Türkler ve Ermeniler bin yıl aynı coğrafyada huzur içinde birlikte yaşamışlar ve aynı kültürel değerleri benimsemişlerdir. Defalarca Bizanslılar tarafından katliama tâbi tutulan Ermeniler, evvelâ Selçuklu Türkleri ve daha sonra Osmanlı Türkleri ile yüzyıllar boyunca barış içinde yaşamışlardır. Ermenilerin Osmanlı tebaası içerisinde her zaman özel bir yeri ve önemi bulunmuş; Ermeniler de, diğer gayrımüslim azınlıklar gibi dinî inanç ve ibadetlerinde tamamen serbest olmuşlardır. Osmanlılar, “Millet-i Sâdıka” olarak adlandırdıkları Ermenileri her zaman el üstünde tutmuşlardır. Yapılan bir araştırmaya göre; Osmanlı İmparatorluğu’nda XIX. yüzyılın sonunda Ermeni azınlıktan 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 konsolos, 29 paşa ve 11 profesör bulunmaktaydı. Buna mukabil Ermeniler, bu kadirşinaslığa ihanetle karşılık vermişlerdir. Ermeni Patrik Yardımcısı Gevont Turyan’ın 1917’de yazdığı rapordaki şu tespiti, Ermeni meselesini en güzel şekilde özetlemektedir: “Bu hain nankörler, bu dengesizler gerçekleri inkâr etmişler ve en gözde tebaa olarak kendilerine şanla şerefle yaşama imkânı bağışlayan bu ülke üzerinde kin, nefret ve ayrılık tohumları ekmişlerdir.”
***
Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan azınlıkların batılı devletler tarafından kışkırtılması, XVIII. yüzyılın sonlarında başlamış ve XIX. yüzyılda bu devletlerin “Şark Meselesi”nin hallinde sarıldıkları önemli bir politika haline gelmiştir. Ermeni Sorunu’nun 1878 Berlin Antlaşması’ndan sonra su yüzüne çıktığı söylenebilir. Bu antlaşmanın 61. maddesine göre Osmanlı Devleti, Ermenilerin bulundukları vilâyetlerde ıslahat yapmayı ve bu konuda taraf devletlerin kontrolünü kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu suretle, XVII. yüzyıldan itibaren önce Katolik Cizvitlerin, daha sonra Protestan Misyonerlerin faaliyetleri ile başlayan tahrikler ilk defa bir hukukî zeminde mesnet bulmuştur. Berlin Antlaşması ile gelişen yeni dönemde, Ermeniler önce 1870’lerden itibaren giriştikleri örgütlenme faaliyetlerini hızlandırmışlar, XIX. asrın sonlarına doğru ise terör eylemleri de yapan “Ermeni Komiteleri” kurmaya başlamışlardır.
Ermenilerin kışkırtılmasında, 1885’ten sonraki dönemde başrol oyuncusu Rusya’dır. Ancak özellikle XIX. yüzyılın sonlarından itibaren kurdukları Protestan okullarında giriştikleri yoğun misyonerlik faaliyetleri ile Ermenileri kışkırtarak sahnede yerlerini alan Amerikalıları da gözden uzak tutmamak gerekir. Çeşitli antlaşmalardaki hükümler ve kapitülasyonlar yüzünden kontrol edilemeyen misyoner okulları, bütün Osmanlı topraklarını ve Anadolu’yu âdeta bir “tahrik ağı” gibi kaplamış bulunmaktaydı. 1900’lü yıllarda Osmanlı topraklarında misyonerlere ait toplam yabancı okul sayısı 2.000 civarında idi; azınlıkların kendi okulları ile birlikte bu sayı 10.000’e yaklaşmaktaydı.
***
1895’ten sonra hızlanan Ermeni terör ve isyan hareketleri, Rusların himayesinde Doğu’da Müslüman Türk ahaliye yönelik “toplu katliamlara” dönüşmeye başlamıştı. Ermenilerin, çeteleri vasıtasıyla yürüttüğü katliamlar 1915-1920 yılları arasında yoğun bir şekilde sürdürüldü. Özellikle 1912-1915 ile 1918-1920 devrelerinde bu eylemler hızlanmıştır.
