Cumhuriyet’in 80’inci Yılında Uluslararası Vakıflar Sempozyumu’nun ikinci gününde de Patrik Hazretleri sempozyumu izlemeye devam etti. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Lale Sirmen’in başkanlığındaki oturumda Ankara Hukuk Fakültesi’nden Doç. Dr. Hüseyin Altaş “Türkiye’de 1926-1967 tarihleri arasındaki vakıf sistemi”ni açıklayan bir bildiri sundu. Daha sonra Yargıtay Üyesi Ali Em yeni Medeni Kanun’a göre yapılan vakıflarla ilgili mevzuat hakkında bilgi verdi. Üçüncü konuşmacı Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ata Sakmar cemaat vakıflarıyla ilgili hukuki düzenlemelerden bahisle cemaat vakıflarının ne olduğunu açıklayarak “1936 Beyannamesi sorunun’nu” irdeledi. Yapılan uygulamaların yanlış uygulama olduğunun altını çizdi. AB uyum yasaları çerçevesinde çıkarılan 4771, 4778 sayılı kanunların ise cemaat vakıfları açısından ilk bakışta olumlu görünmelerine rağmen yakinen incelendiğinde hiç de öyle olmadığını, bu kanunların Anayasa’ya, laiklik ilkelerine, Lozan Antlaşması’na ve İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduklarını hatırlattı. Prof. Sakmar “Demokratik bir düzen içine girmek için Türkiye’nin iç barışa ihtiyacı var. Kendi içinde barışık olmalı ki dış dünyayla da huzurlu bir anlaşma içersinde olsun. Gayrımüslim vatandaşlarımızı birer düşman olarak görmeyelim. Onların da Türk varlığının bir parçası olduğunu kabul edelim” dedi.
Son konuşmayı yapan Avukat Kezban Hatemi ise vakıflarla ilgili hukuki düzenlemelerden bahsederken cemaat vakıflarıyla ilgili yeni yasanın bu vatandaşların müktesep haklarının göz önünde tutulmamasının anayasanın ve uluslar arası antlaşma ve sözleşmeleriyle güvence altına alınmış olan eşitlik prensibini zedelediğini söyledi.
Marmara Grubu Stratejik ve Araştırmalar Vakfı Başkanı Akkan Süver sunulan bildirileri değerlendirme konuşmasını yaparken, azınlık vakıflarına diğer vakıflardan daha fazla hak tanınmasının doğru olmayacağını söyledi.
Tartışma sorularından sonra Patrik Mesrob II Hazretleri’ne söz verildi. Patrik Hazretleri konuşmasında şunları söyledi:
“Değerli Dostlar,
Sayın Başbakan Yardımcısı’nın ve Vakıflar Genel Müdürü’nün davetiyesini alınca, temsilci göndermem ayıp olur düşüncesiyle bu sempozyuma şahsen katılmaya karar verdim, bunu yaptığıma da memnunum çünkü çok şey öğrendim ve müzakereleri de heyecan ve ilgiyle izliyorum. Bana burada söz verileceği daha önceden söylenmemişti, bu nedenle hazırlıklı değilim.
Türkiye’deki halen en kalabalık gayrımüslim cemaatinin dini reisi sıfatıyla da olsa sizlere hitap etmek üzere kürsüye çıktığımda ilk aklıma gelen şu oluyor: Daha ağzımı açmadan zaten dezavantajlı durumdayım. Azınlık olarak sonuçta her konuda konuşabilmem gayet zor. Bazı ulusal gazetelerde yayınlanan anket sonuçlarına göre, Türkiye insanının %70’i gayrimüslim, Ermeni, Rum veya Süryani komşu istemediğini beyan etmiş. Bunu zaten birkaç dakika önce hissettiğimi söylememe izin veriniz. Dostumuz Dr. Akkan Suver Beyefendi, az önce, azınlık cemaati vakıfları sanki herhangi bir TC vatandaşından daha fazla imtiyaz istiyormuş anlamına gelebilecek bir çıkış yaparak, böyle haksız bir uygulamanın barış değil çatışma getireceğini söyleyince, sözleri buradaki hazirunun büyük bir bölümü tarafından hararetle alkışlandı. Akkan Beyefendi ayrıca azınlık cemaati vakıflarının diğer vakıflarla aynı uygulamalara tabi olduklarını iddia ettiler.
Efendim, ben açıkça beyan edeyim burada: Gerçek hiç de öyle değil. Uygulamalar kesinlikle farklıdır. İşte bu nedenle, vakıfların yeniden yapılandırılma çalışmalarında, cemaat vakıflarının mal edinmesinde diğer vakıflara uygulanan hükümlerin aynen tatbik edilerek eşitliğin sağlanması cemaatimin isteğidir. 70’li yıllardan beri kabul edilemez uygulamalar neticesinde cemaat vakıflarının kaybettiği malların akıbeti konusunda da cemaatim tatmin edici bir çözüm beklentisi içersindedir.
Hepimizin TC nüfus hüviyeti cüzdanı, aynı olduğuna göre, Ermeni asıllı insanlarımız da anayasa ve kanunların sağladığı tüm vatandaşlık haklarından yararlanmayı tabii olarak arz ve talep etmektedir.
