İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ragıp Zarakolu: Bu Hazımsızlık, Bu Kin Neden?

Ragıp Zarakolu

Yakın bir dostumdan gelen şu mesajı okuyunca irkilmemek, utanç duymamak mümkün değil. Türkiye’de bir şeylerin düzelmesi için, yaşamın insanileşmesi için yıllardır mücadele veriliyor, önemsenmesi gereken adımlar da atılıyor. Ama bazı çevreler de, her düzlemde yaşamın olağanlaşması, cumhuriyetin demokratikleşmesi, yurttaş haklarına saygının yerleşmesi sürecine taş koymak için elinden geleni yapıyor. Bana ulaşan mesaj şöyle: “ABD’de ‘Columbia’ ve ‘Yale’ üniversitelerinde ‘Felsefe’ ve ‘Siyasal Bilimler’ bitiren, Türkiye’nin ‘Çirkince’ adlı eski Rum köyünde arta kalmış ve çirkinleştirilmiş evleri, sevgili ve idealist demokrat Türk eşi, Müjde ile, kolları sıvayıp, pırıl pırıl evler restore eden, küçük pansiyonlar inşa eden, kısacası dünya çapında bir ‘Şirince köyü’ne döndüren, cumhurbaşkanlarının ve başbakanların kaçak, yani imâr hakkı olmayan devasa beş yıldızlı otellerin açılısına katıldığı, ülkenin yarısının kaçak inşaat olan ülkede, evinin bahçesinin bir köşesinde, bir odacık yaptığı ve bu odacığı kaçak yaptığı için 11 (on bir) ay hapis yatan ve hapiste de ‘Türkçenin en önemli etimolojik sözlüğünü’ hazırlayan ve Hıncal Uluç gibi yazarların ‘Yahu, adamı resmen sırf Ermeni olduğu için, içeri attık ya … Yuh olsun bize !’ diye yazıların yazıldığı, Türkiye’nin en ucuz ve en orijinal otelleri üzerine, sayısız kitaplar yazan, basan ve bunları İngilizce ve İspanyolca, yabancı ülkelerde satılmasına fırsat veren, yerel arazi mafyasının tekerine çomak soktuğu için, ‘istenmeyen adam’ ilan edilen ve sevgili hanımıyla ‘Ne yaparsanız yapın, biz bu ülkeyi seviyoruz ve dünyaya sevdireceğiz !’ diyen Sevan Nişanyan ve eşi, bu kez ordu tarafından, evlerine el konuldu, iyi mi?”

ANKA Ajansı ise olayı şu kısa haberle duyurdu: “Türkiye’de küçük otel sektörünün öncüsü olarak tanınan Sevan ve Müjde Nişanyan’ın İzmir’in Şirince köyünde restore edilmiş köy evlerinden oluşturduğu Nişanyan Evleri ile birlikte kendi yaşadıkları ev, İlçe Jandarma Komutanlığı’nın emriyle kapatıldı. Gerekçe olarak, evlerin yapı ve iskân ruhsatlarının bulunmaması gösterildi. Sevan Nişanyan, ‘Köyde bulunan dokuz pansiyon ve 15 lokanta arasında yapı ve iskân ruhsatı olan kimse yok. Yarısı gecekondu. Bu, işin bahanesi. Esas neden benim Ermeni olmam’ dedi.”

Bir başka haberde ise şöyle deniyordu:

