İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

sabah: Heybeliada´daki okul

ABD, 1971’den bu yana kapalı olan Heybeliada Ortodoks Ruhban Okulu için bir kez daha girişim başlattı. Bir kez daha diyoruz, çünkü son 10 yıldır ABD belirli aralarla konuyu ısrarla gündeme getiriyor.

Örneğin 1994 Nisan’ında Başkan Clinton, dönemin Başbakan’ı Tansu Çiller’e mektup göndererek, “Heybeli’deki okulun açılması için çaba harcaması” çağrısı yaptı.

Bunu 1997’de Başbakan Mesut Yılmaz’ın ABD gezisi sırasındaki talep izledi. Başkan Yardımcısı Al Gore, Yılmaz’a “Okulun açılmasını bekliyoruz” dedi. Yine o dönemde Dışişleri Bakanlığı, Yılmaz Hükümeti’ne (55’inci Hükümet), Ruhban Okulu konusunun Türkiye’nin dışarıdaki imajını gereksiz yere zedelediği, sorunun çözümlenmesinin, üstelik bu çözümün ABD Kongresi’nden er-geç gelecek baskılar öncesi bulunmasının, Türkiye’nin dış ilişkileri açısından olumlu ve yararlı olacağı yönünde görüş bildirdi.

Ne var ki, 28 Şubat sürecinin ürünü olan o hükümette bazı bakanlar “İmam-hatiplerin orta kısımlarını kapatırken papaz okulu açılmasını seçmenlerimize anlatamayız” diye direnince, girişim yarıda kaldı.

AB’nin de gündeminde

Başkan Clinton 1999’da Türkiye gezisi sırasında yeniden “bastırdı”, hatta “Buradan Atina’ya geçeceğim. Sizin için çok büyük bir maliyeti olmayacaksa, Yunanistan’a bir jest yapar mısınız” diyerek Ruhban Okulu için söz koparmaya çalıştı. Clinton, Türkiye’den cebinde jestle ayrılamadı ama kendisine “Bir formül bulduk, okulu açacağız” güvencesi verildi. O formül ne öğrenilebildi, ne de hayata geçirilebildi.

ABD’nin bundan önceki Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, görev süresi boyunca, özellikle de geçen yıl Ruhban Okulu için epey mesai harcadı. Şimdi sıra halefi Eric Edelman’da…

Bu sadece ABD cephesi. Bir de AB’nin girişimleri var ki, sıralamaya kalksak karşımıza hayli uzun bir liste çıkar. Sadece 5 Kasım’da açıklanacak İlerleme Raporu’nda bu konunun “olumsuzluklar” hanesinde altı çizilerek yer alacağını belirtmekle yetinelim.

Sorun biraz karmaşık. Özetlemeye çalışalım.

Heybeliada Ruhban Okulu, kiliselere rahip yetiştirmek amacıyla Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı olarak 1844’te açıldı. 4 yıl lise, ardından 3 yıl teoloji, yani yüksek din eğitimi veriyordu. 1971’de Anayasa Mahkemesi özel üniversitelerin devletleştirilmesi kararını verince, bir tercihle karşı karşıya kaldı Ya Türk üniversitelerinden birine veya bir ilahiyat fakültesine bağlı olarak varlığını sürdürecekti ya da kapıya kilit vuracaktı. Patrikhane kapatmayı tercih etti. “Biz üniversite değiliz” itirazları da dini eğitim ve öğretim yapan özel okul açılmasını yasaklayan 625 sayılı yasaya takıldı.

Jeste karşılık formül

Şimdi gerek Başbakan Erdoğan, gerek Dışişleri Bakanı Gül ve gerekse Milli Eğitim Bakanı Çelik’in ılımlı yaklaşımları, bu yasal engelleri aşacak bir formülün bulunduğu (acaba Clinton’a sözü edilen formül mü?) izlenimi veriyor. Ancak yine açıklamaların satır aralarından anlaşıldığı kadarıyla, hükümet formülü “tek taraflı” uygulamaya niyetli değil. “Karşı taraf”ın da adım atmasını istiyor. “Karşı taraf” sadece Batı Trakya Türkleri’nin din adamlarını özgürce seçmelerini engelleyen Yunanistan değil. Onun da ötesinde AB’den esaslı bir jest beklentisi ya da talebi var.

Strateji doğru; ancak pek de uzun bir zamana yayılmamalı.

Zira uluslararası hukuk kurallarındaki yeni düzenlemelerden sonra, azınlıklar ve hakları konusu, hızla insan hakları sorununa dönüşmeye başladı. Başımız ağrıyabilir.

Keşke her şey Heybeli’de mehtaba çıkmak ya da mehtaba çıkanların şarkısını söylemek kadar kolay olsaydı…

Mesajlarınız için: esafak@sabah.com.tr

Yorumlar kapatıldı.