Gündüz Vassaf
Bazen insanların birbirlerine ne kadar çok benzediğine şaşıyorum, bazen de ne kadar az birbirimize benzediğimize. Bundan dört bin yıl önce yazılmış eski Mısır aşk şiirlerindeki duygular günümüz pop şarkılarının sözlerinde de dile getiriliyor. Hintlilerin destanı ‘Mahabarata’ ya da İzlanda sahalarındaki savaşlar ve iktidar kavgalarını okuyunca insanın aklına kaçınılmaz olarak tarihin bir tekerrür olduğu tezi geliyor.
Diğer yandan her bireyin başka kimseye benzemediği de açık seçik ortada. Hatta kendimizin bile günden güne ne kadar farklı olabileceğimize şaşabiliyoruz. Herakles’in ‘Aynı suda iki defa yıkanılamaz’ sözlerini çeşitli vesilelerle durmadan kanıtlıyoruz. Bir Dostoyevski romanını tekrar okuyuşumuzda, hem kendimizin hem de okuduğumuzun farklılaştığını görüyor, tarih diye bir şeyin olmadığını, tarihin ancak farklı yorumlarının olabileceğini söylüyoruz. Sokrat’ın ‘Kendini tanı’ demesinden de çok önceden beri süren arayışımızı ise günümüzde bilim kurgu benzeri aletleriyle nörologlarımız sürdürüyor.
Ancak benzemek ve benzememek arasındaki git gelimizde totaliter yanımız ağır basıyor.
Sanki bütün kurumlar bizi bir şeye benzetmekten yana. Bu aile ya da evliliğin örf ve âdetlerine boyun eğmemizde de öyle, devlet ve dinlerin iktidarlarını giysilerimizin rengine kadar egemen kılmalarında da. Örneğin
çokkültürlülüğüyle tanınan Osmanlı İmparatorluğu’nda ayrı milletlere mensup kişilerin giymesi zorunlu kıyafetlerin yanı sıra, Boğaz’daki yalıların renkleri bile sahibinin Yahudi (siyah), Ermeni (kırmızı), Rum (kurşuni) ya da Müslüman (her renk) olduğuna göre değişirdi.
Ancak gönüllü olarak da aidiyeti, olabileceğimizin sonsuz olanaklarında aramak yerine, birbirimize benzemekte buluyoruz.
Sevgililer ilk tanıştıklarında aynı renkleri, kokuları, yazarları ya da dondurmaları sevmekten bahtiyar oluyor. Benzeşmemeliklerini birbirlerinde keşfedip yeni yaratacakları dil ve dokunuşlarla karşılıklı zenginleşmek yerine adeta ikizleşme peşindeler. Bizleri, markaların, ideolojilerin, kahramanların ya da inançlarımızın bile tüketicisi konumuna düşüren de bu eğilimimize boyun eğmemiz. Bir yandan dizginlenmeyen merakımızla türümüzün genetik yapısıyla uğraşıp uzayın sonsuzluğuna tereddütsüzce dalarken, bir yandan da genellikle başkalarının üzerimizde iktidar kurmasına yol açan aidiyetliklerle çeşitliliğimizi bile marjinalleştiriyoruz. İktidarlardan nice uğraşlarla kaçırıp ihtimamla koruduğumuz marjinal aitliklerimizde bile kendimize başka başka üniformalar yakıştırıyoruz. ‘Biz birbirimize benzeriz’ diye özgürlük adına nice iktidarlar kurduk gönüllü köleleri olduğumuz.
Yorumlar kapatıldı.