Özdemir İNCE
Yakup Bilge, “Geçmişten Günümüze Süryaniler” adlı kitabında İngilizlerin marifetlerini yazmayı sürdürüyor:
“Ama daha 1924 yılında (Iraktaki ayaklanma üzerine) bu fikirlerinden (yani Hakkari’yi Süryanilere verme düşüncesinden. Ö.İ.) caydılar ve o günlerde Türkiye ile Irak arasında yürütülen sınır tesbit görüşmelerinde Hakkari bölgesinin Türkiye’de kalmasını onayladılar. Bundan amaçları, Süryanilerin Irak’a geçmelerini ve burada sabit bir yer bulamayacakları için İngiliz ordusuna girmelerini sağlamaktı. Böylece savaşın bitimiyle verilen sözleri unutan Batılılar, Ortadoğu’yu kendi çıkarlarına uygun şekilde, aralarında bölüşme yoluna gittiler.” (S.57-58)
***
İşin aslı şu: Lozan Konferansı’nda Türk Delegasyonu Başkanı İsmet Paşa Musul’da yaşayan Türk, Kürt ve Arap halklarının kendi geleceklerini halkoylaması sonucunda belirlemelerini istiyor. Bu öneriyi kabul etmeyen İngiltere sorunu Milletler Cemiyeti’ne götürüyor. Bu görüşmeler sürerken İngilizler, Nasturi (Süryani) Hıristiyanları konusunu ortaya atıyor. Nasturi ayaklanması da Musul sorununun görüşülmesi sırasında patlak veriyor. 12 Eylül 1924 günü başlayan ayaklanma 28 Eylül 1924 günü baştırılıyor. İngilizler, Nasturi sorununu kullanarak “Hakkari’yi Nasturilere verin” diye dayatıyor ve ardından 1925 yılında Şeyh Sait ayaklanması başlıyor.
***
Veeeee, 2003 yılının nisan ayında İngiltere’nin koalisyon ortağı ABD Musul’u işgal ediyor.
***
Bütün bu olanlardan sonra, Türkiye Cumhuriyeti Süryanilere pek güvenemediyse suç sadece TC’nin mi?
Ermeniler, Araplar, Kürtler ve Süryaniler eğer İngiliz, Fransız ve Protestan Kilisesinin gazına gelip ayaklanmasalardı Tarih ve onların durumları bugünkünden daha mı kötü olurdu? Bunu yanıtlamak son derece güç!
Çünkü Tarih’te geçmisin hesabı biraz da “Yenmişe kuzu, geçmişe mâzi denir” hesabına benzer. Ama “Kuzunun nasıl yendiği” sorusunun yanıtı da tarihi belgelere dayanmak zorundadır. Bu nedenle ne Michael’in dedesinin söyledikleri, ne Sofia’nın annesinin anlattıkları, ne Şirvan’ın emmi oğlunun yazdığı mektuplar ne de Kör İbram dedemin anıları bize gerçekten yardımcı olur. Hıristiyan misyonerlerinin, konsolosluk memurlarının, gizli servis elemanlarının raporları da (tarafsız olmadıkları için) dikkatle incelenmek zorundadır.
Sonuçta bu işi tarafsız tarih bilimi ve gerçekten tarafsız, onur sahibi tarihçilere bırakmak gerekir.
Tarihçiler, otururlar kitaplarını yazarlar ve yayınlarlar, bu kitaplar tarih eleştirmenleri ve bilginleri tarafından değerlendirilirler.
Bu nedenle İsveç’te, Norveç’te, Hollanda’da, Danimarka’da ya da Patagonya’da düzenlenen propaganda amaçlı panellerin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Tabii, nifak tohumları ekmekten başka!
Yorumlar kapatıldı.