İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

radikal2: 1915 ve bazı efsaneler hakkında – Taner Akçam

TANER AKÇAM

29 Nisan’da Ayşe Hür’ün, “Ermeni Sorunu” ile ilgili, “Tarihle yüzleşmeye hazır mıyız” başlıklı yazısı yayınlandı. Yazı, Türkiye’de az rastlanan bir tarzda, tarihle hesaplaşmaktan, konuyu açık olarak tartışmak gerektiğinden söz ediyor. Sadece bu açıdan bile yazarı kutlamak gerekiyor; ama ciddi bazı “teknik” aksaklıkları var yazının. Bilgi olarak aktarılan birçok şey, resmi Türk tezi olarak bilinen ve gerçeklikle alakası olmayan bazı efsanelerden ibaret. Gerçek şu ki, Türk tezlerini kanıtlamak amacıyla oluşturulmuş kurumlar ve kişiler düzenli bir biçimde efsane ve yalan üretiyor. Konu üzerine Ayşe Hür gibi ciddi ciddi kafa yoranlar bile, bu efsaneleri doğru bilgiler olarak algılıyor ve tekrar ederek, efsanenin “gerçek bilgi” haline gelmesine katkıda bulunuyorlar. Konuya ilişkin, efsane ve yalanlarla, gerçek bilgileri birbirlerinden ayıklamak gerekiyor. Burada bu efsanelerden sadece iki tanesine değinmek istiyorum.

1) Ayşe Hür, “Mondros Mütarekesi’ne kadarki dönemde Ermenilere zarar vermekten dolayı 1397 kişi çeşitli cezalara çarptırılmış, yarısından çoğu da idam edilmiştir” diyor. Sadece bir efsaneden ibaret olan bu bilgi, bildiğim kadarıyla ilk defa Kamuran Gürün’ün “Ermeni Dosyası” (s. 288) adlı kitabında yer aldı. Sonra, ciddi bir bilgi olarak tekrar edildi durdu. Kimsenin aklına sormak gelmedi. Kimdir bu yargılandığı söylenen 1397 kişi ve idam edilenler? Gürün, tek bir isim ve belge vermez ama kaynakça olarak, Dahiliye Nezareti Şifre Kalemi dosyalarını gösterir. Bu dosyalar uzun yıllar araştırmacılara verilmedi. Sadece, Gürün, S. Shaw gibi “efsane üretme” görevlileri okuyabildi bu dosyaları. Dosyalar hizmete sunulduğunda ise, ya okumak isteyenler arşivden kovuldu (Hilma Kaiser, Ara Sarafyan) ya da “bakımda”, “konunuzla ilgili değil” denerek belge verilmesi reddedildi. Şimdilerde bu dosyalar, bazı zorluklar çıkarılsa da, araştırmacının hizmetinde.

Dosyalarda var olan bilgiler ise, Gürün’ün iddia ettiklerinin tam aksine. Ortada, Ermenilere kötü muamele ettiği için yargılanan, idam edilen insanlara ilişkin belge yok. Haklarında dava açılanlar ise, Ermenilere kötülük yapanlar değil, Ermeni mallarını zimmete geçirenler. İttihatçılar, malları yağmalayan bazı devlet memurları hakkında soruşturma açıyor. Çünkü, bu malların, belli amaçlar için kullanılması planlanmıştır.

İttihatçıların programı

Belgelerden İttihatçıların, Ermeni mallarını şu amaçlar için kullandıklarını anlıyoruz: 1) Savaşı finanse etmek (bazı binaların askeriyeye tahsis edilmesi, ürünlerin askerlerin ihtiyaçlarına ayrılması vb); 2) Türk burjuva sınıfı yaratmak, (iş yerlerinin ya karşılıksız ya da çok düşük fiyatlarla yerel eşrafa satılması vb.); 3) Müslüman muhacirleri yerleştirmek, (evlerin bu amaçla kamulaştırılması ve muhacirlere tahsis edilmesi vb.); 4) Devletin, Ermenilerin sürülmesi sırasındaki masraflarını karşılamak (malların satımından elde edilen gelirlerin, vali ve kaymakamlara gönderilmesi vb.). Dosyalarda bu konuda onlarca belge var ama Ermenilere kötü muameleden dolayı yargılanan hele hele idam edilenlere ilişkin tek bir belge yok. Belgeler bize İttihatçıların, Ermeni mallarını son derece planlı, belli amaçlar için kullandığını, bunun içinde yağma yapan memurlara karşı soruşturmalar yürüttüğünü gösteriyor.

