İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

yög: İLK FEMİNİST ERMENİ HAYGANUŞ MARK´IN (1885-1966) Hayatı, düşünceleri ve etkinlikleri

“Eğitimli ve aydın bir insan olan belediye reisi, bizden öğrenecek değil elbet; ancak unutmuş olmalıdır ki kadınlar da savaşmaktalar… Belki erkekler gibi 50-60 yılda bir tesadüfen çıkmış olan bir muharebede değil; fakat, insanlık soyunu kendi fedakarane görevleriyle çoğaltmak için her daim savaşmaktadırlar. (…) Hamilelikte veya doğum sırasında ölen kadın sayısı az mı? Bu bir savaş değil mi? Benzerlerini katletmenin vahşiliğini değil, kendini feda etmenin tanrısal eylemini barındıran nazik bir savaş. Ayrıca kanlı savaş meydanlarında kadınlar da hastabakıcılık ve hemşirelik yaptılar, yapıyorlar. Bu da gerçek askerliktir!”

MELİSSA BİLAL/LERNA EKMEKÇİOĞLU/
BELİNDA MUMCU

Yıl 1927… Bu sözler, feminizmin bir “adalet feryadı” olduğunu söyleyen ve kendini ilk feminist aktivist Ermeni kadını olarak tanımlayan, yazar ve yayıncı Hayganuş Mark’a ait. Muhatabı ise dönemin İstanbul Belediye Başkanı. Türk Kadınlar Birliği’nde verdiği bir konferansta, kadınların erkeklerle eşit olamayacaklarını iddia eden Belediye Başkanı, bunun nedeni olarak, kadınların askerlik yapmamalarını ve savaşa gitmemelerini gösterir. Demeci, ertesi gün tüm gazetelerde yer alır.

Hayganuş Mark, o dönemde “kadın dünyasını ilgilendiren her konuyla meşgul olmak” amacıyla kurulan Hay Gin (Ermeni Kadını, 1919-1933) dergisinin editörüdür. Mark, hemen ertesi gün, yukarıda bir kısmı alıntılanan “cesur” yazıyı yazar. Bu yazının yayımlandığı günün gecesinde, evine gazeteciler doluşur. Yazı, Hil‰l-i Ahmer gazetesinde yayımlanır ve şehirdeki tüm dergilerde, Mark’tan ve cesaretinden söz eden yazılar yer alır.

Kadınla erkeğin eşit olup olmadığı sorusunun, yabancı ülkelerde çözülmüş olduğunu söylediği bu yazıda Mark, konuyu, artık “sofraya getirilemeyecek kadar soğumuş bir yemek”e benzetir.

HAYGANUŞ MARK’IN YAŞAM ÖYKÜSÜ

Hayganuş Mark, 19. yüzyıl sonlarında (1885) Pera’da, İstanbullu bir anneyle, Vanlı bir babanın kızı olarak dünyaya geldi. Eğitimine Sörler (rahibeler) Okulu’nda başladı ve Esayan Okulu’nda devam etti. Okuldaki Ermenice derslerine olan tutkusundan dolayı, mezun olduktan sonra, iki yıl Ermenice dersi aldı. 1900 yılında Yedikule Ermeni Hastanesi Yetimhanesi’nde 4 yıl yatılı yardımcı öğretmenlik yaptı.

19 yaşında, “Gahorranı” (Salıncak) adlı yazıyla, Ermenice yayımlanan Manzume-i Efk‰r dergisinde başlayan yazı hayatı; şiirler, hik‰yeler ve kadınlar için çıkardığı dergilerle devam eder. Mark’ın yazılarındaki dili kullanma becerisi ve fikirlerinin akıcılığı, “İstanbul Ermeni aydın çevreleri” tarafından, bu yazıların bir erkek yazara ait olabileceği şeklinde yorumlanmıştır. Hatta, Mark’ın belirttiğine göre kimileri, çalıştığı yetimhaneye kadar gelerek kendisini şahsen görmek ve kadın olduğuna inanmak ister.

