Eser Karakaş
Geçen hafta sonu Mardin’e yaptığım bir gezi uzun süredir aklımda olan bir konuya yönelik yazı yazmama neden oldu.
Mardin gezisi sırasında bir kez daha görme olanağı bulduğum Deyr-ül Zaferan ve Deyr-ül Umur manastırları ülkemizin zengin tarihsel birikimini bir kez daha çok çarpıcı bir biçimde bana hatırlattı.
Bölgede (Mardin, Midyat, Diyarbakır) binlerce seneden bu güne yaşayan bir Süryani nüfus var.
Bu toprakların en eskisi olan bu insanlardan bugüne Midyat’ta yetmiş, Mardin’de yüz aile kalmış.
Diyarbakır’da da tek-tük süryani ailesine rastlanıyor.
Bir-iki de Süryani köyü mevcut.
Bu insanlar bu bölgeye dilleri, inançları, taş ustaları, kuyumculuk dehaları ile damgalarını vurmuşlar.
1970’lerden sonra ise hem Devlet’in olumsuz bakışı, hem de PKK baskısı sonrası binlerce yıldır oturdukları bu topraklardan kopmuş ve başta İsveç olmak üzere yabancı ülkelere göç etmişler.
Bu Anadolu insanlarının göç ettikleri topraklara çok da uyum sağlayamadıklarını duyuyorum.
Benim çocukluğum 1950’li ve 1960’lı yıllarda Kadıköy-Mühürdar’da geçti ve mahallemde Rumlar ve Ermeniler ile birlikte büyüdüm, top oynadım ve bu insanlar da bugün büyük çoğunluğu ile artık doğup büyüdükleri bu toprakları terk ettiler.
1942 varlık vergisi faciası, 1955 6-7 Eylül olayları, 1964 ve 1974 Kıbrıs meseleleri göç sürecini hızlandırdı ve İstanbul’da bugün topu topu ikibinden biraz fazla Rum kaldı.
Bu insanların gitmesi ile Türkiye, kim ne derse desin, daha kavruk, daha renksiz, daha coşkusuz, daha az keyifli bir ülke oldu.
AB üyeliğine doğru ilerleyen bir Türkiye’de artık daha büyük çapta toplumsal projeler gerçekleştirmenin zamanı geldi diye düşünüyorum.
Özellikle 1955 yılından sonra ülkemizi, ülkelerini terk eden bu insanlara bir geri dönüş çağrısı yapmanın tam da zamanı.
Büyük bölümü hala Türkiye Cumhuriyeti pasaportu taşıyan bu insanlara eski evleri restore edilerek geri verilmeli, uzun vadeli ve çok düşük faizli krediler ile bu insanların bu topraklarda yeniden iş kurmaları sağlanmalı.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kaynakları bu projeye yeter; ancak Dünya Bankası gibi kuruluşların da böyle bir projeye destek vereceklerine inanıyorum.
Mardin-Midyat-Diyarbakır üçgenine geri dönecek elli bin Süryani’nin bölge ekonomisine, yaşam düzeyine ve estetiğine yapacağı katkıları bugünden ölçebilmek dahi kanımca olanaksız.
İstanbul’a geri dönecek yüzbin Rumun İstanbul’u nasıl bir Dünya merkezi haline getirebilicekleri ortada.
Cumhuriyet’in sekseninci yılını kutladığımız bu günlerde Türkiye’nin korkularından başka korkacak şeyi olmadığına inanıyorum.
Daha kozmopolit bir Türkiye, İstanbul ve Güneydoğu AB üyeliğimizin, laikliğin, çağdaşlığın, toprak bütünlüğünün olsa olsa güvencesi olur.
Başbakanlığı döneminde Sayın Özal da böyle bir fikri ileri sürmüş ancak arkası gelmemişti.
20. yüzyılın kavgalarını, kırgınlıklarını geride bırakmanın ve geleceğe daha güvenle bakmanın yolu Türkiye’nin kendisine güvenmesinden geçiyor.
Korkacak tek şeyimiz korkularımız, bu unutulmamalı.
Yorumlar kapatıldı.