Murat Belge
Rauf Denktaş, Kıbrıs Türkleri hakkında ilginç sözler söylemiş. Bu sabahın (cumartesi) Milliyet’inde okuyorum: ‘Biz azınlık değiliz’ başlığı altında verilmiş bu sözler. Tam alıntı şöyle galiba: ‘Biz ne azınlığız, ne Güney Kıbrıs vatandaşıyız. Biz KKTC halkıyız. Bunu kabul etsinler, mesele halledilir.”
Denktaş, ‘Türk’ adıyla nitelenen cumhuriyetlerde işbaşında olan en eski, dolayısıyla en deneyimli siyaset adamı. Kim bilir, belki bu nedenle Türkiye’ye de yön veriyor. Onunla konuşmaya gidenler ‘Size hayranız’ diyorlar. Onun isteğiyle Annan Planı’nı elimizin tersiyle itiyoruz. Onun isteğiyle, Avrupa Birliği yolunun üstüne KKTC engelini yatırıyoruz. Ama bu ‘TC’ye KKTC öncülüğü’ konusunu daha sonra, ayrı bir yazıda ele almak istiyorum. Biz şimdi Denktaş’ın şu son demecine gelelim.
Kıbrıs, malum, Berlin Konferansı’ndan beri Osmanlı, dolayısıyla Türk egemenliğinde değil. Oradaki Türk nüfus o zamandan beri Türk egemenliğinde yaşamadı. Ama bir adada bulunan bu halk, ‘azınlık’ da değilmiş. ‘Azınlık’ kavramının bizim kültürde çok kötü çağrışımları olduğu anlaşılıyor.
Denktaş’ın bu sözleri herhalde yalnız benim değil, buralardaki konuları biraz bilen herkesin aklında Kürtlerle ilgili birtakım çağrışımlar uyandıracaktır. Doğu’da yaşayan Kürtler, ‘Biz azınlık değiliz. Bulunduğumuz yerde çoğunluğuz’ derlerse, aynı çerçevede, bu önermelerden birinin doğru, birinin yanlış olduğunu söyleyebilir misiniz?
‘KKTC’ denilen birim, yaratılalı ancak 20 yıl geçmiş bir isim. Denktaş, ‘Biz oranın halkıyız’ diyorsa, Diyarbakır’da da birisi kalkıp, ‘Biz GDTKC (yani Güneydoğu Türkiye Kürt Cumhuriyeti) halkıyız’ derse, söz konusu önermelerin birinin doğru, ötekinin yanlış olduğunu iddia etmek mümkün müdür?
‘Dünyada konular ve sorunlar ne olursa olsun, Türkiye’nin ve Türklerin istediği çözüm neyse doğru olan odur ve onun mutlaka uygulanması gerekir’ diye bir yasa var mı? Bunu çıkarabilir misiniz? Çıkarmasına çıkarır ve Türkiye içinde geçerli de yaparsınız. Ne de olsa burası 20 yılı aşkın bir süredir 12 Eylül Anayasası ile yaşayan bir ülke. Ama bu ‘ilke’nizi dünyaya kabul ettirmenizin bir yolu var mı?
Gelelim ‘azınlık’ kavramına. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başı Osmanlı-Türk ‘intelligentsia’sı, bu kavramın çevresinde çok kötü anlamlar taşıyan çağrışımlar oluşturdu. Bu emperyalizm çağının ‘düvel-i muazzama’ politikasının müdahaleleri altında, ‘azınlık’ hem bir ‘hain’ olarak görülen, dolayısıyla korkulan biriydi. Hem de gitgide nefret edilen, aşağılanan biri.
Ama bütün dünyada bu anlayışlar aşıldı. Bugün dünya ‘azınlık’ kelimesini işittiğinde kimsenin zihninde böyle çağrışımlar uyanmıyor. Yalnız Türkiye’nin siyasi seçkinlerinde var bu, çünkü Türkiye’nin siyasi seçkinleri söz konusu dönemden bugüne dünyada oluşan siyasi kültürü özümlemiş değiller.
Onun için, örneğin, Kürtler hakkında ‘gönül alıcı’ bir söz söylemek istedikleri zaman, ‘Kürtler azınlık değildir’ derler. Bununla bir yandan Lozan’ın kendileri için avantajlı olduğuna inandıkları yanına dayanmak isterler; ama asıl muratları Kürtleri ‘taltif’ etmektir.
Ama bunu söylerken, sayısı çok azalmış da olsa, Lozan’ın da tanımış olduğu ‘azınlıklar’ bu ülkede yaşamaya devam ediyor. Böylece, ‘Kürtler azınlık değildir, ‘ikinci sınıf’ değildir’ diye konuşan ‘siyaset adamı’, ülkede yaşayan Ermenilere, Yahudilere vb. hangi gözle baktığını farkına varmadan itiraf ediyor.
Öte yandan, kelimenin olumsuz çağrışımları herhalde bir biçimde öbür cenahta da geçerli olmalı ki, Kürtler de, kendilerine ‘azınlık’ denmesinden hoşnut olmuyorlar.
Neyse, bütün bunlar bir yana, Kıbrıs adasında, ‘azınlık’ olmayan bir ‘KKTC halkı’nın yaşadığını öğrenmiş bulunuyoruz. Hayran olduğumuz Denktaş’ın buradaki öncü rolü sayesinde bu bilgi bizim hayatımıza bakalım nasıl yansıyacak.
Yorumlar kapatıldı.