Tam otuzaltı yıldır, dünya sahnelerini, Ermeni pop müziğinin sevgi ve barış şarkılarıyla, «melek yüzlü kaplan» lakâbıyla kasıp kavuruyor ve şimdi de « kürkçü dükkanı »na : Türkiye’ye gelip, hemşehrileriyle buluşmak istiyor.
Raffi A. Hermonn
P a r i s
Bir gün «Türkiye kökenli Avrupalılar» veya «Dünya’da markalaşmış Türkiyeliler» ya da «Ermeni Diyasporası’nın (birinci dereceden) Türkiyelileri» üzerine araştırma yapılırsa eğer, Türkiye’deki (o yılların zorunlu) sahne adıyla «Yorgun!», bugünün Ermeni Diyasporası’nın tanıdığı «Yorgantz», gerçek adıyla «Marten Yorgancıyan»ın önemli bir yer kaplayacağını zannediyorum.
Türkiye’den göçetmek zorunda kalmış, kültürü ne olursa olsun, insanlarımızın yurt dışındaki başarılarıyla, salt temsil ettikleri («alt» demiyorum!) «özel kültür»ün değil, aslında tüm Türkiye’nin kıvancı olduklarına inanıyorum.
Dünya’nın en görkemli gösteri merkezlerinde, oradaki Ermenilerce düzenlenmiş olsa da, binleri, onbinleri yerlerinden oynatan bir «sahne kaplanı»nı düşünün, hem de her yaştan kız ve kadınların ona dokunmak, yaklaşmak ve ondan bir «buse» almak için bile kendinden geçebilecek karizmasındaki, bir «melek yüzlü sahne kaplanı»nı …
Çoğunluk Ermenice, yani «anlaşılmaz» bir dilde söylemesine karşın, bölgedeki binlerce hatta onbinlerce kişinin ayağa kalkmasıyla, yerli nüfusun doğal olarak, bu kişiyle ilgileneceğini, tanışmak isteyeceğini, gazete, radyo ve televizyonların ona yer verecekilerini, tahmin etmek zor olmaz sanırım.
İşte bu vesileyle «İstanbul’da doğmuş olduğunu, İstanbullu (dolayısıyle Türkiyeli) olmaktan gurur duyduğunu ve arkasından İstanbul anılarını İngilizce, Fransızca v.s. dillerinde anlatması, «kendiliğinden tanıtım» değil midir, bu toprakların ?
Üstelik ; yapılan tanıtım, buralardan gönlü buruk ayrılmış kişi (ler)ce yapılmışken, bir de … günlü hoş ayrılmış ve ayrılacak insanların, tanıtımını tasavvur edelim bakalım.
Yorgantz’ın oynamış olduğu diğer önemli rol ise «Türkiye kökenli Diyaspora’lının, diğerleri gözünde sahip olduğu imaj» ile ilgili …
Nedeni ne olursa olsun, kimliklerini «Türk / Türkiye karşıtlığı» üzerine inşa etmiş (aktif) Diyasporalıların çoğunluğu arasında, «yaşamı Türklerle paylaşmış olma» deneyimine sahip,Türkiye Ermenilerinin simgesi olmuştur Marten Yorgantz.
«Kimliğini karşıtlık üzerine inşa etmeme» refleksi, politik – felsefi bir formasyon sonucu oluşmamıştır Yorgantz’da. Ama bu onun doğal duruşudur.
«Türk – Türkiye karşıtı olmadan da, Diyaspora’lı olunabilir»lik duruşu, Türkiyeli Ermenilerde olduğu gibi, Marten Yorgantz’a da, bedeller ödettirmiştir…el topraklarda.
Artık, Türkiyeli Ermeniler ve Marten Yorgantz, kendilerini ve bu duruşun varlığını, tüm Diyaspora’ya kabul ettirmiş durumdalar.
Kuşkusuz ; dünden bugüne gelmiş ve devam eden sorunları : inkâr veya gözardı etmeden, onların yaşamsal, mutlaka çözüme muhtaç olduklarını ve bunun için barışçıl ve demokratik yollarla mücadele edilmesi gerektiğini hiç, ama hiç unutmadan…
İSTANBUL’UN «MAVİ ÇOCUKLAR»ın «ALTIN ÇOCUĞU»ndan, DİYASPORA’NIN «SAHNELERİN MELEK YÜZLÜ KAPLAN»LIĞINA …
24/06/1946’da ; Karadeniz’li (Ordu), zanaatkâr (ayakkabı ustası) baba ve Ankara’lı ev hanımı anne tarafından, İstanbul’da, dünya’ya gelir Marten Yorgantz.
Okuldayken, parmaklarıyla masa, soba borusu, bardak, defter ve kitaplar üzerinde, ritm tutan çocuğun ne olacağı, bellidir…
İstanbul’un «Pangaltı Mıkhitaryan Ermeni Lisesi»nin Orta bölümünü, zar zor bitirir ve gönlünde yatan aslanı uyandırır. Babacığı da vefat ettiğinden, çalışmak zorundadır.
İlerde bunun için «istediğim işte çalışmak, benim için bir şanstı, zirâ hiç sevmediğim bir işte de çalışıp, hayata atılabilirdim» diyecektir.
1963’lü yıllar «Ye ye»li yıllardır, İstanbul gençliği arasında orkestra kurup «Türkçe sözlü hafif batı müziği» gibi yeni bir müzik üretme modası vardır.
