Bazı Ermeni yöneticilerinin; “devlet” ile “sivil toplum” diyalog girişimlerinin birbirinden kesinlikle ayırt edilmesi gerektiğini; bazı Türk yöneticilerinin de; dış politikada “diyalog arzulayan görüntü” sergilerken, iç politikada “diyaloğa ters düşen” uygulamaları desteklemelerinin, hiç de inandırıcı olmadığını anlamaları gerekiyor.
RAFFİ A. HERMONN *
Bazı Ermeni (gerek resmi, gerekse diaspora) yöneticilerinin; “devlet” ile “sivil toplum” diyalog girişimlerinin birbirinden kesinlikle ayırt edilmesi gerektiğini; bazı Türk (gerek resmi, gerekse basın ve sivil) yöneticilerinin de; dış politikada “diyalog arzulayan görüntü” sergilerken, iç politikada “diyaloğa ters düşen” uygulamaları desteklemelerinin, hiç de inandırıcı olmadığını anlamaları gerekiyor. Fransız yöneticilerinin de, “Ermeni-Türk Sivil Diyalog Hareketi”nin, kitleye açık bir şekilde, ilk Fransa’da başladığını unutup, yarın haklı olarak “barış kirvesi” olarak övünmesine neden olabilecek bir fırsatı, enayice, ABD’ye ikram etmemesi gerekir.
Türkiye kamuoyu; Türk Dışişleri’nin, “Ermeni diasporasıyla diyalog kurma” misyonuyl, sessizce atağa geçtiğini, bunun için de Büyükelçi Sayın Ecvet Tezcan’ı görevlendirildiğini, ABD’deki “Amerikan Ermeni Ulusal Asamblesi (ANCA)”dan öğrenmiş oldu.
Tabii, artık gelenek (!) halini almış bir refleksle, önceleri “Hayır, öyle bir şey yok!” gibi yalanlamalar kamuoyuna yansıdıysa da, kısa bir zaman sonra, haberin doğru olduğu resmen onaylandı.
Özgün adıyla “Hay Heğapokhagan Taşnaktsutyun” yani “Federation Armenienne Revolutionnaire” (FRA) Partisi’nin güdümünde olan “Amerika Ermeni Ulusal Komitesi” (ANCA), Tezcan ile görüşebilmek için “soykırımın kabul edilmesi” şartını ileri sürerek, ABD’deki Ermeni kuruluşlarına; “Türkiye, soykırımı kabul etmediği sürece herhangi bir Türk diplomatıyla görüşmeyin!” çağrısını yaptı.
ABD’de, kendi türünde, ciddiliği ve etkinliğiyle tek Ermeni Sivil Toplum Örgütü (STÖ), bünyesinde her görüşten ve bağımsız Ermenileri barındıran “Amerika Ermeni Asamblesi” (AAA) ise, ANCA’nın bu çağrısına uymayarak, Sayın Ecvet Tezcan ile bir görüşme yapmayı kabul etti.
Tarafların; objektif ve sübjektif, hele soğuk savaş yıllarının yarattığı nedenlerden dolayı, sözcüğün tam karşılığıyla “kemikleşme”yi yok edip, yeni bir sayfa açabilmesi için, mevcut durumun tahlilini yapmanın bir elzem olduğunu düşünüyoruz.
Şöyle başlayabiliriz:
1) AP’nin Hıristiyan Demokrat Üyesi Arie Oostlander’in, 5 Haziran 2003 tarihinde Genel Kurul’da kabul edilen “Türkiye Raporu”nda, “Ermenistan ambargosuna son vermesi, Türk ve Ermenilerin geçmişteki sorunları aşması için diyalog kurması gerekiyor” deniliyordu. Yalnız bu değil, 18 Haziran 1987’deki AP’nin kamuoyuna “AB Ermeni Soykırımı’nı kabul etti!” diye yansıyan kararında ve ona müteakip tüm “rapor”larda söylenilen de aslında aynısıydı. Her ne kadar, Türk kamuoyuna çarpıtılarak aktarılmış olsa da herhangi bir “rapor” veya “soykırımı tanıyan karar”da, ne toprak talebinden, ne de Türkiye’yi bölmekten kesinlikle bahsedilmiyordu.
Hal böyleyken; Türkiye’nin, AB’ye üyeliğinin artık ciddilik arz ettiğini anlayıp, AP’nin Türkiye’ye sürekli “Yunanistan dışındaki komşularınla, herhangi bir pürüzün kalmamalı!” uyarılarına, nihayet uymak isteyip harekete geçmesini anlayabiliriz.
Tabi bu hareketinde; Türkiye’nin henüz “geçmişiyle hesaplaşarak, kendi sağlıklı geleceğini kurabileceğinin bilincine varmasından” ziyade, salt bir “devlet çıkarı” mucibince böyle davranıyor olmasını da görmemiz gerekir.
İşte Ermenilerin burada; Türkiye devlet kadrolarının henüz bu bilince varamamış olmasının açığını, gerçek anlamda, demokrat Türk/Ermeni STÖ’lerinin çabalarıyla kapatılacağını, bunun devletlerden bağımsız olacağını, nihayet idrak etmeleri gerekiyor.
