İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

radikal: Irkçılığı tartışabiliriz tabii

Murat Belge

Gündüz Aktan bu sefer yazısının başlığında ‘Irkçılığı tartışabilmek’ demiş. Bence de pekâlâa tartışabiliriz. Çok da iyi olur. Yalnız önce şunu söyleyeyim: Gündüz Aktan’ın Türkiye’de ırkçılığın varlığını minimize eden bir tavır takındığını düşünüyorum; ama ben de Türkiye’de var olan ana sağcı çizginin özellikle ırkçı bir karakter taşıdığı kanısında değilim.

Ama bu ‘yok’ anlamına gelmez: o sağ çizgi içinde egemen olmayan bir dozda varolmasının yanı sıra, yedekte ve marjinal bir sağ (bu sefer iyice faşist) bir başka çizginin de başlıca öğesi.

1932 Kongresi’nden şu kadar bir sütunda verilebileceği kadar örnek vermiştim. Bunların az buz laflar etmediğini Gündüz Aktan da görmüş ve ‘Irkçı tonları ağır bir tablo çıkıyor’ demişti. Ama o 1932 Kongresi bu işin ne başıydı ne de sonu oldu. Aktan, bu durumu arızi ve gelip geçici bir episod gibi gösterme eğiliminde, ama durum böyle değil. Bir politikanın zorunlu ve mantıki sonucu olduğu ‘arızi’ değil. Eğitim sistemine sokulmuş, dolayısıyla, ‘geçici’ olması da düşünülemez. Onun için bugün de Türkiye’nin
çeşitli resmi veya yarı resmi söylemlerinde, o kadar ‘ağır’ olmasa da, ırkçı ‘tonlar’ duymak mümkün.

Aktan, ‘Üçüncü kuşak göçmenlere hâlâ yabancı’ denilen Avrupa ülkelerine değinmiş. Burada hedef herhalde vatandaşlığın hâlâ kana göre belirlendiği Almanya’dır. En hafifinden, ‘ayıplanası bir durum’ olduğu doğru. Peki, bizim kâğıt üstünde var olan ‘anayasal vatandaşlık’ uygulamamız çok sağlam mı ki, Bulgaristan’daki tatsız olaylar karşısında ‘soydaş’ edebiyatı tuttururuz da, Irak’taki Kürtler sözgelişi Saddam’dan kaçarken ‘Kuzey Iraklı’ adında, Türkiye dışında, kimsenin tanımadığı bir insan çeşidi yaratırız? Elimizin altında duran ‘ırkçı cephanelik’ten yararlanmanın bir örneği değil midir bu?

Gündüz Aktan’ın belirleyici bir görüşüne katılmam mümkün değil. Irkçılığın mutlaka ‘bir hedef grubun oluşturulmasıyla’ ortaya çıktığını söylüyor. Hayır. Böyle bir şey söz konusu değil. “Aksi halde, ırk geçmişini araştırma gibi bir faaliyeti 6 milyon Yahudi’yi.. yok eden soykırımla aynı sepete koymuş olursunuz” demiş Aktan. Hepsine ‘ırkçı’ deriz, ama neden konuştuğumuzu bilerek konuştuğumuz sürece, aynı sepete filan da koymayız. Nihal Atsız bildiğim kadarıyla kimseyi öldürmedi. Ne olarak anacağız kendisini? ‘Etnosantrik’ bir zat mı? Ömer Seyfettin de kendi elini kana bulamadı sanıyorum. Primo, Türk Çocuğu gibi bir ‘eser’ hangi kategoriye giriyor? Gobineau da kimseyle dövüşmedi, ama dünyada ırkçılığın babalarından biridir.

Gündüz Aktan, ‘1932 öncesinde ırkçılığın var olduğu iddiası, Ermeni olaylarının ırkçılık olduğu anlamına mı geliyor?’ diye bir soru soruyor? Bu bir ‘iddia’ mı? Bakın, Türk Yurdu dergisi yeniden ve Latin alfabesiyle basılıyor.

Okuyun ve 1932 öncesinde olup olmadığı iddiası hakkında kendiniz karar verin. Bir Japon araştırmacının da güzelce görüp teşhis ettiği gibi (Masami Arai) ırkçılık buraya ilkin Rusya Türkleri tarafından getirilmiş, ama bir süre sonra, çöküşe karşı çare arayan yerli intelligentsia arasında taraftar bulmuştur. Ben, kendi hesabıma, Ermeni olaylarının ve kıyımın bir ‘ırkçı eylem’ olduğunu söylemedim ve olayı böyle yorumlamıyorum. Ama öncülük edenler arasında, tam da söz konusu ırkçı görüşleri benimsemiş bireyler vardı. Olayın bütününe nihai rengini vermekte herkesten daha çok payı olan Bahattin Şakir, İttihat ve Terakki’nin ‘Türkçü’ kanadının başındaki adamdı.

Evet, ırkçılığın bizdeki biçimlerini tartışalım. Ne yok etmeye çalışarak ne de abartarak. Abartmayalım ki, Türk sağcılığının daha hâkim tonlarını da gözden kaçırmayalım. Aktan’ın son cümlesine katılıyorum tabii:

‘Yeterince eksiğimiz var.’

Yorumlar kapatıldı.