Cemaat vakıfları kuruluş şekli itibarıyla diğer vakıflardan farklılık arz etmektedir. İhtiyaç hasıl olmuş, zamanın devletine baş vurulmuş, bu müesseseler padişah fermanlarıyla cemaatin yararlanması ve sahiplenmesi için tesis edilmiştir. Daha sonra 1920 ve 1930’lardaki Cumhuriyet kanunlarına göre de statüleri Vakıflar mevzuatına uydurulmuştur.
Ancak bu vakıfların 80 yıldır bir çözüme kavuşamayan sorunları vardır. Adı üzerinde, cemaat vakfı. Bunların vakıf yönetim kurulları üyeleri seçimle iş başına gelmektedir. Ancak bunun önünde önemli bir engel vardır. Semt ya da bölge sınırlaması getirilmekte, ve bu vakıfların yönetici seçiminde cemaat zorluklarla karşılaşmaktadır. Dünyadaki Ermeni Kilisesi’nin başlangıç yeri Kayseri’dir, yani Kayseri’nin yeri mezhebimizde önemlidir, ancak Kayseri’de yeterli sayıda Ermeni kökenli vatandaşımız kalmadığından, bu kilisemizin vakıf yöneticilerini seçimle yenilemek olanak dışı kalmaktadır. Diyarbakır’ daki kilisemizin, Hatay’ın Kırıkhan ilçesindeki kilisemizin ve İstanbul’daki bazı kiliselerimizin durumu da böyledir. Halbuki bunlar, o semtte oturan Ermeni kökenli vatandaşların malı değildir, bunlar Türkiye’deki tüm Ermeni cemaatine aittirler. Bu mesele vakıf mevzuatına mı, yoksa başka bir mevzuata mı bağlıdır, açıkçası bu beni ilgilendirmiyor. Mevzuat her neyse, düğümler nerede oluşmuşsa, devleti yönetenlerin bunu tespit edip çözmeleri, olumlu yaklaşmaları cemaatimin beklentisidir.
Daha başka sorunlarımız da var tabii ki. Bu sorunların başka ülkelerdeki haksız uygulamalara karşılık yaratılmasını doğru bulmuyorum. Bu gibi hatalı uygulamalar bizleri ilgilendirmemelidir. Diğer ülkelerdeki haksız uygulamaları insan hakları açısından değerlendirdiğimde üzüntü duymadığımı söyleyemem. Haksızlığa uğrayanlar bazen kadınlar, bazen belli bir etnik kökene veya renge ait insanlar, bazen sokaktaki kimsesizler, dullar ve yetimler olabilir. Hepsi için üzülüyor ve insanca yaşayabilmeleri için dua ediyorum. Fakat her şeyden önce bizim kendi vatandaşlarımızın sorunlarını hallederek, tüm vatandaşlar arasındaki eşitliği sağlamamız bir gerektir.
Sözlerimi bitirirken görev başındaki TBMM üyelerine ve Hükümet’e özel olarak teşekkür etmek istiyorum. 80 yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk olarak gayrımüslim cemaatlere bu kadar ilgi ve şefkat gösteriliyor. Meclis’te Sayın Elkatmış’ın başkanlığında bir komisyon kurmakla yetinilmedi, komisyon üyeleri İstanbul’a kadar gelip cemaatlerin yaşamını, sorunlarını yerinde tespit ettiler, bizlerle de istişarede bulunduktan sonra iyileştirme çalışmalarına başladılar. Sayın Başbakan Yardımcısı’nın himayesinde Sayın Yusuf Beyazıt başkanlığındaki Vakıflar Genel Müdürlüğü de aynı yaklaşımı göstermektedirler. Bu başarılı sempozyum da çok yararlı ve isabetli olmuştur. Tüm iyileştirme, güncelleştirme, yasama ve uygulama çalışmalarında kendilerine yürekten başarılar diliyor, teşekkür ediyorum.”
Öğleden sonraki “Uluslararası alanda vakıflar” ve “Vakıf Kültür değerleri” başlıklı oturumlara Patrik Hazretleri yapacağı ziyaretler nedeniyle katılmadı. Oturumları Patriklik hukukçularında Avukat Setrak Davuthan ve Avukat Sebuh Arslangil izlediler.
Patrik Hazretleri ve kendisine eşlik edenler saat 19.30’da Başbakan Yardımcısı ve Vakıflardan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in Ankara Kalesi’ndeki tarihi mekanda verdiği yemekli davete katıldılar. Kardeş kilise temsilcilerinin ve konukların katıldığı yemekte konuşan Bakan Şahin, tüm katılımcılara teşekkür etti ve vakıflarla ilgili düzenlemelerin yapılacağı çalışmalara hız verileceğini ilave etti. Avukat Kezban Hatemi ise konuklar adına söz alarak kendilerine gösterilen hüsnükabul için teşekkür etti ve Bakanlığın yapacağı vakıfları yeniden yapılandırma çalışmalarında başarı dileklerini iletti.
Yorumlar kapatıldı.