BİA Haber Merkezi
21/10/2003 Neşe OZAN
BİA (İstanbul) – Tarih eğitimi çocuk istismarının bir aracı mıdır? 2002 yılı Ağustos ayında Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullarda “asılsız soykırım iddiaları”nın okutulmasını buyurmasıyla öyle bir süreç başladı ki, anne babalar, tarihçiler, eğitimciler …. hepimiz artık bu soruyu sormak durumundayız.
“Asılsız soykırım iddialarıyla mücadele” adı altında ders kitaplarına eklenen pasajlar, çocuk beynini belli tarihsel yargıları kesinlikle sorgulamayacak biçimde programlamayı hedefliyor.
Amaç şu: Birtakım soykırım iddiaları vardır ve çocuklar bunların asılsız olduklarına inanmalıdır. Bu fikri benimsetmek amacıyla olsa gerek, kitaplar başta Ermeniler olmak üzere Hıristiyan azınlık kimlikleri hain ve düşman ilan ediyor.
Tarih herkesin durduğu noktaya, baktığı yere göre değişebilir tabii; ama ders kitaplarında karşılaştığımız şey tarihten çok, kurabiye hamuruna benziyor. Olaylar istenildiği gibi evrilip çevrilirken, rakamlar bir uzuyor, bir kısalıyor; mekanlar bir kitapta orası, bir kitapta burası.
Pandora’nın Kutusu Açıldı
Geçmiş yıllarla kıyaslandığında, ekleme bölümler arasında en geniş yeri Ermeni tehcirinin kapladığını görüyoruz. Örneğin 2000 yılı ilköğretim 7. sınıf sosyal bilgiler kitabı “asılsız iddialar” konusuna hiç girmemiş. (1) 2001’de yine 7. sınıf için belirlenen ders kitabında konuya ilk sıcak temas başlıyor; dış tehdit bölümünde Yunanistan’ın adı açıkça telaffuz edilirken, yanı sıra bir de Ermeni tehdidinden bahsediliyor:
“Türkiye’yi parçalayarak topraklarımız üzerinde bir Ermeni Devleti kurmak isteyen Ermeni tehdidini de unutmamak gerekir. Ermeniler, gayelerine ulaşmak için asılsız iddialarla devletimizi kötülemektedirler.” (2)
Bu aşamada çocuğun kafasında anonim bir Ermeni kimliği ve tehdit kavramının birleşik bir imge olarak yaratılması yeterli bulunmuş olsa gerek. Pandora’nın kutusu asıl 2002 yılında açılır.
İlköğretim kitabında Ermeni tehciri artık dört tam sayfanın konusudur. 2003’e geldiğimizde, bu kez de eklemelerin ciddi bir revizyona tabi tutulduğunu gözlüyoruz. “Asılsızlık” konusunda tereddüt yaratabilecek anlatımlar, hatta veriler birdenbire değişiverir.
Deyim yerindeyse, giderek sertleşen, akıl ve izan dışı bir noktaya doğru evrilen bir tutumla karşılaşırız. Revizyon işleminin yeni baskıya yetişmediği durumlarda, 2002 baskısının içine sekiz sayfalık bir “ilave” yerleştirilerek satıldığına tanık olmak mümkün. (3) Kitap aynı olguya “A” derken, içindeki ilave “Z” diyebiliyor. Tarih, atışın bu kadar serbest olduğu bir disiplin midir?
Tereddüde Geçit Yok
İlköğretim 7 sosyal bilgiler kitabına göre Ermeni tehciri “hem askeri bir zorunluluk, hem de insani bir görev” (4) haline gelmişti. Lise son İnkılap Tarihi ise tehciri “çok yerinde bir karar” (5) olarak değerlendiriyor. 2002’den bir ders kitabına döndüğümüzde ise, bu yargılar hakkında soru işareti uyandırabilecek bazı bilgilere rastlıyoruz:
“Batı Anadolu Bölgesi’ndeki il yöneticilerinin hemen tümü hükümetin zorunlu göç emrini kendi bölgelerinde uygulamayı kabul etmemişlerdir.” (6) Yani memleketin valilerinin üçte biri böyle bir uygulamayı insani görmemiştir. Aynı kitapta halkın bir kesiminin de farklı düşündüğünü okuyoruz: “Pek çok yerde halk komşuları, dostları olan Ermenileri evinde sakladı ve korudu.” (7) 2003 kitaplarında böyle ifadelere rastlanmaz. Çocuk tehcirde tartışılacak bir şey olabileceğini aklına dahi getirmemelidir.