1905’te kendisine yapılan bir teklif üzerine, zaten yayımlanmakta olan Dzağig (Çiçek) dergisini bir kadın dergisine çevirir ve yayımlandığı iki yıl boyunca derginin editörlüğünü yapar. Dzağig, yayın hayatına “yalnız kadınlarla ve kadınlar için” sloganıyla başlar, ancak ne yazık ki, bu hayal gerçekleşemez. O günlerde bunu başarabilecek kadro bulunamadığından, dergide erkek yazarlar da çalışır; fakat yazılarını, kadın isimleriyle imzalamak şartıyla…

Mark ve eşi Vahan Toşigyan, 1907’den 1909’a kadar İzmir’de kalıp Arşaluys (Gün Doğumu) ve Artzakank (Yankı) dergilerini yayımlarlar. Mark, Dzağig’in misyonunu bu iki dergide kadın sayfaları hazırlayarak devam ettirir.

Mark, 1909’da eşiyle birlikte İstanbul’a döner ve Meşrutiyet’ten sonra yeniden açılmış olan çeşitli hayır kurumlarında ve kadın derneklerinde çalışır, Nigoğosyan Kız Okulu’nda Ermenice ders verir.

1915’ten 1918’e kadar hiç yazı yazmaz.

1919’da, tam 14 yıl aralıksız yayımlanacak olan kadın dergisi Hay Gin’i yayımlamaya başlar. Dergi 1933’te kapanınca büyük hayal kırıklığına uğrar ve dört yıl boyunca tek bir satır yazamaz. Burada belirtmeliyiz ki Mark, dergisinin “aniden” kapanmasından duyduğu derin üzüntüyü “kızımı kaybetmiş gibiydim” sözleriyle ifade etmiş, buna rağmen kapanma nedeni üzerinde durmayıp “herkesin bildiği bir sebepten dolayı” demekle yetinmiştir. Bununla beraber, Isdepan Şahbaz, Beyrut’ta yayımlanan Yeridasart Hayuhi (Genç Ermeni Kadını) dergisinde, Mark’ın ölümü dolayısıyla yazdığı yazıda, derginin devlet tarafından kapatıldığından bahsetmiştir. Şahbaz’ın belirttiğine göre Mark, yazarlarının özgürlüğüne saygılıydı, dergisine içeriğine hiç katılmadığı yazıları dahi alırdı ve İstanbul’un o dönemi için en “cesur” sayılacak yazıları yayınlamaktan çekinmezdi.

HAYGANUŞ MARK’IN BÜYÜK İDEALİ: HAY GİN

Döneminin Türk feministlerinin siyasal hak taleplerine paralel olarak Hayganuş Mark, Ermeni milletinin yönetim konseylerine kadınların da alınmasını talep eder. Mark, özellikle kadınları ilgilendirdiğini düşündüğü aile, evlilik, boşanma ve miras işleri gibi konuları düzenleyen Muhakeme Konseyi’nde kadınların yer almamasının büyük ve affedilemez haksızlıkların yaşanmasına sebep olduğunu belirtmiştir. Mahkemeye davacı olarak gelen kadınların “doğal” utangaçlıklarıyla acılarını ve şik‰yetlerini açıkça ifade edemediklerini ve bunun, haklı oldukları davaları dahi kaybetmelerine sebep olduğunu söylemiş ve eklemiştir: “Bu durum ayrımcılığın açık bir göstergesiydi.” Konseylere kadınların alınması gerektiğine dair yazdığı bir yazıyla, kendi deyimiyle, “bütün kadın dünyası çalkalanır.” Birçok yerden kendisine destek mesajları gelmektedir. Hay Gin, Muhakeme Konseyi’ne kadın üye alınması için çok çalışır, fakat başarılı olamaz. Çünkü, bu konseye kadın üye alınması talebi, Umumi Meclis tarafından, adaylık için hukuk bilgisinin şart olduğu gerekçesiyle reddedilmektedir.

Diğer yandan, Hay Gin’in ve kadınların muhalefetiyle, Cemaat Merkezi Yönetimi, Maarif Konseyi’nde iki kadın üyeye yer ayırma “lütfunda” bulunur. Fakat kadınlar asil üyeler değil, sadece “yardımcı üyeler” olabileceklerdir. Zabel Asadur ve Hayganuş Mark’a teklif götürülür. Mark’ın belirttiğine göre, daha deneyimli olan Sibil, ilk anda bu teklifi reddeder, kendisi ise “yardımcı üyelik” şartına itiraz ederek eşit haklarla üyelik talep eder ve şu şartı ileri sürer:

“Cemaatin tüm idari işlerinin düzenlendiği 1876 Nizamnamesi’nde kadınlar hakkında hiçbir madde olmadığına göre, konseylere üye olmaları durumunda ‘yardımcı üye’ olabilecekleri konusunda bir maddenin olması da imkansızdır. Nizamnamede ‘ulusun üyesi 21 yaşından büyük her birey’ dendiğine ve kimse de kadınları ‘ulusun üyesi’ olmaktan dışlayamayacağına göre, kadınların konseylerde bulunmaları, iddia edildiği gibi kanunlara aykırı değildir.”