2) Türkiye’nin; böyle bir süreci başlatmak için, inat ve ısrarla Ermeni diasporası sorumlularıyla ilişkiye geçmek istemesi, bazılarının “karşı çıkıyor” gözükmesine karşın, yine “diyalog yanlıları”yla ilişkiye girmesi kuşkusuz olumlu bir adımdır.
Bununla birlikte, bugün 6 milyonu aşkın “Ermeni diasporası”nı; 1 milyon 200 bin kişilik ABD Ermeni camiasının, tek başına temsil edemeyeceğini de unutmamak gerek. Sonuçta Türkiye’yi AB’ye taşıyacak unsurlardan “biri” olan AB Ermenilerinin, ABD’de değil (!) Avrupa’da yaşadıklarını anımsamakta yarar var.
3) Ermenilerin yaşadığı “ikilem”in birinci nedeni, (kendi deyimleriyle)
Türkiye’nin sergilediği, “diyalog show”unda, kabul edilemez davranışların var olması.
Bizatihi Türk kuruluşlarının; araştırma sonuçlarına göre: “Türkiye’de, Ermeni taleplerine, Türk resmi görüşün kullandığı biçim ve içerikten fersah fersah uzakta, bir biçim kullanan, hatta hak verenlerin (demagojiye yer vermemek için, söz konusu taleplerin, kesinlikle toprak veya bir başka talep olmadığını; ancak soykırımı kabul ve mahkum etmek, ileride başkalarına karşı, tekrarlanmamasını sağlamak amacıyla özür dilemek ve yaraların sarılması için simgesel de olsa çözümler bulmak olduğunu söyleme gereğini duyuyoruz) Türk toplumundaki oranının yüzde 28 ila 33 arasında değişebildiği biliniyor.
Üstelik; bir topluma sağlıklı gelecek kurmanın, geçmişi cesurca sorgulamaktan geçtiğini bilen, değerli Türk bilimci ve demokratların var olduğu da bilinirken, çocuksal bir mızıkçılıkla “Türkiye’de Ermeni Soykırımı’nı kabul edecek bir tek insan bulunamaz!” gibi, tüm dünyada, Türkiye dostlarını zorda bırakacak ve onların bile alaylı bir tebessümle dinleyecekleri demeçlerin, h‰l‰ bazı eski diplomatlarca (Ör: Özden Sanberk) verilebilmesi bir örnek.
Bir ikincisi ise; Türkiye’nin “Ermenilerle diyalog kurma” misyonunu, Bakü’de büyükelçiyken, neredeyse “Ermenistan’ın topraklarını, Türkiye tarafından ilhak edilmesini mazur görebilecek” ve Ermeni Soykırımı hakkında, Türk meslektaşlarının, gerek içerik, gerekse üslup açısından, çok daha geri ifadelerde bulunmuş bir diplomata (Ecvet Tezcan) güvenilmiş olması.
Türkiye’nin dostları ve Ermenilerin “Türklerle diyalog kurma yandaşlarının” bile anlamakta zorluk çektiği ve çekeceği, üçüncü ve en can alıcı nokta ise: Türkiye’nin iç politikasında “diyalog”a -sanki alay edercesine- tamamen ters düşecek uygulamalara destek verip, diğer yandan ülkenin dış politikasında “diyalog yanlısı” hamleler yapıyor görüntüsü verme çabası.
Yoksa, 14 Nisan 2003 tarihli, MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın çıkarttığı ve Sayın Bakan Hüseyin Çelik’in de, imzalamakta ve hatta savunmakta, bir mahzur görmediği; “Ermeni iddialarının aslında asılsız olduğu (!) doğrultusunda, bütün Türkiye okullarına kompozisyon yazdırma”, gibi demokratik ülkelerde görülmeyen, genelgeleri nasıl açıklayabiliriz?
Sonra; Kilis’te, öğretmenlere yönelik konferansta,Türkiye’de çağdaş öğretmenlerin de olduğunu kanıtlarcasına, “Bütün dünyada Ermeni Soykırımı’nı kabul etmeyen bir tek ülke kalmadığı takdirde, biz h‰l‰ ‘Ermeni Soykırımı olmamıştır’ politikasını mı sürdüreceğiz, bu durumu hiç düşündünüz mü?” diye bir soru sormaya kalkan kadın öğretmenin; kaymakamca aşağılanması, bir de üç yıl hapis istemiyle mahkemeye sevk edilmesi, Türkiye’nin “diyalog istiyor görüntüsünün” hiç de inandırıcı olmadığı izlenimini uyandırmaktadır.
