Gündüz Aktan
Murat Belge, 17 Eylül tarihli yazıma, 19 Eylül’de ‘Irkçılığın Çeşitleri’ başlıklı yazısıyla cevap vermiş. Ben yazımda bir kez Murat Belge’ye ismen atıfta bulundum. Belge sekiz kez ismimi anma lütfunda bulunuyor. Kendisi Türkiyelilik konusunda Oktay Ekşi’nin sert yaklaşımının tartışma zemini bırakmadığından yakınırken, benim görüşlerimin, ‘Batı ve Avrupa düşmanlığı’ ile ‘Türk sağcılığı ve milliyetçi devletçiliği’nin sözcüsü olmamdan kaynaklandığını ima ediyor. Bu da sadece tartışmanın kişiselleştirilmesine hizmet ediyor.
Murat Belge’nin kime düşman olduğu ve hangi ideolojik kategoriye girdiği için bu görüşlere sahip bulunduğu sorusunu bir yana bırakıp, tartışma konusuna yoğunlaşalım.
Bundan önce yazdığım 100 civarındaki makalede ırkçılık konusunda yararlandığım kaynakları belirttiğim için burada tekrarlamayacağım. Her tartışmada olduğu gibi sorun kavramların tanımıyla başlıyor. Bu bağlamda ırkçılık yerine ırkçılıklardan bahsetmek ilk bakışta doğru görünebilir. Oysa çeşitli şekilleri olduğu söylenen ırkçılık, genel ırkçılık kavramının altındaki farklı aşama, olgu ve faaliyetleri kapsıyor. Irkçılık ırkçı görüşlerin yazılıp söylenmesiyle beliriyor. Hıristiyanlığın antisemit söylemi, ırkçı biyolojik teori ve kültürel görecelik teorisinin son şekli, basit ırkçı görüşlerin geliştirilmiş versiyonları oluyor. Irkçı ifadeler karikatürlere, tatsız şakalara, pop müziğine yansıyor. Irkçı gruplar giyimleri, sembol ve işaretleri, yayım organları, dernek ve partileriyle ortaya çıkıyor. Topluma ırk ayrımcılığı hâkim oluyor. İş bulma, ev kiralama, eğitimde tarafgirlik, kamuya açık alanlara giriş yasakları bunun örnekleri. Bu eğilim giderek toplumu ırk temelinde bölünmeye götürüyor. Belli yerlerde oturmaya zorlanıyorlar ve hâkim toplumun dışına atılıyorlar (gettolaşma, segregasyon). Irkçılık burada da durmuyor. Irkçı saldırılar başlıyor. İnsanlar dövülüyor, öldürülüyor, sürülüyor (pogromlar). Nihayet şiddet ırkçı doktrine sahip bir rejim tarafından örgütleniyor ve soykırım gerçekleşiyor.
Irkçılık kavramı bu sürecin tümünü kapsadığına göre, herhangi bir aşamada kalmış olan ırkçı özellikleri ırkçılık genellemesi altında toplamak yerine, örneğin, ırkçı görüşler, ırk ayrımcılığı vb. adını koymak daha doğru olur. Aksi halde ırk geçmişini araştırma gibi bir faaliyeti; 6 milyon Yahudi’yi, yarım milyon Roma ve milyonlarca Slav’ı yok eden soykırımla aynı sepete koymuş olursunuz.
Yukarıdan da görüleceği üzere ırkçı faaliyetler daima bir hedef grubun oluşturulmasıyla ortaya çıkıyor. Oysa 1932 Kongresi’nde hiçbir grup hedef alınmadı. Hedef grup yoksa soyut bir ırkçılık da olmuyor. Olsa bile ona etnosantrizm demek daha doğru olurdu. Kendimizde egosantrizmi aştık da sıra etnosantrizme mi geldi?
1932 öncesinde ırkçılığın var olduğu iddiası, Ermeni olaylarının ırkçılık olduğu anlamına mı geliyor? 17 Eylül yazımın İngilizcesi TDN’de yayımlandıktan sonra, bazı Ermenilerden hayali istatistiklerle desteklenen eleştirel mesajlar aldım. Oysa Osmanlı yıkılırken Balkan Hıristiyanlarıyla olduğu gibi, Ermenilerle de belli bir toprak parçası için siyasi/askeri mücadele oldu. Balkan Türkleri katledildiler ve yurtlarından atıldılar. Tehcir de bu yıkılış sürecinin bir parçası. Ermeniler aleyhine ne ırkçı yayımlar ne de ırkçı nefret görüldü. Siyasi mücadele ırkçılıktan farklı. Irkçı, bir gruba siyasi mücadele nedeni olmadan, yani sadece ‘aşağı ırka’ mensup olduğu için saldırır.
Her insan ve toplumda yabancı düşmanlığı (zenofobi) var. Bu açıdan kimse tam masum değil. BM insan hakları denetiminden kaçan Avrupa’da bu kavram maalesef ırkçılığı saklamak amacıyla istismar ediliyor. 3. kuşak göçmenlere hâlâ yabancı deniyor.
Irkçılık, yabancı ‘öteki’ne karşı herkeste bir ölçüde bulunan önyargıların habislesmiş şekli. Belli kültürel gelişmeler sonucu ortaya çıkıyor. Bu kültürel süreçlerden geçmeyen Türklerde görülmemesi, büyük bir erdemmiş gibi övünme konusu yapılmamalı. Ama bizde olmayan kötü bir özelliği de varmış gibi kendimizi yermenin bir âlemi yok.
Zira yeterince eksiğimiz var.
Yorumlar kapatıldı.