“Erzurum çarşı Pazar / İçinde bir kız gezer / Elinde divit kalem / Katlime ferman yazar…” Dize sonlarına ‘leylim aman’ ve ‘ninen ölsün sarı gelin, suna yarim’ nakaratlarının eklendiği ‘Sarı Gelin’ türküsü, kaç yüz yıl söylenerek süzüle geldi bilinmez; Muzaffar Sarısözen tarafından derlendikten sonra da yıllardır TRT radyolarında yüzlerce, binlerce kez pek çok sanatçı tarafından seslendirildi.
2000 yılında ‘Salkım Hanım’ın Taneleri’ adlı filmde türkünün yarısının Türkçe, yarısının Ermenice söylenmesi, türkü ile ilgili çetin bir tartışma başlattı. Türkünün nereye ait olduğu yönünde başlayan tartışma ile ‘Sarı Gelin’ kültürel gündemin ilk sırasına yerleşti. Bazı Ermeni kökenli yazarlar, türkünün bir Ermeni türküsü olduğunu iddia etti. Bu iddia, bazı bilim adamı ve sanatçıların şiddetli itirazları ile karşılaştı. Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki pek çok ilden, çok eski zamanlardan beri bilinen ve söylenen türkünün yörelerine ait olduğu demeçleri bu itirazlara eklendi. Tartışma her ne kadar ‘size ait değil, bize ait’ türünden demeçlerle dar bir alanda sıkışıp kaldıysa da tartışmanın yürütüldüğü coğrafya hızla genişledi. Azerbaycan, Türkmenistan, hatta Kırgızistan’dan itirazlar gelmeye başladı ve sonunda aynı türkünün farklı coğrafyalardaki farklı versiyonları art arda sıralandı.
Hikaye, türkünün sözlerinde
Türkiye’de saman alevi gibi harlayıp sönen her tartışma gibi ‘Sarı Gelin’ üzerinden yürütülen tartışma da bir süre sonra dindi. Kaç folklor araştırmacısı, müzisyen veya edebiyatçı şu an ‘Sarı Gelin’in memleketi’ni bulmaya çalışıyor, bilmiyoruz; ancak İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarı öğretim üyelerinden Süleyman Şenel, 3 yıldır sürdürdüğü çalışmasında, Sarı Gelin ile ilgili hayli ilginç ve önemli değerlendirmeler yapıyor. Çalışmasını Motif Halk Oyunları Derneği’nin yayın organı Motif dergisinde uzun bir röportajla da meraklılarına ulaştıran Şenel, ‘Sarı Gelin’ türküsünün, ilk yazılı örnekleri 12’nci yüzyılın ilk yarısına kadar uzanan meşhur ‘Şeyh Sen’an’ kıssasından koptuğunu düşünüyor. Araştırmalarıyla türkünün farklı güfte (söz)’lerine eğilen Şenel, yaptığımız görüşmede, en somut verilere bu güfteler aracılığıyla ulaştığını söylüyor: “En çarpıcı veri, ‘Türkü içinde geçen ‘Vay nenen ölsün’ sözüdür. Nine o bölgede anne manasında kullanılır. Biliyoruz ki âşık maşukasına, yani seven erkek, sevdiği kadına böyle beddua etmez. Beddua etmesi için bir sebep olmalı. Türküye baktığınız zaman bu sebebi göremiyorsunuz. Aynı türkünün başka güftelerinde ‘Ninen ölsün’ sözü ‘Sinan ölsün’ diye geçer. Sinan âşık, Sarı Gelin maşuka’dır. Yani ‘Senin için ben öleyim’ diyor.”
Süleyman Şenel’i bu teze götüren bir ikinci yol da yine bu türkünün farklı bir versiyonunda geçen sözler: “Vardım kilisesine baktım haçına / Mail oldum bölük pörçük saçına / Kız seni götürem İslam içine / Vay Sinan ölsün Sarı Gelin”. Şenel, burada Müslüman bir erkek ile Hıristiyan bir kadının aşkının anlatıldığını belirtiyor ve ekliyor: “Anadolu’nun İslamlaşması sürecinde ortaya çıkan bu tür edebi metinler çoktur. Bu da o dönemde toplumları etkileyen bir aşk hikayesini gündeme getiriyor. Sonu ölümle biten Hıristiyan–Müslüman aşkını anlatan ve bölgede farklı inançtaki toplumları etkileyen bir olay söz konusu. Bu çerçevede baktığınız zaman 12. yüzyılın ilk yarısına kadar giden ve Attar’ın Mantîk–ut Tayr’ adlı eserinde de yer alan bir hikâye var, o da ‘Şeyh Sen’an’ ya da ‘Şeyh San’an’ hikayesidir.”