Mark’ın “şartı” kabul edilir ve kendisi, konseye asil üye olarak tekrar davet edilir. Kabul eder ve toplantıya gider. Bir erkek grubundan oluşmuş olan konseyde başkan söz alır ve “kanunla belirtilmediği için kadınların yönetim kurulu üyesi olamayacaklarını” söyler. Bunun üzerine Mark şu cevabı verir: “Ey efendiler! Eğer Sibil teklifinizi kabul etmiş ve şu anda, şu toplantıda bulunuyor olsaydı, aranızdan hanginiz yalnızca erkek olduğu için şu başkanlık koltuğunda oturma cesaretini gösterebilecekti?”

Mark, kendisine verecek cevap bulamayan kalabalığı arkasında bırakarak salonu terk eder. Daha sonra bu olayı, konseylerin tarihine geçen bir sabıka olarak nitelendirmiş ve kadınların buralarda var olamamalarını her zaman büyük bir kayıp ve haksızlık olarak görmüştür.

Mark derginin, gittikçe Ermeni kadınının “evi” haline geldiğini belirtmiştir. Anlaşılan o ki, bu evin kirlenmemesi için çok çaba göstermiştir. Kendisine birçok yerden gelen, bir kurumun ya da organın yayını olma tekliflerini veya propaganda yapılması “ricalarını” reddetmiştir. Belirttiğine göre, amacı dergiyi “siyasi” akım ve etkilerden korumaktır. Gelen tekliflere hep aynı yanıtı verir: “Eğer Hay Gin bir bayrak altında yaşayacaksa, bu ancak kadınlık bayrağı olabilir!”

Hayganuş Mark’ın feminist söylemi ile dönemin Türk feministlerinin söyleminin paralelliğini gördükten sonra aklımıza gelen soru, “bu kadınlar birbirlerini tanımışlar mıydı, birbirlerini okumuş, birbirlerinden etkilenmişler miydi?” oldu. Cevapların izini ararken, Mark’ın verdiği ipuçlarından yararlandık.

Kendisinin belirttiğine göre, kadın-erkek eşitliği konusunda Belediye Başkanı’na verdiği cevap üzerine (1927), Hayganuş Mark, Türk Kadınlar Birliği’ne davet edilir. Bu davet, o sırada İstanbul’da bulunan, Uluslararası Feminist Kadınlar Birliği Genel Sekreteri İsviçreli Ann Stis tarafından, Türk Kadınlar Birliği adına yapılır. Mark teklifi başlangıçta reddeder, bunun sebebi aynı vatanı paylaştığı Türk kadınları tarafından doğrudan çağrılmamış olmasıdır. Fakat Stis, kendisinin onlar adına konuştuğunda ısrar edip büyük bir içtenlikle teklifi yineleyince Mark, kabul eder.

Yine kendisinin belirttiğine göre, ertesi gün tüm Türk gazeteleri Türk Kadınlar Birliği’nin Hay Gin’in editörünü üyeliğe davet ettiğini yazar. Fakat birliğin başkanıyla görüşmüş olan bir gazete, birliğe üyeliği Mark’ın kendisinin teklif ettiğini iddia eder. Bunun üzerine Mark, Stis’e gidip sözünü tutamayacağını söyler; böylesine onur kırıcı bir davranış yalnız kendisini değil, temsil ettiği Ermeni kadınını da hedef almaktadır. Stis’in artık söyleyebileceği bir şey yoktur, İsviçre’ye döndüğünde yazmaya ve Mark’ı Feminist Kadınlar Birliği’yle ilişkiye geçirmeye söz verir. Fakat erken ölümü bunların gerçekleşmesini engeller.