Bu yargılamalara ek olarak söylenen ikinci bir efsane daha vardır. Buna göre göç ettirilen Ermenilere, mallarının karşılığı, yerleştikleri yerlerde ödenmiştir. Ermenilerin geride bıraktıkları mallar hakkında çeşitli tarihlerde değişik kararlar alındı. Bunlardan en önemlileri, 10 Haziran 1915 tarihli genelge ve Eylül ayında çıkarılan geçici kanundur. Buna göre, Ermenilerin malları satılacak ve karşılığı, yerleştikleri yörelerde onlara verilecektir ama Osmanlı arşivlerinde buna ilişkin de tek bir belge bile yok. Ne Ermenilere kötülük yapanların yargılandığı ve idam edildikleri ne de Ermenilerin el konulan mallarının karşılıklarının kendilerine ödendiği bilgisi doğrudur. Bunlar, bilinçli bir yalan makinesinin kafa karıştırma eyleminden başka bir şey değildir.

2) Ayşe Hür yazısında, bazı Batı illerinde yaşayan Protestan ve Katoliklerin sürülmediğini söylüyor. Aslında konuya ilişkin iki ayrı efsane var. Birincisi, Batı illerinden Ermeni sürülmediği, ikincisi Katolik ve Protestanların sürgün dışı tutulduğu. Bırakın yabacı kaynakları, devlet arşivlerinin konuya ilişkin 1995 yılında yayınladığı kitap bile bu iki efsaneyi çürütmeye yetiyor. Kitapta, “Adana, Ankara, Aydın, Bolu, Bitlis, Bursa, Canik, Çanakkale, Diyarbakır, Edirne, Eskişehir, Erzurum, İzmit, Kastamonu, Kayseri, Karahisar, Konya, Kütahya, Mamuretülaziz (Elazığ), Maraş, Niğde, Samsun, Sivas, Trabzon ve Van, şehirlerinden… Ermeniler sevkedilerek iskân edilmişlerdir”, (s. 9) denir. Aslında bu bilgiler bile eksik ama bu dahi sürgünün tüm Anadolu sathından yapıldığını gösterir. Özellikle İzmir ve İstanbul’dan hiç sürgün olmadığı da bu efsanelerin başında gelir. Oysa, Dahiliye Nezareti kayıtlarına göre, İstanbul ve İzmir’den de sürgünler yapıldı. Bu konuda var olan belgeleri inşallah bir gün yayınlarlar.

Talat Paşa’nın telgrafı

Katolik ve Protestanların sürülmediği efsanesine gelince; bu sürgünlerin engellenmesi doğrultusunda bölgelere bazı telgrafların yollandığı doğrudur ama yollanan ilk telgraf 4 Ağustos 1915 tarihli. Yani sürgünün üçüncü ayına denk düşer. İlk belge Katolik Ermenilerle ilgili olup Talat Paşa tarafından yollanmıştır. Telde, “Kalmış olan Ermeni Katoliklerinin sevk ve ihraclarından sarfı nazar edilmesi” denir. Benzeri bir tel 15 Ağustos tarihinde Protestan Ermenilere ilişkin olarak yollanır ve “Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerden sevk olunmayanların sevkinden sarfı nazar olunması” bildirilir, (s. 72, 77-8) Her iki telgraftan da anlaşılacağı gibi bu tarihe kadar Katolik ve Protestanlar zaten sürülmüş bulunuyorlardı.

Nitekim, 18 Eylül 1915 tarihinde Kayseri, Eskişehir, Diyarbakır ve Niğde’den gönderilen telgraflarda, mutasarrıf ve valiler kendi bölgelerindeki tüm Ermenilerin sürüldüğünü, sevk edilecek Ermeni kalmadığını bildirirler, (s. 94-7).

Talat Paşa’nın bu telgrafları, “iş olsun” diye yolladığını, daha sonra bölgelere görevlileri yollayarak, “bu telgrafları ciddiye almayın” haberini ilettiğini birçok kaynaktan biliyoruz. Ama bu belgeler bile tek başına, Katolik ve Protestanların sürülmediğinin bir efsane olduğunu göstermeye yeter.

Uluslararası kamuoyunda Ermeni Soykırımı olarak bilinen; bizde hâlâ “Ermeni Sorunu” olarak adlandırılan, tarihin bu hazin sayfasının, sadece Nisan aylarında konuşulan bir konu olmaktan çıkması, efsanelerden arındırılmış ciddi tartışmaların yaygınlaşması ümidiyle. Çünkü geçmişi ile yüzleşmeyen yarınını kuramaz.

* Doç. Dr.TANER AKÇAM: Minnesota Üni.

Yorumlar kapatıldı.