İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ahmet İnsel: Ulusalcı Türk solu – radikal 2

AHMET İNSEL

“Batı, Türk kimliğinin bu coğrafyadan silinmesini istiyor. Batı’nın temel amacı Türk kimliğini yok etmektir”. Türkiye’de bu derin tesbiti duyduğunda düşünmeden onaylayacak çok insan vardır. Mahalle kahvesinde, zarın gele gelmesinin öfkesi içindeyken böyle bir görüş dile getirildiğinde başlar sallanır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Türkiye’de karakolda işkence gören kişiler lehine Türk devletini tazminat ödemeye mahkûm edişinin ertesinde, bu görüş minibüste dile getirildiğinde, geniş bir taraftar kitlesi bulur. İktisadi kriz yeniden bastırdığında, siyasal istikrarsızlık yükseldiğinde, “Batı’nın Türklük üzerindeki menfur emellerini” teşhir ederek, kolay yoldan toplumsal onay elde etmeye girişenler artar.

Bu görüş, farklı cümlelerle, farklı benzetmeler içinde, uzun yıllardan beri Türkiye toplumunun zihni dünyasının aslî kurucu unsuru olan milliyetçiliğin gelgitlerine bağlı olarak etkisi değişen bir toplumsal kabuldür. Ama üzerinde uzun uzun düşünülmüş, derinliğine vakıf olarak benimsenmiş bir dünya görüşü değildir. Bu nedenle, çok çelişkili ifadelere bürünebilir. Örneğin en güçlü Batı aleyhtarı ses ve görüşleri, AB ülkelerinin bizi kendi aralarına almaması eğilimi ağır bastığı dönemlerde duyabiliriz. Batı’nın Türkiye’yi içine alarak böleceğini, kimliğini kaybettireceğini iddia edenler, Batı’nın bir Hıristiyan -emperyalist küstahlığı içinde Türkiye’yi kendi arasına almaya tenezzül etmediğinden yakınmaya başlarlar.

Türkiye toplumuna hakim olan, “dünya bize düşman” ortak kabulü, tutarlı, kararlı ve istikrarlı bir dünya görüşü değildir. Toplumsal düş kırıklıklarına, früstrasyonlara paratöner vazifesi görür. Bu nedenle, yazının başında Yurt Partisi Genel Başkanı Sadettin Tantan’ın bir yazısından alınan görüşü onaylayan sokaktaki adam, aynı zamanda Türkiye’nin bir an önce AB üyesi olmasını ister. Bir yandan Tantan’ı onaylar diğer yandan AB üyeliğini. Sadettin Tantan’ın, “Kuvayı Milliye’yi tabanda halkın kuracağı” görüşü, şoven milliyetçi ve muhafazakâr otoriter tınısı içinde, hem geniş bir toplumsal kabulü yansıtırmış gibi gözükür hem de siyasal olarak dikkate alınmayacak kadar dar bir taban bulur.

Tantan’ın yazısının yayımlandığı aynı dergide, “Kutsal Türk Devleti’ni bölmek isteyen iç ve dış düşmanlara karşı Türk bayrağı altında Türküm diyen herkesi birlik ve beraberlik içinde” davranmaya çağıran şehit aileleri avukatının veya “Türk kültürüne sponsorluk yapacak ekonomik bir iklim meydana getirmeyi” öneren Yeni Çağ dergisi yayın danışmanının görüşleri de benzer konumdadır. Aynı sayfalarda, Aydınlar Ocağı Genel Başkanı, “Gaflet ve delalet içindeki iktidar mensupları arasında Aydınlar Ocakları’nda görev yapmış olanların” bulunmasına hayıflanıp, “Türkiye, işbirlikçilerine ne 1071’in, ne 1453’ün ne de 1923’ün rövanşını vermeyecektir” diye haykırır.

Böyle bir milliyetçi şahlanışta, köktenci Kemalistlerin eksik kalması beklenemeyeceğine göre, söz konusu derginin düzenli yazarlarından, Cumhuriyetçi Demokrasi Partisi Genel Başkanı Yekta Güngör Özden de, somut durumu hemen tespit edip, ancak böyle bir tespite denk düşecek bir çözüm önerecektir: “İçten ve dıştan ulusal varlığımıza yönelik saldırılara dönüşen aykırılıklara karşı Atatürkçü bir anlayışla (başa çıkmak için) Atatürk’ün tam bağımsızlıkla, özgürlüklerle, ulusal egemenlikle, cumhuriyet-demokrasiyle, gençlikle, laiklikle, eğitimle, dostlukla, uluslararası ilişkilerle, Silahlı Kuvvetler’le ilgili sözlerini her gün birkaç kez okumak ve hiç unutmamak”. Bu mistik çağrı, hem bir toplumsal kabulü yansıtır hem de pratikte hiçbir anlam ifade etmez.

