En çok hatırladığımız anılarımızdan biri utanç anlarımız. Onları hiç unutamıyor, hatta hatırladıkça bile kızarıyoruz. Yaptığımız bir sakarlık, kırılan bir pot,… Bazen kültürlerin, çevrenin getirdiği baskılar bize yeni “utanç” nedenleri verebiliyor.
Toplum içinde ağırbaşlı olmak, toplum örf ve kuralların göre giyinmek, ciddi durmak, ölçerek tartarak konuşmak bize öğretilmedi mi? Yaşı minumum 25/30 olanlar dahi bundan payını almıştır. Zaman zaman gençlere, bluğ çağındakilere kızsak da, bugünün çocukları fırlama, edepsiz desek de ben onlara biraz imreniyorum.
Haklarını aramaları, isteklerini dile getirmeleri ve en güzeli doğal olmaları çok güzel değil mi? Bize, misafirliğe gittiğimizde aç mısın diye sorarlarsa açlıktan ölsek de tokum dememiz gerektiği öğretilen bir jenerasyondanız. Daha doğal ne olabilir ki? Açsam, açım. Bu cevabı veren çocuğa kızmalı mıyız? Ya da beğenmediğinde “ayy ne güzel şey tam da istediğim gibi” yalan yere güzel demek mi doğru? Sahte duygular üretip göstermek mi terbiye.
Artık son yıllarda özellikle teknolojide yaşanan değişimlerin yeni ve artık eskilerle çok da fazla kıyaslanmaması gereken bir jenerasyon yarattığını anlamalıyız ve kabul etmeliyiz. Bakın University of California’nın bir araştırmasından birkaç sonuç: Çocukların Internet ile tanışma yaşı 5, ana dil yaşında ikinci bir dili konuşma yaşı 6, çocukların %84’ü günde 3 saatin TV başında geçiriyor, 7 yaşındaki çocukların %73’ü cinselliği doğru tanımlıyor. Bunlar sadece birkaç veri. Ama çok şey söylüyor.
Belki artık orta yaş ve üstünü teşkil eden bireylerinde biraz rahatlama ve hayata biraz da alaycı gözlerle bakma zamanı. Belki de bir çocuk gibi yeniden öğrenme ve sorgulama vakti. Öyle ya birçok şey artık gençlik yıllarındakine hiç benzemiyor. Belki ara sıra kıravatları söküp sokaklarda aylak aylak dolaşma vakti, belki de yaşıtlarınızın size gülerek bakacağı hatta alaya alacağı aktivitelere katılma zamanı.
İnsanların hakkımızda ne düşündüğüne kitlenip kaldığımız anda hayat da bizi kitliyor. Kalıplar içinde fırında pişmiş kurabiyelere dönüyoruz. Toplum aman yanlış anlamasın diye renksiz, zevksiz karakterleri üzerimize giyiyoruz. Sonra da aradan birleri zincilerini kırıp çıktı mı, bir de başarılı oldu mu önce hayıflanıyor sonra da başlıyoruz yermeye. Aslında kendimizi yeriyoruz cesaret edip istediğimiz hayatlara yelken açamadığımız için. Aslında kendimize kızıyoruz yaptığımıza değil, yapmadıklarımıza duyduğumuz pişmanlıklar için.. Aslında kendimize kızıyoruz bir gün eşimiz kapıyı açında elimizde bir gülle diz çöküp, avare bir aşık gibi “Seni seviyorum” diyemediğimiz için…
Bir iki dakika geriye bakın yaptıklarınız mı yoksa yapamadığınız içinizde kalanlar mı sizi daha çok üzüyor hırpalıyor. Sadece tek bir şeyi hatırlayın… Tek bir hayatınız ve tek bir şansınız var… Hiçbir an geri gelmeyecek…
Yorumlar kapatıldı.