İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

radikal2: Sibil İstanbullu mu?*

Osmanlı kadın hareketinin ve Ermeni edebiyatının önemli ismi Zabel Asadur’un, Kınalıada’da eşiyle birlikte yaşadığı eve çakılan plaket kimliği bilinmeyen kişilerce söküldü. 25 Ekim’de yeniden yerine konacak

“İstanbullu” ya da “kentli” olmanın anlamı bu yıl yoğun olarak tartışıldı. Büyükşehir Belediyesi’nin “Kentim İstanbul” kampanyası dahilinde, şehrin en görünür yerlerine asılan afişlerde “İstanbulluyum” diyen ünlü isimlerle de kentli olmanın önkoşulunun, kenti sahiplenmek olduğu anlatıldı.

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna’nın www.ibb.gov.tr/minisite/kentimistanbul/bolum01 adresinden ulaşabileceğiniz yazısından da anlaşılabileceği gibi, İstanbul’un geçmişiyle, şimdisiyle ve geleceğiyle ilişkilenerek, “İstanbulluyum” diyebilmenin, İstanbul’a ait hissedebilmenin sınırlarını düşünmek gerekiyor. Gürtuna’nın söyledikleri de esasen İstanbul’daki yerleşikliğin sınırlarını sorgulayıp, yerleşmenin ön koşullarından birinin sahiplenmek ve korumak olduğunu vurguluyor.

“İstanbul’un muhtaç olduğu şey… ‘kentte yaşayan her bireyin, kenti kendi evi’ olarak algıladığı perspektiftir.” Bu durumda, tartışmanın dayandığı nokta sahiplenmenin aidiyet duygusundan bağımsız düşünülemeyeceğidir. Çünkü, kendinize ait hissetmediğiniz, kendinizi ait hissetmediğiniz bir zamanı, bir mekânı, ya da ‘ev’i nasıl sahiplenebilirsiniz? Sizi belli sınırlar içinde ‘kabul edip’ sürekli “haddini bil” diyen, zamanın ve mekânın nasıl düşünülmesi gerektiğini, sizi dışarıda bırakarak belirleyenlerin rahatça egemenlik kurabildiği bir yerde, siz yedi göbek

İstanbullu olsanız da, dünyanın hiçbir yerini İstanbul kadar tanıyıp bilmeseniz de, en çok sevdiğiniz yer İstanbul da olsa, kalkıp rahatlıkla “İstanbulluyum” diyemeyebilirsiniz.

8 Mart 2003 Kadınlar Günü’nde, Hay Gin Kadın Platformu olarak istedik ki, Ermeni edebiyatının, kadın hareketinin önemli isimlerinden, İstanbul’da doğmuş, büyümüş ve ölmüş biri olan Zabel Asadur’un anısına bir şey yapalım. İstedik ki, mümkün olduğunca arka odalara itilmiş kitaplar, yazılar arasından bularak çıkardığımız “Sibil”in yaşamış olduğu evi, biraz olsun, İstanbul’da yaşayanlar için aydınlatalım, şehrin her gün solukladığımız zamanını bir nebze olsun daha fark ederek yaşayalım.

Asadur’un 1863’te Üsküdar’da başlayan yaşamı 1934’te Şişli Mezarlığı’nda son bulur. 16 yaşında, Anadolu’daki Ermeni kızlarının, eğitim ve öğrenimleri için okullar ve yetimhaneler açmayı amaçlayan “Azkanıver Hayuhyats Ingerutyun”unu (Milletperver Ermeni Kadınlar Derneği) kuran Asadur, hikayelerinde, Masis dergisinde “Sibil” imzasıyla yayımladığı makalelerinde, kadınların sorunlarını dile getirdi, kendini kadının özgürleşmesi davasına adadı. Sibil, eşiyle birlikte bugün hâlâ liselerimizde Ermenice ders kitabı olarak kullanılmakta olan “Tankaran”ı (Hazine) ve çeşitli Ermenice dilbilgisi kitaplarını yazarak modern Ermenice’nin gelişmesine katkıda bulundu.

Bir plakete tahammül edememek

Sibil’i tanımaktan duyduğumuz heyecan, evini keşfettiğimizde daha da arttı. Sibil de adalı bir yazardı ve tıpkı Sait Faik gibi, tıpkı Reşat Nuri gibi ada vapurlarından, akasyalarından beslenmiş, yazdıklarına yaşadığı yerlerin izlerini bırakmıştı. Ama yaşadığı yerler, onun izlerini bugüne taşımamıştı. Belki Ermeni diye, belki kadın diye, belki de Ermenice yazdı diye… Belki de hatırlayacak, hatırlatacak taşların teker teker sökülmesi ya da üstlerinin değişik şekillerde örtülmek istenmesi yüzünden…

Biz bir örtüyü kaldırıp, Sibil’i, geçmişin tozlu raflarından bugüne indirmek istedik. Ve Sibil’in evinin bugünkü sahibinden izin alarak, üzerinde “Yazar, şair Zabel Asadur ve eşi yazar Hrand Asadur bu evde yaşamıştır” yazılı bir plaketi Kınalıada, Akasya Sokak’taki eve astık. Sadece, İstanbul’un, zamanın düşmüş bir taşını yerine koymak için, “Sibil İstanbulluydu, Kınalıadalıydı” diyebilmek için yaptık bunu.