Rakamların Dansı
2002 kitabına göre “göç ettirilenlerin toplam sayısının 800 bin olduğu sanılmaktadır”. (8) Aynı kitabın içine yerleştirilmiş ekte ise bu kez, yarı yarıya bir indirimle 438 bin kişinin tehcirinden söz edilir.(9) 2003 baskısı kitapların tamamında 438 bin artık “merkezi” rakam olarak yerini alır. Burada rakamdaki kesinliğe de dikkatinizi çekerim: 400 ya da 450 bin değil, tam dört-yüz-otuz-sekiz bin!
2002 kitabına göre tehcirde ölenler için “tarafsız araştırmacıların verdikleri ortalama rakam 300 bin”dir.(10) Yani sürgün edilen insan sayısının yarıya yakını ölmüştür. Birkaç sayfa sonra ise bu tarafsız araştırmacıların Türkler olduğunu öğreniyoruz: “1920 yılında Fransızların yaptıkları bir araştırmaya göre zorunlu göç sırasında yaşamını yitiren Ermenilerin sayısı 500 bin kadardır. Türk araştırmacılar da bu sayının 200 ile 300 bin arasında olduğunu savunmaktadır.” (11)
2003’de ise kayıplar hakkında herhangi bir rakam vermemek tercih edilir. Zaten insanların sürgün edilme biçimleri öyle anlatılır ki, öldürülmek şöyle dursun, tatile gönderildiklerini düşünmek işten değildir.
İklim şartları ve salgın hastalıklardan kimi ölümler olmuştur tabii. Ama bunu da “doğal” karşılamak gerekir. Bu noktada Ermeni kayıpları merkezi bir yerleştirme sonucu “bazı kayıplar” haline dönüşerek ders kitaplarında artık standartlaşır: “Gerek tehcir sırasında, gerekse Ermeni komitelerinin güvenlik güçleriyle çatışmaları sırasında bazı Ermeni kayıpları meydana gelmiştir. Ermeni kayıpları daha çok o sıralarda Müslüman nüfusta olduğu gibi hastalıklardan da meydana gelmiştir.” (12)
2002’de tehcir uygulamasına “eleştirel” bir ton yansır: Ermenilere yanlarına alacakları eşyayı hazırlamak için az süre verilmiştir; o soğukta kafilelere yeterince su ve yiyecek sağlanamamış, kent dışında güvenlik eksik kalmıştır. 2003’de ise artık böyle “gevşek” tonlara pabuç bırakılmaz. Ölümler iklim şartlarının, salgınların ya da Ermeni çetelerinin eseridir: “Ermenilerin göçü sırasında olanlardan Türk milleti kesinlikle sorumlu değildir.” (13)
1915-1916 yılları arasında cereyan eden tehcirden, 1918’de dönenler olur. 2002’ye göre tehcir edilen 800 bin kişiden “11 bin kişi”nin geri döndüğü “sanılmaktadır”. (14) 2003 ise geri dönenlerin sayısını dev bir revizyona giderek 60 kez artırır: “Yaklaşık 650 bin Ermeninin yeniden eski yerlerine döndükleri belgelerde yer almaktadır. Bu da Ermenilerin iddia ettikleri gibi bir soykırıma uğramadıklarını göstermektedir.” (15)
Ermeni Tehcirinden Türk Soykırımına
Bu aşamada “asılsız” soykırım iddialarına karşı verilen mücadelenin içinden “gerçek” soykırım filizlenmeye başlar: Aslında soykırım yapmış olan Ermenilerdir. Böylece yazarlar dünya tarihine son bir keşif armağan etmenin eşiğine gelirler:
“Birinci Dünya Savaşı’nda … Osmanlı Devleti, içerde de Ermeni isyanlarıyla uğraştı. Memleketin doğu ve güneydoğusunda harekete geçen Ermeniler yüz binlerce masum insanı öldürdüler. Birçok şehir, kasaba ve köy harabeye çevrildi. Yüz binlerce Türk yurtlarını terk ederek daha batıya göç etmek zorunda bırakıldı.” (16)
Yani soykırım gibi, tehcire de maruz kalan aslında Türklerdir. Aynı kitapta birkaç satır ötede, bu katliamının doğu ve güneydoğuyu çok aşan, Ankara’yı dahi kapsayan bir bölgede gerçekleştiğini öğreniriz.
