de tek başlarına asla üretken bir yanıt geliştiremeyecekleri ve ancak dinlerarası diyalog çerçevesinde yanıtlanabilecek dev sorulardır.
İşte bu bağlamda Dinlerarası Diyalog hareketi dünya barışına yeni, yepyeni çözümler getirme arayışıdır. Geçmişte onun benzerini bulamazsınız, ve bu hareket, eğer planlananlar gerçeğe dönüşürse, insanoğlunun yeryüzünde ulaşabildiği en büyük uygarlık başarısı ve en soylu erdem olacak. Bu hareket henüz daha çocukluk evresini yaşıyor, belki de bir bebek, acemiliğiyle pek çok insanın yüzünde tebessüm yaratıp, etkinliğinden şüphe edilen sıradışı bir fenomen. El yordamıyla yürüyor şimdilik. Çok engeller ve muhalifler var önünde. Onu başlatanlar ve sürdürenler bile ürkek. Çünkü geçmişte bir örneği olmayan, gerçekten yepyeni ve gerilim yaratan bir yaklaşım. Bizim kuşağımız hiç yürünmemiş bu yolu döşemek ve yürümek zorundadır.
Oysa eskinin, o dinsel kompartımanlarla bölünmüş dünyasında ne kadar rahattık! Her şey siyah ve beyazdı. Herkes kendi dininin tek ve gerçek din olduğundan ve Tanrı’nın sadece kendi mabedinde bulunduğundan; oraya doluşanlara kolay yoldan cenneti sunacağından, oraya gitmeyenleri de kısa yoldan cehenneme yollayacağından gayet emindi. Sadece biz kurtulacaktık ve bir gün tüm dünya bizim dinimize dönecekti tarihin sonunda. Küçülen dünya şüpheler uyandırmaya başladı içimizde. Yaratıcının kimi insanlara öz baba, kimineyse üvey baba olacağı inancı içten içe sarsılmaya başladı. Kitaplıklarımız artık başka inanışların da bizim inancımıza ne kadar yakın olduğunu anlatan kitaplarla dolu. İçte yaşayan Tanrı bireysel olarak yaklaşmaya başladı hepimize. Artık O’nun hiçbir dinin tekelinde olmadığını ve O’na sadece mabetlerde değil ama evde, sokakta, fabrikada, okulda, plajlarda, dağların doruklarında ve dünyanın her yerinde ulaşabileceğimizi biliyoruz. Antropoloji, etnoloji ve karşılaştırmalı din çalışmaları, Yaradan’ın dünyanın hiçbir yerinde evlatlarını, Kendisi hakkında koyu bir karanlıkta bırakmadığını ve hakikat ışığının bir kısmıyla aydınlattığını gösterdi.
Diyalog barışın teminatı
Üstelik şimdi biz daha iyi anlıyoruz ki dinlerin çokluğunda derin bir gizem saklı, belki de bu çokluk Tanrı’nın önümüze koyduğu bir bilmecedir, insan aklına sunulmuş bir paradoks, çetin bir ceviz. Aklın ulaşamadığına sevginin ulaşabileceğini biz iyi biliyoruz. Dinlerarası diyalog, “bir Tanrı ama pek çok din nasıl bağdaşır?” paradoksunu sevgi, hoşgörü, anlayış ve iletişim yoluyla çözme girişimidir. Aslında çağlar boyu peygamberler, filozoflar, barışseverler ve din mücadelelerinde acı çeken milyonlar hep bunu düşlediler, ama dünya onlar için bu ideali gerçekleştirmek için yeterince küçük değildi. Şimdi Tanrı küreselleşme sürecindeki bu dünyayı avuçlarımıza koyuyor, onu birleştirelim ve insanlığın bütün ütopyalarını gerçekleştirelim diye. Yoksa bu küre elimizde yanan bir topa dönüşecek.
Dinlerarası diyalog tarihin en çetin meydan okumasıdır insan aklına ve yüreğine; ama dünya barışına bizi taşıyacak en elzem köprülerden biri de budur sanıyorum.
ERMENİ ORTODOKS KİLİSESİ RUHANİ MECLİS İKİNCİ BAŞKANI
Yorumlar kapatıldı.