“Türkiye’de küçük otel sektörünün öncüsü olarak tanınan Sevan ve Müjde Nişanyan’ın İzmir Şirince köyünde bulunan Nişanyan Evleri adlı oteli bugün (8 Ocak 2004) İlçe Jandarma Bölük Komutanlığı’nın emriyle kapatıldı. Küçük Oteller Kitabı’nın yazarları olan Sevan ve Müjde Nişanyan, ‘Türkiye’de insancıl turizmin öncüleri’ olarak tanınıyorlar. Restore edilmiş köy evlerinden oluşan Nişanyan Evleri’nin yanı sıra, Nişanyanların Şirince köyünde üç çocuklarıyla birlikte yaşadıkları kendi evleri de jandarma birliklerince mühürlendi. Kapatma kararına gerekçe olarak Nişanyan Evlerinin yapı ve iskân ruhsatlarının bulunmaması gösterildi. Beş evden oluşan Nişanyan Evleri’nin bazıları Nesin Vakfı’nın mülkiyetinde bulunuyor. Otel gelirlerinin bir bölümü vakfın yardıma muhtaç çocuklar için Çatalca’da kurduğu çocuk evinin desteklenmesi amacıyla kullanılıyor. (Çatalca’daki Nesin Vakfı da az basılmadı, taciz edilmedi, kolluk güçlerince. y.n.) Nişanyan Evleri hakkında daha önce de İzmir Valiliği tarafından yıkım emri çıkarılmıştı. Sevan Nişanyan 2001-2002’de ‘sit alanında izinsiz köy evi restore etmek’ suçundan on bir ay hapis yattı. Nişanyan Evleri iç ve diş basında çıkan çeşitli yazılarda ‘Türkiye’nin en güzel küçük oteli’ olarak nitelendiriliyor. ABD’de yayımlanan Open Road: Türkiye adli popüler gezi rehberinde Nişanyan Evleri Türkiye’nin en çok görülmeye değer on noktasından biri olarak tanıtılıyor.”

***

Bütün dünyada devletler kültür ve tarih mirasına sahip çıkan girişimlere destek çıktığı gibi, ödüller veriyor. Bizim ödülümüz ise, önce hapsetmek, sonra da işinden, evinden etmek. Nişanyan çifti, başlarına geleni olay haline getirmemek için, olayı klasik çevrelerin, “bak, biz demedik mi, bunlar değişmez” diye yorumlamalarını engellemek için ellerinden geleni yaptılar, bunu bir çeşit “trafik kazası”, “istisnai” bir olay saydılar.

Ama bazı malum çevrelerin onları rahatsız etme konusunda kararlı oldukları anlaşılıyor.

Bu çevrelerin kim olduğu aslında herkesin malumu. Ama her nedense, askeriyede “solcu”, ya da “dinci” diye temizlikler yapılır zaman zaman. Bu bir yerde olağan da sayılabilir, militarizmin farklı bir mantığı olduğu için. Ama hiç duydunuz mu, birisinin, Allah’ın bir kulunun “ırkçı” ya da “faşizan eğilimli” diye atıldığını.

Eğer resmi Atatürkçülük acısından örnekler ile konuşacak olursak, Mecliste bir milletvekilini vuran, sonra bu kez cezalandırılacağını anlayınca Çankaya’yı basmaya giderken, çatışmada ölen, Karadeniz çetesi Topal Osman’ın heykelini ’90’li yıllarda diken kafa ile nereye gidilebilir. Bu hangi hiyerarşi ile, “Ata’nın anısına saygı” ile açıklanabilir?

Türk ırkçılığının babalarından olan Dr. Rıza Nur, “Hatıralar”ında Topal Osman’ı kıyımları ile göklere çıkarırken, Anadolu Rumlarından kalan bütün mimari mirası, “bir daha geri dönerler” gerekçesi ile, taş üstünde taş bırakmamacasına, yıkmayı önerirken, ve bunu yapan bir valiyi överken, Mustafa Kemal başta, cumhuriyeti kuran tüm kadronun kökeni ile, özel hayati ile uğraşır. Ne İsmet’i bırakır, ne diğerleri. Ama Atatürk’ün ölümünden sonra, İsmet Paşa’nın eski İttihatçılara ve diğerlerine çıkardığı af sonucu Türkiye’ye döner.

Şimdi, bu kafalar mı Atatürkçü, hadi canim sende. Yeni İttihatçılık çoktan hortladı da, bize üstü boyanarak yutturulmaya çalışılıyor.

Şimdi birileri çıkıp da, “1915’te başlatılan arındırma yöntemleri, halen başka boyutta sürüyor” dese, buna hayır diyebilecek misiniz?

Hâlâ bir kan davası mı sürdürülmek isteniyor?

Bu hazımsızlık, ve kin neden?

Ve ne zaman bitecek?

Yorumlar kapatıldı.