4) Ermenistan’ın; SSCB’de “devlet olma atribüler”ini taşımış olsa da,
demokratik devlet yapısı ve toplumuna sahip olmadığı, “diaspora”nın ise, açık toplumlarda olsalar da, iç yapılarında h‰l‰; 1920’lerin, Anadolu derebeyliğini çağrıştıran bir düzeyde olduğu biliniyor. Dolayısıyla çoğu Ermeni’nin, Türk devlet ve Türk sivil “diyalog” oluşumları arasındaki farkı gözetememesi, adı “Türk” olan her sivil hareketin arkasında, “Türk devletinin tuzağı”nı arama paranoyalarını, bir yere dek anlamakla birlikte, artık değişmelerini istemek zorundayız.
Her iki tarafın; 1993’ten beri, Paris’teki, “Centre de Recherches sur la Diaspora Armenienne (CRDA)”nın, dünyada kendi türünde bir İLK’i gerçekleştirerek: “Türk-Ermeni Söyleşim Hareketi”ni Avrupa’da başlatmış olduğunu göz ardı etmemesi ve ek olarak Türkiye’nin de “dış ve iç politika uygulamalarının, birbiriyle çelişmesini değil, örtüşmesi gerektiği”ni, anımsaması gerekiyor.
CRDA’nın; önyargısız, açık demokratik bir Türk-Ermeni diyaloğuna verdiği önemin bir göstergesi de, kendi bünyesinden, sırf bu alanla uğraşacak “İ.M.D.A.T.” adında, dinamik bir oluşumu doğurmasıdır.
Son zamanlarda; ABD’nin, “Ermeni, Türk Diyalog çalışmaları”na, sanki çoktan kendisi buna zemin hazırlamış gibi gözükerek, her zamanki gibi, yine tarihte “barış sürecine ben aracı oldum!” şeklinde övünülecek bir fırsatı, tıpkı “Filistin-İsrail Barış Süreci”nde olduğu gibi, kendi üzerine çekmeye çalıştığı görülmektedir.
Tabi ki buna özellikle; Ermenilerin “Federation Revolutionnaire Armenien (FRA)” Partisi alet edilmektedir.
Bu “geleneksel Ermeni siyasi partisi”, ABD’nin tahmin edilebilir telkinleriyle, dünyadaki şubeleri arasında bir “görev bölümü” yapmaktadır:
Avrupa’daki her “Ermeni-Türk Diyalog Girişimi” kösteklenecek, oysa ABD’deki benzer girişimler ise, “karşı çıkılıyor” gibi yapılıp, aslında desteklenecektir
Böylece; olası bir “Ermeni-Türk Barış Süreci”nin, yine “fikir babalığı” payeliği “FRA”nın da katkılarıyla, ABD’ye bırakılacaktır.
Fransız yöneticilerinin; bu durumu göz önüne alarak, yarın olası
bir “Ermeni Türk Sivil Diyalog ve Barış Süreci”nin, aslında 1993 yılından beri, çok ağır bedeller ödeyerek, maddi ve manevi baskılara, hatta ölüm tehditlerine göğüs gererek, yüksek idealler uğruna, “CRDA” (Centre de Recherches sur la Diaspora Armenienne, 9 rue Cadet Paris 75009) yöneticileri ve dolayısıyla: Ayşe Nur ve Ragıp Zarakolu, Ali Ertem ve Soykırım Karşıtları Derneği, Yelda Özdağ ve Prof. Dr. Taner Akçam aracılığıyla, bizzat kendisi (Fransa) tarafından başlatıldığını unutmaması ve bu “övünme payesini” yine ABD’ye, safça bırakmaması gerekir.
* Gazeteci – Araştırmacı, Paris İ.M.D.A.T. (İnitiation pour le Mouvement de Dialogue Democratique Armeno Turc) Kurucusu ve Sözcüsü
Tabloda ortaya çıkan görüntüler
Türkiye Cumhuriyeti artık, Ermeni diasporası sorumlularıyla, doğrudan ilişkiye geçmek ve en azından “geçmişten geleceğe yönelik” bir süreci başlatmak istiyor.
Türkiye bu süreç için, ABD’deki Ermeni camiası sorumluları ile görüşmeyi uygun buluyor ve en “köktenci” unsurların, tepki vermesine aldırmayıp, inatla Ermenilerle görüşmek istediğini gösteriyor ve görüşmeyi başarıyor.
Ermeni tarafında ise, “görüşelim/görüşmeyelim” diye “ikilem” yaşanıyor. Bunu yaşayanlar, sadece ANCA taraftarı değiller. ANCA’nın (görüşmeyin!) çağrısına kulak asmayıp, görüşmeyi kabul eden AAA taraftarları da, kendi içlerinde h‰l‰ “ikilem” içindeler.
Ermeni tarafında “ikilem” yaşanmasının nedenlerinden biri de bu “diyalog” kavramının yarattığı karmaşa. Türkiye’nin resmi veya gayri resmi olarak görevlendirdiği devlet (III) ve bundan tamamen ayrı olarak, resmi ideolojiye tamamen muhalefette olan, sivil (IV) “diyalog” oluşumlarının, çok doğal olarak çelişen “ifade” ve “konulara yaklaşma biçim”leri. Bu görüntü Ermenilere “kendilerine oyun oynandığı” hissini vermektedir.
Yorumlar kapatıldı.