Türk’ün ateşle imtihanı

Bu ve benzeri etnik milliyetçilik kokusu şiddetli, otoriter siyaset ve toplum anlayışını bazen Kemalizm ve radikallik, bazen muhafazakârlık örtüsü altında yerlileştiren, düşman ve tehlike saplantısı ifadeleri biraraya getiren dergi Türk Solu adını taşımasaydı, üzerinde durulacak yeni bir gelişmeden söz etmek gerekmezdi. Türkiye’de sağ milliyetçi-muhafazakâr dünyada, bir nebze antiemperyalizm, bir tutam İslamî diriliş ve büyük miktarda da devletin kutsallaştırılmasına dayanan bu görüşler yıllardan beri tekrarlanır. Ama Türk ve sol olduğunu ısrarla vurgulayan, Che Guevara, Deniz Gezmiş ve Mustafa Kemal teslisini bayrak edinen bu derginin son sayısında, bu görüşlerin toplanması, Türkiye’de solun bir kısmının önemli bir eşiği atladığına işaret ediyor.

Son sayısı “Türk’ün Ateşle İmtihanı” sloganıyla çıkan Türk Solu dergisinde, içinde bulunduğumuz durum yoruma ihtiyaç bırakmayan berraklıkta tarif ediliyor: “Türkiye hem dışarıdan ABD ve AB tarafından, hem içeriden AKP ve PKK tarafından kuşatılmış durumdadır. Bu kuşatma sonucunda Türkiye yeniden Ermenistan, Kürdistan, Pontus’u içeren bir Sevres ve ona koşut hilafet rejimi tehididi altındadır”. İdam cezasının kaldırıldığı, Kürtçe öğretiminin serbest bırakıldığı birinci uyum paketinin oylandığı 3 Ağustos 2002, bu “Türk Solu” için, bugüne kadar aralıksız devam eden bir karşı darbenin uygulanmaya konduğu gündür. Demokratikleşme paketleri, bir bütün halinde, emperyalizme teslimiyetin belgeleri ve laik ve ulusal Cumhuriyet’e karşı saldırının kilometre taşlarıdır. Bu çerçevede Kıbrıs’ta, Irak’ta Türk varlığı yok olmaya mahkum edilmiştir. Zaten emperyalizm yani Batı’nın amacı, Türk kimliğini, Türk ulusal devletini ve laik Cumhuriyet rejimini tasfiye etmek olduğuna göre, çare, Türk-İş Genel Başkan Danışmanı Yıldırım Koç’a göre, ABD ve AB’ye karşı ulusalcı, anti-emperyalist dalgayı daha da güçlendirmektir. Türkiye koşullarında bunun yegane yöntemi Kemalizm’e sahip çıkmaktır. Kemalizm üçüncü dünyacılıktır, ezilen ulusların bulunduğu Doğu’ya yüzünü dönmektir, sömürgeci geçmiş üzerine kendini inşa etmiş Batı’ya sırtını çevirmektir. Bu değerlendirmeden hareket eden “Türk Solu” çevresi, Atatürkçü Düşünce Dernekleri Federasyonu çatısı altında yer alıp, bu düşüncenin eylemci gücü olmayı hedefliyor.

Türk Solu ve İleri dergileri etrafında dile getirilen bu görüşleri, küçük farklarla İşçi Partisi de savunuyor. Bunların hepsi, toplumsal dönüşüm ve kimlik bunalımı dönemleri milliyetçiliklerinin tüm özelliklerini içinde taşıyor. Türkiye’de solun içinde her zaman güçlü bir milliyetçi tını oldu. Solun Kemalizm’le yaşadığı uzun flörtün temelinde de bu milliyetçilik yatıyordu. Etkisi güçlü biçimde halen devam ediyor. Bugün yeni olan, kendini sol olarak tanımlamakta ısrar eden bu otoriter ve milliyetçi kadim eğilimin, İslam-Türk sentezinin muhafazakâr ifadeleriyle bütünleşmek adımını atmış olmasıdır. Kutsal Devlet, Aziz Ulus ve Yüce Kurtarıcı’nın gölgesinde gerçekleşen bu ulusalcı sol ve milliyetçi muhazakâr buluşmasına, Kemalist düşün artık rehberlik ediyor. Bu yeni sentez, dini-mistik boyutu giderek artan bir Kemalizmin geçmiş altın çağ özlemini kendine dayanak yapmaya çalışıyor.

Bu gelişme Kemalizm’in başarısı mıdır? Bu sorunun yanıtı, Kemalizm’e atfedilen hasletlere göre elbette farklı olacaktır. Ama kesin bir gerçek varsa, yıllardan beri yolları ayrılmış olan ulusalcı solla özgürlükçü sol arasında, ikisinin de sol sıfatını sahiplenmesi dışında, artık ortak hiçbir nokta kalmamış olmasıdır.

Yorumlar kapatıldı.