‘Melodik yapı yanıltıyor’
Türkünün nereye ait olduğu konusunda bazı sanatçılar tezlerini melodik yapıya dayandırmıştı. Süleyman Şenel, eserin melodik yapısından hareketle en fazla 18’inci yüzyıla kadar gidilebileceğini ve melodik yapının sonuca ulaştırmayacağını ileri sürüyor. Şenel’e göre bir eserin müzikal oluşum ve topluma yayılma süreci ortalama 150–200 yıl ve bir eser birdenbire yayılıp toplum hafızasına düşmüyor; çeşitlemeleri ortaya çıkmıyor. Ona göre, eskilerin ‘tegannide inşad’ dediği melodiye güfte giydirme de buna engel oluşturuyor: “Çünkü eser sürekli yenilenir ve bu yenileme sürecinde değişir. Taşındıkça büyür, gelişir. Bu türküde, tema üzerinde yapılmış değişikliklerle bir halk hikâyesinin değiştiğini düşünüyorum.” Sarı Gelin, üç yıl öncesine kadar türkülerin içinde herhangi bir türküydü. Ancak ait olduğu yöre ile ilgili yürütülen tartışmalar, onu popüler bir türkü kıldı. Bunda kuşkusuz Türk–Ermeni meselesinin etkisi vardı. Süleyman Şenel, türkülerdeki gücün payının da unutulmaması gerektiğini hatırlatıyor: “Sarı Gelin, bir türkünün kültürel gücünün, siyasi gelişmeleri nasıl etkilediğine güzel bir örnekti. Bir türkü gündem değiştirebiliyor, yarın kavgalı kılabilecek kadar istenmeyen bir yöne götürebiliyor tartışmaları.” ‘Sarı Gelin’ ve onun gibi yüzlerce türkü, müzikal değerlerinin yanı sıra taşıdıkları bilgilerle de toplumsal hafızamızda yitip giden pek çok şeyi yaşatıyor. Zengin bir folklor geleneğine sahip olan Türkiye’de dillerde dolaşan kim bilir kaç türkü, daha hangi tarihi ve kültürel gerçeğin aydınlatılmasına yardım edecek?
Süleyman Şenel: Tartışmalar folklor için yararlı
“Salkım Hanım’ın Taneleri’nde bu türkünün okunması ve dar sahaların bir şeyleri sahiplenme duygusuyla ‘senindi, benimdi’ tartışması, daha sonra farklı taraflara doğru çekildi. Meselâ Türkiye radyolarında bir türkü derlendiği yörenin adıyla yayınlanır. Radyoya farklı yörelerden mektuplar gelir, ‘o türkü, bizim yörenin türküsüdür ve öyle değildir’ diye. Böyle bir sahiplenme duygusuyla hareket edildiğini düşünüyorum ve bunu masum düşüncelere bağlamak geliyor içimden. Fakat sonra ortaya delil koyma çabası, olayı Ermeni–Türk çatışmasına dönüştürdü. Ama ben bütün bunların doğal karşılanması gerektiği düşüncesindeyim. Burada dikkat çekici başka bir şey var; o da bütün bunların folklora güzel bir malzeme oluşturduğu. İnsanlar Sarı Gelin türküsünün niçin kendilerine ait olduğunu belirten görüşler içinde dahi folklora güzel malzeme olabilecek çelişkiler tutarsızlıklar ortaya koyuyor. Erzurum’dan bir vakıf başkanı, ‘Şu sebepten ve hikâyenin şöyle olmasından dolayı bu türkü bize aittir.’ diyor. Bir başka sanatçı, ‘Hayır öyle değil, böyledir.’ diyor. Bir başka sanatçı başka bir hikâye anlatıyor. Bu tam anlamıyla bir folklordur. Bunun haber olma güncelliği de bir folklordur. Bir uzmanın bir bilgiyi, bir karşı görüşü ortaya koyarken folklorik bir aktarımı gerçekleştirdiğini düşünüyorum.”
Burhan Eren / İstanbul
Yorumlar kapatıldı.