Bu dönemlerdeki Ermeni mezalimini tevsik eden belgeler, Osmanlı Arşivi ve diğer kaynaklardan faydalanılarak yayınlanmıştır. Yapılan “toplu mezar” kazılarında, Ermeni komitacılarının görülmemiş bir vahşet ve çeşitli işkencelerle öldürerek kazdıkları çukurlara doldurdukları, aralarında çocukların, kadınların ve ihtiyarların da olduğu binlerce Müslüman Türk’ün ceset kalıntıları bulunmuştur. 1895’ten sonra Ermenilerin, çoğunluğunu Türklerin teşkil ettiği bir milyondan fazla insanı hunharca katliama tâbi tuttukları görülmektedir.
***
I. Dünya Savaşı başladıktan sonra, Ermenilerin Osmanlı Devleti aleyhinde cephe gerisindeki faaliyetleri ve giriştikleri saldırılar had safhaya ulaşınca, Erkân-ı Harbiye Riyaseti’nin ısrarı ile 27 Mayıs 1915’te bir “Kanun-u Muvakkat” -ki, sonradan buna “Tehcir Kanunu” denilecektir- çıkarılmış ve isyan ederek Devleti arkadan hançerleyen bir kısım Ermenilerin, gene Osmanlı toprağı olan güneydeki mahallere gönderilmesi kararlaştırılmıştır.
XIX. yüzyılın sonlarından itibaren, huzursuzluklar, misyoner okullarının tesiri, Rusların teşviki ve Amerikalıların dâveti neticesinde; Osmanlı topraklarından Rusya’ya ve Amerika’ya büyük bir “göç hareketi” başlamıştır. 1914’e kadar 100.000 kadar Ermeni ABD’ye göç etmiştir. Bu durum çeşitli nüfus istatistiklerinden de anlaşılmaktadır.
***
Merhum Prof. Dr. Nejat Göyünç, “Ermeni örgütleri ve yandaşları tehcir sırasında bir Ermeni soykırımı olduğunu iddia ederler; sayısı da açık arttırmadadır. Bu olaylar sırasında 1,5-2 milyon Ermeninin hayatını kaybettiği öne sürülür; halbuki her iki rakam da o tarihlerde bütün Osmanlı hudutları içerisinde bulunan Ermenilerin sayısından fazladır” demektedir. 1918 yılına gelindiğinde tamamının tehcir edildiği ve soykırıma tâbi tutulduğu iddia edilen Ermeniler, Kars’tan Adana’ya uzanan hattın doğusunda Türklere karşı hakikî bir soykırıma girişmişlerdir. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Millî Mücadele başladıktan sonra TBMM’ye bağlı kuvvetler, Kâzım Karabekir Paşa’nın komutasında Ermeni ordularını bozguna uğratmışlar ve Ermeniler ile aramızda 2 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması imzalanmıştır.
***
Aslında, I. Dünya Savaşı sonrasında tehcir sonucunda Ermenilerin mağdur edildikleri iddiası üzerine, zamanın Osmanlı yönetimi ve yabancı devletler tarafından çok çeşitli soruşturmalar yapılmış, mahkemeler kurulmuş ve heyetler gönderilmiştir. Her türlü imkâna ve “Hazine-i Evrak”a (Osmanlı Arşivi) sahip İngiliz, Fransız ve Amerikan otoritelerinin soruşturmaları neticesinde -münferit birkaç ihmalkârlık haricinde- Ermeni iddialarını doğrulayan bir sonuç elde edilebilmiş değildir. Dönemin Rus kaynakları da, bu istikamette bilgiler ihtiva etmektedir. Esasen Ermeni soykırımı iddialarını destekleyen tek geçerli belge yoktur. Bütün bu “patırtı” birtakım hatırâta ve hayâli hikâyelere dayandırılmaktadır.
***
Üçbuçuk Ermeni militanının ve bunların sırtından siyaset yapan popülist politikacıların saldırıları karşısında; 70 milyonluk koskoca bir Türkiye Cumhuriyeti’nin acze düşmesi mümkün değildir. Tarihinin hiçbir devresinde ırk ve din ayrımcılığı yapmamış şerefli Türk Milletinin bir mensubu olarak, bu, akıl, ilim ve ahlâk dışı iftirayı aslâ kabul etmiyorum.
Yorumlar kapatıldı.