Bu katliamın zamansal aralığı konusunda da yazarlar, tıpkı gerçekleştiği bölge gibi oldukça cömert davranırlar : “Ermeniler tarafından Birinci Dünya Savaşı yıllarında yarım milyona yakın Türk katledilmişti.” (17)
Birinci Dünya Savaşı 1914-1918 yılları arasında yaşandığına göre, bu dört sene içinde herhangi bir zamanda katliam gerçekleşmiş olabilir?
Başka bir kitaba bakılırsa, katliam 1914 ile tehcir başlangıcı, yani 1915 baharı arasındaki yaklaşık bir sene içinde yapılır; çünkü aşağıdaki alıntıyı izleyen satırlarda tehcir kararının bu gelişmelerin ardından alındığı yazılı. “1914’te …. Ermeniler, yüz binlerce kişiyi yaşlı, çocuk, kadın, hasta demeden öldürdüler.” (18)
Üstelik katliam bölgesi içine bu kaynakta doğu ve güneydoğunun yanında, güney (Adana), hatta batı illeri (Bursa, İzmit) bile dahil edilir. (19)
Bu durumda Türk devletine, değerli yazarların keşfini artık bütün dünyaya ilan etmek, hatta bir de “Türk Soykırımını Anma Günü” tespit etmek düşer herhalde.
Geçmişi Geleceğe Ambargo Koymak İçin Kullanmak
Tarih eğitiminde gelinen bu nokta, henüz muhakeme yeteneğinin olgunlaşmadığı bir çağdaki çocukların duygu ve düşünce dünyasına yapılmış bir saldırıdır. Yetişkinlik döneminin düşünme biçimleri, çocuklukta edinilir.
Toplumu endoktrine etmek isteyen bütün rejimlerin, çocuklara musallat olması işte bu yüzdendir. Oysa tarih, kendini karşısındakinin yerine koymayı öğrenmenin, birbirinin acılarını anlamanın ve en önemlisi demokratik ve çoğulcu bir hayatın keyfini idrak etmenin platformu olabilir pekala.
Kendimize ve çocuklarımıza böyle bir platform yaratmak için atacağımız her adım, varoluşunu başkalarına kin ve düşmanlık kusmak üzerinden kuran çağdışı dinamiklerin bastığı toprağı biraz daha sarsmak anlamına gelecektir. (NO/NM)
(1) Celal Aydın vd., Sosyal Bilgiler 7, Ankara, Doğan Yayıncılık, s. 60-61 (kitapta basım yılı yazmıyor; sadece 2000-2001 döneminden itibaren ders kitabı olarak kabul edildiği belirtilmiş).
(2) Güler Şenünver vd., Sosyal Bilgiler 7, İstanbul, MEB, 2001 s.50.
(3) Kemal Kara, Nurten Kaman, Sosyal Bilgiler 7, İstanbul, Serhat Yayınları, 2002, bkz. kitap içindeki ek.
(4) Güler Şenünver vd., Sosyal Bilgiler 7, İstanbul, MEB, 2003, s. 136.
(5) Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Mükerrem K. Su, Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, İstanbul, MEB, 2003, s. 126.
(6) Kemal Kara, Nurten Kaman, Sosyal Bilgiler 7, İstanbul, Serhat Yayınları 2002, s. 123.
(7) aynı yerde
(8) aynı yerde
(9) aynı yerde, bkz. kitap içindeki ek, s. 8.
(10) aynı yerde, s. 123.
(11) aynı yerde, s. 128.
(12) Güler Şenünver vd., Sosyal Bilgiler 7, İstanbul, MEB, 2003, s.137.
(13) Prof. Dr. Ahmet Mumcu, Mükerrem K. Su, Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük, İstanbul, MEB, 2003, s.126
(14) Kemal Kara, Nurten Kaman, Sosyal Bilgiler 7, İstanbul, Serhat Yayınları, 2002, s. 128.
(15) Güler Şenünver vd., Sosyal Bilgiler 7, İstanbul, MEB, 2003, s. 138.
(16) aynı yerde, s. 135.
(17) aynı yerde
(18) Kemal Kara, Nurten Kaman, Sosyal Bilgiler 7, İstanbul, Serhat Yayınları, 2002, kitabın içine yerleştirilmiş ek, s.7.
(19) aynı yerde
Yorumlar kapatıldı.