Özyaşam öyküsünde, bu olayla ilgili yazdığı yazıda Mark’ın böyle bir dayanışmanın gerçekleşememesinden ötürü müteessir olduğunu belli eden bir ton vardır. Türk Kadınlar Birliği’nin kuruluş programının 5. maddesinde, birliğe “kadınlığın tealisini arzu eden her Türk ve Müslüman hanım”ın üye olabileceği yazılıdır. Yani bir Ermeni kadının derneğe üye olması aslında hukuka aykırıdır. Fakat görünen o ki, birliktelik ve dayanışma noktası yakalandığı bir anda da hukuk harici engellerle karşılaşılmıştır.

Bir akıl hastanesinde yalnız ve unutulmuş bir durumda ölen (1958) Nezihe Muhittin’le aynı kaderi paylaşarak Yedikule Ermeni Hastanesi’nde öldüğünde (1966) Mark yalnızdı. Kendini farklı biçimlerde yeniden üreten bu hik‰yenin aslında neyin hik‰yesi olduğu bizi bu araştırmaya iten soru oldu.

Osmanlı kadınları arasında, bir avuç eğitimli kadın, 20. yüzyılın başlarında, özellikle de II. Meşrutiyet döneminde, kendilerini feminist olarak tanımladılar. Farklılıklarıyla, benzerlikleriyle “kadınlık mefkžresi” yolunda mücadele verirken, “adalet feryatları” attılar, meydanlara çıkıp seslerini duyurdular. Ne yazık ki, bu öncü kadınların sesleri, “tarih” yazılırken bastırıldı.

Kadın tarihçiliği, işte bu “tarih” yazımının bilgi üretme süreçlerini elinde tutan güç odaklarına eleştirel bir bakış açısıyla doğmuştur. Bu eleştiri çok genel olarak, “tarih” denen şeyin erkek deneyimlerinin ürünü olduğundan ve bu erkek deneyimlerinin tarihinin insanlığın tarihi olarak sunulduğundan hareket etmiştir. Çözümleme aracını “toplumsal cinsiyet” olarak alan “kadın tarihçiliği”, “kadın” kategorisi üzerinden yeni bir tarih yazımına olanak vermiştir.

*Bu makale Toplumsal Tarih dergisi Üniversite Öğrencileri Tarih Yarışması’ndan üçüncülük ödülü almıştır.

İLK AKTİF ERMENİ

Mark kendini, feminist olarak nitelendirdiği bir silsilenin halkası olarak görür. Bu silsileyi takip ettiğimizde, 18. yüzyılın ortalarına kadar geliyoruz. Mark, “zincir”in en önemli halkalarından birinin, yazılarında Sibil imzasını kullanan Zabel Asadur (1863-1934) olduğunu söyler. Sibil, Anadolu’da kız okulları açmak ve bu okullara öğretmen yollamak amacıyla Azkanıver Hayuhyatz Ingerutyun’u (Milletperver Kadınlar Birliği) kurmuş, daha sonra birliğe Mark’ı da davet etmiştir. Sibil ve Mark, birliğin feshedildiği tarihe, 1915’e kadar beraber çalışmışlardır. Birçok kadına esin kaynağı olmuş olan Sibil, kızların eğitimine adanmış bir başka kuruluşu, Tıbrotzaser Dignantz Ingerutyun’u (Eğitimsever Kadınlar Birliği) annesiyle birlikte kurmuş olan Sırpuhi Düsap’tan (1842-1901) etkilenmiştir. Düsap, Ermeni edebiyatının ilk kadın romancısı ve ilk feminist yazarıdır. Mark’ın belirttiğine göre, kadının sosyal ve hukuksal durumu hakkında yazan ve bu uğurda mücadele veren Düsap’ın fikirleri, dönemin aydınlarına pek de o kadar eğlenceli gelmemiş, polemiklere neden olmuştur. Yıkıcı eleştirilere, kızının ölümü de eklenince Düsap, derin bir suskunluğa bürünmüştür. Mark’a göre, “Düsap’ın soylu öncülüğü böylece teoride kalmış, hayata geçirilememiştir.”

İlk Ermeni kadın yazar ise, İstanbul’da yayımlanan ilk kadın dergisi Gitar’ın (1862) editörü Elbis Gesaratzyan’dır (1830-1911). O da, döneminin erkek aydınları tarafından çok eleştirilmiş, dergisini yedi sayı sonra kapatmak zorunda kalmıştır.

Yorumlar kapatıldı.