LEYLA İPEKÇİ
Etyen Mahçupyan’ın Zaman gazetesinde ve Mahir Kaynak’ın CNN Türk ekranlarında üzerinde durdukları ortak noktayı yeniden hatırlayalım önce: “Terörün hedefi, yarattığı tepkilerdir. Yani terör, ona gelecek tepkiler içine katılarak kurgulanan bir faaliyettir.” Buradan hareketle, ülkemizde patlayan bombaların “özgürlüğümüze ve dünya görüşümüze karşı duygusal bir tepki” olmaktan veya Türkiye’yi bir şeriat devleti haline getirme arzusundan çok daha karmaşık anlamlarının olduğunu öngörmek durumundayız. Bunu derken sakın birtakım komplo teorilerinden bahsedeceğim sanılmasın. Yalnızca Mahçupyan’ın altını çizdiği yerden yola çıkıyorum:
“Bizim tepkilerimizin terörün vazgeçilmez ve tamamlayıcı bir parçası olduğunu fark etmekte yarar var (…) Dolayısıyla bizi hem sokakta hem de devlet olarak pasifize eden ‘uzman’ yaklaşımlarının teröre hizmet ettiğini görmek gerek.”
Acaba hiç farkında olmadan bu ‘uzman’ yaklaşımların kullandığı dilin tuzağına düşmüyor muyuz biz de? Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilme döneminde başgösteren terör saldırılarında, anahtar kelimenin Kur’an olduğuna inananlardan ve bunu savunurken kendi zihin dilinin nasıl da ayrımcılığı beslediğini görmeyenlerden bahsediyorum. Bütün suçu Kitap’ta bulanların tepemizde patlayan bombalar kadar zihnimizi hasara uğratacağı apaçık. Zira Kur’an’a kalpten bağlı olan, ama teröristlerin çıkarmak istediği anlamları çıkarmayarak terörü lanetleyen milyonlarca Müslüman yaşıyor yeryüzünde.
Teröristlerin dini kendi karanlık emellerine alet ettiklerini görecek kadar Kitab’ı okumuş ve yorumlamış milyonlar var. Hatta denildiği gibi, dünyada ne kadar Müslüman varsa o kadar Kur’an var. Çünkü bu kul ile Yaradan arasındaki tekil bir ilişki. Bazı dindarların örtünmesi, bazılarının örtünmemesi gibi. Kapanan herkesin salt “siyasi emeller”le kapandığına inandığımız sürece türban meselesini çözemediğimiz gibi, kutsal kitabın bir dindarın iç dünyasında ne anlam taşıdığını merak etmediğimiz sürece de Müslümanlık’la terörizmin birlikte anılmasını isteyenlerin tuzağına düşer dururuz.
Zihnimize hükmeden dil, kutsal kitapta yazılanlara kalben bağlanmış herkesi potansiyel terör sempatizanı olarak gösteriyor. Bu yaklaşıma teslim olursak, örneğin Kürt meselesinde ne yapacağız? Kürt kökenlilere hak ettikleri bütün hakların verilmesi için çabalayan herkesi PKK sempatizanı mı sayacağız?
Radikal İki’de, Rıfat Bali’den öğrendiğimize göre aşırı sağ ve İslami kesimin zihinsel dünyasını esir alan antisemitizm üzerine bir kitap da MHP ve ülkücü hareket tarafından ‘el kitabı’ haline getirilebiliyor örneğin. Bali haklı olarak bu tür kitapların suçu (veya terörü) meşrulaştırmak için alet edilmesi karşısında bizi uyarma gereği duyuyor. Fakat yine dikkatli olup dilin tuzaklarına düşmemek elimizde. Kur’an’a itaat eden herkesi terör sempatizanı ilan ettiğimizde olduğu gibi, bu kez de Şaron’un halihazırdaki politikalarını kınayan herkesi antisemit ilan ederek işin içinden çıkamayız çünkü.
Tuzaklara düşmememek
Öte yandan belgesellerde, canlı yayınlarda kullandıkları terimlerle zihnimize asıl hükmeden dil ‘Batı medyası’nın dili. Ve elbette tuzaklarla dolu. Edward Said’in sözleriyle ifade edersek: “Şark’daki insanların ‘bizim’ gibi olmadığı ve ‘bizim’ değerlerimizi takdir etmedikleri gibi -ki geleneksel Şarkiyatçılık dogmasının temel düşüncesi- iyi örgütlenmiş bir genel kanı olmadan savaş da olmazdı.” O halde her ikna kampanyasının kendi kutsal kitabı olduğunu hiç unutmamakta fayda var, tuzaklara düşmemek için.
Dönelim Kur’an’a… Bombalı saldırı düzenlemeyi ve bu saldırıda ölerek
‘cennette bir yer garantilemeyi’ aklının ucundan geçirmeyen sayısız dindarı Kur’an’ı benimsediği için yargılamaya kalkışırsak, bu bizi totaliterizme kadar götürebilir kolaylıkla. (Tanrı’yla kurulan böyle bir hizmet-rüşvet ilişkisi gerçek bir dindarın yaklaşımı, bir kutsal kitabın yolu olabilir mi zaten?) Bizler ille -Kitapsız- bir dünya görüşüne sahibiz diye, görüşümüzü benimsemeyen herkesin terörizme alet olacağını neye dayanarak iddia edebiliriz? Böyle bir önyargının Bush’un “ya bizimlesiniz ya onlarla” yaklaşımından farkı var mı? Bush’un ‘önleyici savaş’ doktrinine, yani suçu işlemeden engellemenin binbir karanlık ve faşizan yöntemine de çanak tutmuş olmuyor muyuz hiç farkında olmadan?
Terörizm tohumunu kayıtsız şartsız kutsal kitaplarda aramanın bizi düşüreceği başka tuzaklar da var: Eğer bazılarının dediği gibi Kur’an yolu eninde sonunda kan dökmeye götürüyorsa, kan dökmeyen onca kitap ehli Kur’an’ı yanlış mı yorumluyor demektir? O zaman sormazlar mı; Kur’an’a itaat eden herkesin terörist sempatizanı olduğuna inanıyorsanız, kimlerin düşünce özgürlüğü için mücadele ettiniz bunca zamandır? Yalnızca sizin gibi düşünenlerin mi?
Yorumlar kapatıldı.