İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yıldırım Türker: Ermeniler, çocuklar, utanmazlar

YILDIRIM TÜRKER

Türkiye, tarihiyle, konumuyla, imgesiyle yüzleşmek zorunda kaldıkça kaçıp saklanma konusunda müthiş bir yaratıcılık sergileyerek dünyayı şaşırtmaya devam ediyor. Bu durumun kasık çatlatan komiği, elbette biz kurbanları artık güldürmüyor. Döne döne yazmak zorunda kaldığımız konulardan biri yine gündemde. Ermeni soykırımı. ‘Sözde’ kelimesinin bu tamlamanın neresine yerleştirilmesi gerektiği üstüne az tartışılmadı. Soykırım iddiaları karşısında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin politikası ise elbette tartışmaya açık tutulmadı. Şimdi Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, AKP tarzı ‘pragma’ marka hayal gücüyle yoğurup geliştirdiği son yöntem, gerçekten de bu konuda bir çığır açacak nitelikte.

Milli Eğitim Bakanlığı, Ermeni okullarının da aralarında bulunduğu ilk ve orta dereceli okullara bir genelge göndererek, ‘Ermeni soykırımının asılsız olduğu’ temalı konferansların verilip kompozisyon yarışmaları yapılmasını istedi. Genelgede, konferanslarda, konuyla ilgili seminerlere katılmış öğretmenler ile çevrede bulunan yüksek öğretim kurumlarında görevli ‘uzman’ akademisyenlerden yararlanılması isteniyor: “Konferanslarda mümkünse canlı şahitlerin anılarını anlatmaları sağlanacaktır. Asılsız soykırım iddiaları konusunda TRT, YÖK Başkanlığı, Kültür Bakanlığı ile bazı üniversiteler bünyesinde hazırlanan CD’lerin temin edilmesi durumunda, bu CD’lerden de yararlanılacaktır.”

Yararlanılacak kitap listesi de şöyle: Yusuf Ziya Bildirici’nin “Adana’da Ermenilerin Yaptığı Katliamlar ve Fransız Ermeni İlişkileri” ile Erdal İlter’in “Ermeni Kilisesi ve Terör”ü.

Değerli araştırmacı yazarlar ne kadar gurur duysa azdır.
Geçenlerde Milli Eğitim’in talimatı çerçevesinde her ilde okul temsilcileriyle bir toplantı yapılmış. Bu toplantıda da öğretmenlere kamuoyu oluşturma konusunda kullanılması gereken ve tabii ki kaçınılması gereken ifadeler basılı olarak dağıtılmış. Sözgelimi, öğrenciler kompozisyonlarını kaleme alırken, “Birinci Dünya Savaşı ortamı içinde Türklerin bazı Ermenileri öldürmüş olabileceği” şeklinde ifadelerden, aman ha, kaçınacak. Sonra, “Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeniler Anadolu’da birçok Türk’ü öldürdüğü için Türkler de Ermenileri öldürmüştür” demek de yasak. Kısacası Ermeniler öldürülmemiş, yollarda kendiliğinden telef olmuş ya da devletimizin resmi görüş üslubuna daha da yakışır bir açıklamayla aslında Anadolu’da zaten Ermeni yokmuş, şimdiki bir avuç Ermeni de Ermenistan’daki zulümden kaçıp bu toprakların şefkatine sığınmış. Kerli ferli adamlar yüzleri kızarmadan böyle bir genelge yayınlayabiliyorsa, ilkokul çocuklarının da bu tür kompozisyon yazmasından doğal ne olabilir?

Bitmedi. “Bazı ülkeler Ermeni iddialarını gündeme getirmeden önce kendi tarihlerini incelemelidirler” ifadesi de sakıncalılardan. Onda da suçunu ikrar var. Biz ettiysek siz de ettiniz, gibi.
Kullanılacak cümleler, şunlar: “Ermenistan, yayılmacı ve işgalci bir devlettir. Bölgedeki huzura tehdit oluşturmaktadır…Ermenistan, anayasasının giriş bölümünü iptal etmeli ve Türk halkından ve devletinden özür dilemelidir”. “Ermenilerin soykırıma uğradıklarını iddia ettikleri dönemde gerçekte soykırıma uğrayan, Türklerdir”. Velhasıl, resmi ideolojinin alacaklıyı borçlu çıkarma temrinleri, bu kez çocuklara yamanıyor.

* * *

Bu toprakları, ırkçılığın-ayrımcılığın hiçbir zaman maya tutmamış olduğu, yüce Osmanlı geleneğinin biçimlediği mozaik olarak adlandırma konusunda ısrarlı olanlar, topluca onaylanmış hiyerarşinin en üst basamağında oturmuş, hayatımızı sırıtarak izliyor. Cumhuriyeti dişimiz tırnağımızla kurduk ve onun herhangi bir saikle sorgulanmasına izin vermeyiz. Ama Osmanlı’nın yüceliği konusunda da burnumuzdan bir tek kıl vermeyiz. Dolayısıyla ne Ermeni kıyımı ne de ülkenin birlik-bütünlüğü adına yakın geçmişte yenilen herzeler üstüne söz ettiririz. Eden vatan hainidir. Namlunun ucundadır. Irkçılığın gölgesinin bu topraklar üstüne hiç düşmemiş olduğuna yürekten inanan masum halkım, ırkçılığı sadece kimi Amerikan filmlerinde işlenen siyah-beyaz sorununun adı zannediyor. Osmanlı’nın hoşgörüye dayanan o kutsal mozaiğindeki çatlaklar üstüne araştırma yapmak dahi bölücülüğün önde gideni. Pekiyi bu mozaiğin Sünni Türk parçaları dışında kalanlar nerede ve ne koşullar altında yaşıyor?