‘Adalarda Rumlar, Ermeniler, Yahudiler yaşadı…’, bugün de yaşıyorlar. Farklı kültürlerin ‘nostaljik nesne’ haline getirilip, belli şekillerde uzak zamanlara hapsedilmesi, sanki bugün yaşanılanları yok sayıyor. Sanki, her şey geçmişte yaşandı ve bitti. Bugün yaşayan insanlara ve onların taleplerine ise bu yaklaşımda yer yok. Nostalji edebiyatları yapılıyor, “onlar da yaşadılar” deniyor, ama Adalar’da, İstanbul’da yaşayan hiçbir Rum’un, Ermeni’nin, Yahudi’nin adı bir sokağa, bir meydana verilmiyor.(1) Oysa, yine Gürtuna’nın ifadesiyle, yaşadığımız yere, “duyusal bir merakla” bakabilmek demek, o yerin zamanını belli bir yerde, belli bir bakışta durdurmak olmasa gerek.

Osmanlı kadın hareketinin öncülerinden biri olan Sibil’in anısına plaket asmak için 8 Mart Kadınlar Günü’nü uygun gördük. Az sayıda kadındık, ama yaptığımızı birçok kadının yürekten desteklediğini olduğunun bilincindeydik. O gün, o evin kiracısı bize “Boşuna uğraşmayın. Bunu buradan sökerler” dedi. “İti var, kopuğu var, delisi var, sarhoşu var” dedi. Biz ona inanmak istemedik. Ve astık plaketi. Ama, yanılmışız. Plaket indirildi birkaç ay içinde. Gidip sorduk; çevrede oturanlar ‘sarhoşun biri’ indirmiştir dedi. Kimdi ki bu ‘sarhoş’? Niye indirir ki plaketleri? Niye bir plakete tahammül edemez insan? Sibil orada yaşamıştı ve adına yaşadığı yerde bir plaket asılması, çoktandır Sibil’in hakkıydı.

Adalar’ın, İstanbul’un, Türkiye’nin, dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan herkes yaşadığı yere ait olma hakkına sahiptir ve yaşadığı yerlere izini bırakır. Ali Müfit Gürtuna, “İstanbul, tarihi derinliği olan ve geleceğe de hitap eden bir hafıza gibidir. Oradan sökülen her taş, yerinden oynatılan her değer, onun hafızasında sarsılmaya ve unutkanlığa neden olur. Bu unutkanlık, dünya uygarlık tarihinin geçmişini unutmasıyla eşdeğerdedir” derken son derece haklı. Bu tespit, her yer için geçerlidir. Yaşadığı şehir Sibil’e, Sibil kendisini okuyanlara aittir. Öyleyse, okuyucularının bir yazarın yaşadığı yeri görmek, bilmek istemesi oldukça anlaşılır bir şey değil midir? Ali Müfit Gürtuna, “Kentim İstanbul” projesi için “Farklı kültür, kimlik ve yaşama biçimlerinin bir arada ve barış içinde yaşaması: Bunun için İstanbul’un adeta kendisini bir barış ve uzlaşı projesi olarak öne çıkarıyoruz” demişken, bu barış ve uzlaşı projesi kapsamında, farklı kültürlerin bir arada barış ve uzlaşı içinde yaşaması adına, başta Büyükşehir Belediyesi ve Adalar Belediyesi olmak üzere bütün İstanbulluları, Adalıları ve bütün kadınları, 25 Ekim 2003 Cumartesi günü, Sibil’in yaşamış olduğu Akasya Sokak’taki (dispanserin karşısı) eve hep birlikte yeniden bir plaket asmaya davet ediyoruz. 1908’de, Meşrutiyet’in ilan edildiği gün Sibil, Taksim Parkı’nda bir konuşma yapmış ve her zaman kutsal vaadin, “eşitlik, kardeşlik ve adalet” olduğunu savunmuştu. Sibil İstanbul’da yazdı ve yaşadı; onun anısı

İstanbul’dadır. Sibil İstanbulludur.

Hay Gin Kadın Platformu (*)

haygin2003@yahoo.com

(1) Büyükada’da yaşamış bir Ermeni balıkçının lakabı olan “Horoz Reis”, Adalar deniz ambulansına verildi.

Yorumlar kapatıldı.