Murat Belge
AKP’nin yeni iktidar olduğu günlerdeydi. Gazetede çıkmış bir habere dayanarak o ilk hükümette Kültür Bakanı olan Hüseyin Çelik’i birilerine ‘entel’ benzeri sözler söylemesinden ötürü kınayan bir yazı yazdım. Bir-iki gün içinde Bakan, telefonla aradı ve bu sözleri söylemediğini, gazetecinin kendi kafasına göre bunları yazdığını anlattı. Daha önceden de tanıdığım Hüseyin Çelik’in bu açıklamalarını inandırıcı buldum, tabii bunu da yazdım.
Şimdi AKP’nin ikinci hükümeti işbaşında ve bu seferinde Hüseyin Çelik, Milli Eğitim Bakanı. Bakanlığıyla ilgili bir haber çıktı gene: Ermeni okullarına gönderilen talimat. İlkinden ağzım yandığı için hemen kaleme sarılmadım. Bakan’dan açıklama bekledim. AKP iktidar olalı, yaşadığımız kalıp haline geldi bu. Bir yayın organı AKP’den falanca için ‘şöyle dedi, böyle söyledi’ diye yazıyor. Ertesi gün o falanca duruma müdahale edip, ‘Ben işin aslında şunu söylemiştim’ diyor ve işin doğrusu genellikle ancak o zaman anlaşılıyor. Medya ve gerçeklik arasındaki ilişki bizim memlekette böyle kurulabiliyor. Dolayısıyla bekledim, bu ikinci aşamayı. Derken Bakan konuştu -ya da ‘Bakan böyle konuştu’ yollu yeni haberler çıktı.
Bunlar da yetersiz, çarpıtılmış vb. olabilir. Ama şu durumda, ilk habere duyduğum tepkiyi azaltmıyor, herhangi bir şekilde değiştirmiyor. Bu talimatın yalnız Ermeni okullarına mı, bütün okullara mı, kime gönderildiği de o kadar önemli değil.
Devletimizin eşitlikçi tavrını öteden beri bilir ve takdir ederiz. Onun için, bu ‘eğitim’ alanında, her azınlık okulunun içine, dışına, her türlü münasip yerine, ‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene’ levhaları asılır. Genel sistemde ne varsa o yapılmalı. ‘Farklı muamele’ korkunç bir şey (‘fark’ kavramı da öyle).
Türkiye’de bu tür şoven davranışları bir tane, iki tane kuruma, ideolojiye, siyasi çizgiye mal edemezsiniz. Aşağı yukarı 19. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak ve zaman ilerledikçe katlanarak devam eden bir şovenizmden (ve onun tamamlayıcı parçası ‘zenofobi’den, yani yabancı düşmanlığından) başka bir şey ürememiştir. Bazı kurumların veya ideolojilerin sorumluluğu ötekilerden fazla, belirleyiciliği daha öncelikli olabilir; ama bunun yarattığı kültürü benimsemekte herkes son derece gönüllü davranır. Onun için MHP’nin ortak olduğu hükümetlerde kimsenin aklına gelmeyen böyle bir uygulamayı başlatmak, AKP’ye nasip oluyorsa, buna da şaşmamak gerekir.
‘Ben solum’ diyen çeşitli partiler, bireyler var. Onlar da yapabilirdi.
Konunun Ermenilerle ilgili kısmı yeterince korkunç. Bunu ayrıca yazmak bile fazlalık geliyor. Ama bir de daha genel ya da daha derin diyebileceğimiz bir kısım var.
Bakan’ın sonraki konuşmasından anlaşılan, bunun tartışılmasını istediği.
Şimdi, siz bir Türk okulunda, Türk öğretmenler gözetiminde, ‘Ermeni kıyımı oldu mu?’ diye bir ‘tartışma’ başlatacaksınız! Çocuklar konuyu özgürce tartışacaklar! Muhtemelen basın da izleyecek. Onlar da belki özgürce değerlendirmeler yapacaklar!
Adı ‘eğitim’ olan herhangi bir kurumda, ‘Şu sonuca varmak üzere bir araştırma başlatın’ demenin korkunçluğunu hiç düşündünüz mü? Bunu telaffuz ettiğiniz anda ‘araştırma’, ‘bilim’, ‘öğretim’, ‘düşünce’ gibi kavramlardan herhangi birinin sözlüklerde yazılı anlamlarından geriye bir şey kalır mı? ‘Daha derin’ dediğimiz bu.
Ama eğitim sistemimizin bugün vardığı noktaya gelmesinde herkesten çok payı olan (geç kurulmuş olmasının acısını ‘fart-ı enerji’siyle gidermeye çalışan) YÖK, devalı üniversitelere yarı gizli tamim yollar, ‘Sözde-Ermeni kıyımı iddialarını çürütmek üzere araştırma yaptırın’ diye emirler verir.
Verir, tabii. Bunları yapsın diye kurdular, o da yapıyor. Bir ‘araştırma’nın ne demek olduğunu YÖK’ten iyi bilecek kurum mu vardır memlekette? YÖK bunu üniversitelerinden ve öğretim üyelerinden talep edebiliyorsa, Eğitim Bakanı da Ermeni çocuğuna ‘kıyım olmadı’ diye ‘kompozisyon’ yazdırmış, çok mu?
Yorumlar kapatıldı.