Bu orkestra furyasında, çoğunun yıldızı hemen söner. Birkaçının ise, değil sönmek, gitgide daha daha parlamaya başlar.
Yaşları, 45 ilâ 60 olanlar, hatırlayacaklardır : «Blue Boys» yani «Mavi Çocuklar» işte bunlardan biridir.
Piyanist Garbo Mayk, saksafoncu Berç Minasyan, fâni dünya’dan göçen gitarist Adnan Yeğinsay, davulcu Arman Harput ve basgitarist Halûk Hancı ile Marten Yorgantz (Yorgun) Adriano Celentano’nun «Nata Perme»sinden taa Elvis Presley’in şarkılarına kadar, İstanbul’un tüm «renome» gece klüplerinde çalıp söylerler …
Ve …Hilton Oteli’yle anlaşma imzalanır. Artık orda çalışmaya başlarlar. Bu vesileyle duydukları sevinç ve heyecanı, bugüne kadar unutamıyor Marten.
Hürriyet Gazetesi’nin 1967’da düzenlemiş olduğu «Altın Mikrofon» yarışmasına «Mavi Çocuklar» birinci olur. Yorgantz’ın hiç unutamadığı ikinci «Türkiye hatırası»da bu olaydır !
İtalyanca, Fransızca, İngilizce, İspanyolca derken Türkçe plaklara da gelir sıra, üstelik şarkı sözlerinin altında da, Sezen Cumhur Önal’ın imzası vardır : «Hatırla», «Dile benden ne dilersen», «Bilir misin seni sevdiğimi ?»,«Yine yeşillendi fındık dalları», «Develi day’lar » işte bunlardan …
Derken ; belki biraz «Yorgun»laşan, soyadından yorularak, belki o ara Hollanda’dan gelen bir ailenin vaatlerine uyarak, çıkar «Diyar-ı Frengistan» denilen, Avrupa’ya …
Gidiş o gidiş …
Ermenistan’ın tanınmış kompozitörlerinden, Arno Babacanyan, Ermeni balosunda, şarkı söyleyen Marten’e «Delikanlı, modern, romantik Ermeni şarkıları, senin stilinle söylendiğinde müthiş bir şey olur, bir dene !» der … gerçekten o günden sonra tüm dünya sahnelerinde bugünlere kadar sürecek bir «fırtına»nın doğmasına neden olur.
Bu arada ; Avrupa’da eşi benzeri görülmeyen, tam İstanbul usülü «taverna»lar açar ve kapatır Paris’te : «Cappadoce», (1.ci) «Chez Yorgantz» ve (2.ci) «Chez Yorgantz».
Buralarda ; kuzeni, Tavernalar Kralı Ferdi Özbeğen’den tutun, taa «Moğollar»dan davulcu Esin, Cenk Taşkan (Majak Toşikyan) «Ritm 68 Rıza Silahlıpoda»dan (trompet) Manuk Hampartsumyan’a kadar kimler kimler çalmaz ki ?…
Enrico Macias, Charlton Heston, Françoise Fabian, Sacha Distel, Dany Saval, Jane Masson, Rosy Varte, Grégoire Aslan, Henri Salvadore, Michel Druker, Ara Dinkjian, Pierre Saka, Romen Didier ve daha niceleri, kendisini dinlemek için gelenlerden …
Sadece : İskandinav, Balkan ve Asya ülkeleriyle Portekiz’e GİTMEDİĞİNİ, Avrupa, Amerika Birleşik, Kanada, Latin Amerika devletleri Avustralya ve Afrika’da da onlarca kez sahne aldığını söylersem, kapasitenin boyutlarını tahmin edebilirsiniz sanırım.
Kırk yılda, 1000’i aşkın şarkı repertuarının 130’unun beste veya güftesi kendisine ait. Altı kez gittiği (bir kısmı kameramın eşliğinde) Ermenistan’da 99 konserle toplam 1,5 milyon seyirciye hitap eder .
Mikhail Gorbaçov’un rahmetli eşi, Raïsa Maximovna’nın kurduğu ve yönettiği «Kulturni Fond»un Moskova’da organize ettiği konserde söylediği,«Ser Yev Miyutyun» (Sevgi ve birlik) şarkısı merkezi t.v. kanalından yüz milyonu aşkın izleyiciye ulaşmıştı.
Kendisi, Cem Karaca’nın eski ses teknisyeni Sivas’lı Vartıvar ve ben, bu muhteşem ilginin etkisinden, kolayca kurtulamamıştık.
İşte geçtiğimiz Pazar, 19 Kasım’da, Paris’in göbeğinde, Seine nehrinin üstünde, tarihi Eiffel Kulesi’nin dibinde, 60’ların İstanbulu’nun «Mavi Çocuklar»ın «Altın Çocuğu» ve şimdilerin ise «Ermeniler aracılığıyla Dünya sahnelerinin melek yüzlü kaplan»ı, Marten Yorgantz’ın 40 yıllık pırıl pırıl başarısını kutladık, hele… tam otuz altı yıldır gelemediği, «gözünü sevdiği ve burnunda tüten İstanbul»una kavuşabilmek için tüm engelleri aşmış olduğunun ve Türkiye seyircisiyle bir an önce kavuşmak istediğinin haberini aldık.
İstanbul İstanbul, saçları altuniden beyazlaşmış olsa da, şarkılarıyla sadece «aşk ve barış» mesajları veren, bu altın çocuğunu kucaklamaya hazır mısın ?
Yorumlar kapatıldı.