6-7 Eylül olayları ve Varlık Vergisi uygulamasının ortak vicdanımızda yer edinmesini sonunda mahcup bir yüce gönüllülükle kabul ettik. Ama Ermeni soykırımı iddiaları üstüne tartışmak, araştırmacıların önünü açmak, devletimize bol gelen demokrasi uygulamaları. Reddedersin, olur biter. Yıllarca Kürt diye bir ırk olduğunu reddettiğin gibi. Sana dünyada kimsenin inanması şart değil. Sen kendine inan, yalanına güven. Yeter.

* * *

Bu Milli Eğitim hamlesiyle adını şimdiden tarihimize altın harflerle yazdırmış bulunan Bakan Hüseyin Çelik, bana geçmiş kabusumuz Tansu Çiller’in yine bu konudaki uluslararası bir kriz sırasında önerdiği uygulamaları hatırlattı. O gelişmeler üstüne Ermenistan vatandaşlarını sınırdışı etme önerisinde bulunan cüretkâr hanım, bununla yetinmeyip TC vatandaşı Ermenilere de bir mektup hazırlamıştı: “Gerçekçi bir yaklaşımla bir araya gelip, bu durumu ortadan kaldırmak ve dostluğumuzu korumak için ABD Temsilciler Meclisi yetkilileri nezdinde girişimde bulunmanızı yararlı görüyorum” diyor, onlardan yetkililere kendi hazırladığı metni imzalayıp yollamalarını istiyordu. Çiller’in bu girişiminin belirli masum kesimlerce pek dahiyane bulunmuş olabileceğini düşünüyorum doğrusu. Bu girişimin altındaki mantık, Ermeni vatandaşlara ‘E bu memlekette yaşıyorsan böyle bir durumda belirli taleplerimizi karşılamak zorundasın. Yok öyle sessiz sedasız yatmak’ demekten başka bir şey değildi. Bunun açık seçik baskı olduğunu, ‘dostluğumuzu korumak’ ibaresiyle onlara gözdağı vermeyi amaçladığını görmemek, kendine ırkçılığı yakıştırmayan masum halkıma dahi yakışmaz diyebilmek de istemiştim öte yandan. Çiller’in ahlâki irtifasına düşebilmek mümkün görünmüyordu, öyle mi? Alın size bir başka yiğit.

* * *

Agos gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Hırant Dink biraz bezgin bir öfkeyle, “Bir kere şunu belirtelim ki, biz sadece böyle bir genelgenin Ermeni okullarına gönderilmesine tepki göstermiyoruz. Türkiye’deki bütün okullara gönderilmesinden rahatsızlık duyuyoruz. Okullar bilginin dikte edildiği yerler değildir. Tam tersine bilginin sorgulandığı yerlerdir. Okullara gönderilen genelge, Ermenilerin soykırımına politik bir karşı tavırdır ve bu tavrın alanı Türkiye’deki okullar olmamalı. Bu çıkışın hedefi genç beyinler olamaz. Ermeni çocuklarına ‘asılsız soykırım iddiaları’ dedirtmek psikolojik bir işkencedir. Öte yandan sayın Milli Eğitim Bakanı yaptığı açıklamada, bu genelgenin okullara gönderilmesini Dışişleri Bakanlığı’nın istediğini söyledi. Bakan, ‘Dışişleri Bakanlığı bize Ermeni okullarına göndermeyin demedi’ diyor. Bu gülünç bir açıklama. Durum böyleyse Milli Eğitim Bakanlığı’na ne ihtiyaç var?… Çözümsüzlüğün devam etmesi için girişilen bu çabalarla, hem çocuklarımızın hem bizim ruh sağlığımızı etkiliyorlar. Çocuklarla uğraşmayı bırakıp tarihi tartışarak ve araştırarak açıklamaya çalışsınlar” diyor.

Haydi biz de diyelim. Ermeni çocuklarına bu kompozisyonları dayatmak, onlara daha şu küçük yaşlarında birer savaş esiri olduklarını, bu memlekette yaşayakalmak için kimi resmi metinlere imza atmaları gerektiğini ilan etmektir. Bu vahşi tutumu, kendisi de Türk maarifinin koşullu şefkatinden geçmiş birkaç muktedirin gülünesi gafı olarak kaydedip hafife almak, yerleşik ırkçılığa çanak tutmaktır.

Hitler Almanya’sından bir fotografı hatırlatırım. Bir dershanede tahtaya kaldırılıp sınıfın önüne dizilmiş birkaç Yahudi çocuk. Ellerini suçlular gibi kavuşturmuş, boyunları bükük duruyorlar. Tahtada ‘Yahudi en büyük düşmanımızdır! Yahudilere dikkat!’ yazılı.

Atalarının akıbetini öğrenmelerine izin vermediğiniz çocuklardan uzak durun. Gölge etmeyin. Sizin koyu gölgenizde hiçbir ot bitmiyor.

Yorumlar kapatıldı.