İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

radikal: Türkiye´ye güvenmek çok zor

JOHN EIBER

Krizler, dostluk kılıfına bürünmüş bir şekilde ortaya çıkabilir; bilhassa
o dostluk, uzun süredir önemsenen, fakat aslında tehlike arz eden bir yanılsamaya dayanıyorsa. Irak krizi ilkin ABD’ye, ‘Yaşlı Avrupa’nın Soğuk Savaş yıllarında olsa olsa kış uykusuna yattığını gösterdi. Ardından Washington’ın bir başka tatsız keşfi daha oldu: ‘Yaşlı Türkiye’ de sağ salim ayaktaydı.

Türkiye’nin ABD’nin savaş girişimlerine indirdiği son dakika darbesi ve Kuzey Irak’ı işgal etme tehditleri savurması, önde gelen Amerikalı siyaset mercilerini ‘sersemletti’. Şaşkına dönenlerin başında Senato İstihbarat Komitesi’nin üst düzey Demokrat üyesi senatör Jay Rockefeller geliyordu. Hatırlanmalıdır ki, Başkan Bush, hayati önemdeki kuzey cephesi
için Türkiye’nin işbirliği yapması karşılığında masaya 30 milyar dolarlık bir yardım paketi sürmüştü. Dahası Bush, sadece birkaç ay önce, AB üyeliği girişiminde zarını açıkça Türkiye lehine atarak, Avrupa nezdindeki değerli sermayesini harcamaktan kaçınmamıştı.

Üç önemli nokta

Türkler için lobi faaliyeti yürütürken, Bush’un güvensiz Avrupalı ortaklarına verdiği mesaj, daha önceki yönetimlerin de ısrarla vurguladığı üç önemli noktayı içeriyordu:

1 – Türkiye, Sovyet tehdidine karşı hep güvenilir bir NATO müttefiki olmuştu.

2 – Türkiye, İslam dünyasının geri kalanı için model oluşturabilecek, laik bir Müslüman demokrasiydi ve

3 – Ankara, Suriye ve Irak’tan yönelen ortak tehdide karşı koymak için
İsrail ile samimi güvenlik ilişkileri geliştirmişti.

Nazilerle işbirliği

Bu üç nokta da doğru olgulara dayanıyordu. Aynı zamanda önemli gerçeklere de işaret ediyordu. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin karakterini tarihsel olarak, ideolojik saiklerle üretilmiş husumetler belirledi; bu husumetlerin kökü Hıristiyan Anadolu ve Güneydoğu Avrupa’yı fetheden, Selçuklu ve Osmanlı fatihlerinin cihatlarına dek uzanıyordu. Açık düşmanlık, ancak Türklerin askeri yenilgiye uğratıldığı veya kısa vadeli taktik ittifaklar gerektiği zamanlarda azaldı.

Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye cihat ilan etti ve ABD ve müttefiklerine karşı Almanya’nın yanında yer aldı. 1941’de Ankara, Hitler’in Rusya işgalinin arifesinde Nazi Almanyası ile bir saldırmazlık paktı imzaladı. Türkiye, Batı tarzı bir demokrasi sayılmaz. Ülkenin giriştiği sınırlı liberal reformlar, büyük ölçüde içten gelen siyasi gelişmelerin sonucu değil. Özünde otokratik bir sisteme liberal kurumların eklemlenmesi, daha ziyade Batı’dan gelen baskının sonucuydu. Türk devletinin iktidar yapısı, ABD’nin diğer istikrarsız Müslüman müttefikleri, bilhassa da Pakistan ile çarpıcı benzerlikler taşıyor. Güçlü ordu lideri Kemal Atatürk’ün modern Türk Cumhuriyeti’ni kurduğu 1923’ten bu yana, gerçek iktidar generallerin elinde bulunuyor.

Ankara’nın resmi ideolojisindeki başlıca gerilim, esasen Türk etnik kimliğine dayalı tavizsiz milliyetçiliğinden kaynaklanıyor. Halifeliğin İslami geleneği de Türkiye’nin siyasi kültürüne nüfuz etmiş bir başka unsur. Son on yılda iki İslamcı hükümetin (bunlardan biri halen Başbakanlığı yürüten Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde) işbaşına gelmiş olması, şeriattan esinlenen siyasi İslam’ın tehlikeli dirilişine işaret ediyor.

Bu tesirli Türk-İslam kokteylinin, vaktiyle sağlıklı bir gelişim göstermiş Türk veya Müslüman olmayan topluluklar açısından ölümcül sonuçları olmuştu. 1.5 milyondan fazla Ermeni ve Ermenice konuşan Hıristiyan, 1915-16 yıllarındaki devlet destekli bir soykırım sırasında ortadan kaldırıldı. Bugünkü ‘laik’ cumhuriyetin kuruluşuna, 1923 ve 30 yılları arasında 1.25 milyon Rum’un acımasızca sürülmesi eşlik etti. Ankara’nın, Türkiye’nin geriye kalan son önemli etnik azınlığına, yani Kürtlere yönelik yürüttüğü savaş ise, 2. Dünya Savaşı sonrası dönem boyunca sürdü ve hâlâ sürüyor. Türkiye’nin Kürtleri baskı altında tutma çabasında uyguladığı acımasız yöntemler, Slobodan Miloşeviç ve yoldaşlarını insanlığa karşı suç işlemekten yargılanmaya götüren yöntemlerden pek farklı değildi.

Bugün Kürt dili ve siyasi partileri hâlâ baskı altında tutulmakta. Otuz yıl önce Ankara’daki generaller, Kuzey Kıbrıs’ın işgali ve sömürgeleştirilmesi yönünde emir verdi. İki yüz bin Kıbrıslı Rum evlerinden sürüldü, kiliseleri yağmalandı, camiye dönüştürüldü veya yıkıldı. 2002 sonunda Türkiye, BM’nin bölünmüş adayı tekrar birleştirmek ve askeri işgali sona erdirmek yönünde giriştiği çabaları torpilledi. Ankara’nın sürekli olarak reddetmesine rağmen, Türkiye son yüzyılın en inatçı etnik temizlikçisi olageldi. Türkiye’nin çok övülen ‘laikliği’ de, askeri seçkinleri dini liderlerin hâkimiyetinden başarıyla koruyan bir ateşten duvar yarattı. Fakat bu laiklik, beraberinde din özgürlüğü getirmedi. Devlet İslami kurumları destekliyor, fakat pek az mensubu kalan Hıristiyan inancının ifadesini sert şekilde kısıtlıyor. Devletin dinsel hayat üzerindeki kontrolünde, tehdit ve şiddet eylemleri vazgeçilmez yöntemler konumunda.

Türkiye siyasi açıdan köşeyi dönemediği gibi, ekonomik olarak da başarılı olamadı. Türkiye’nin kırılgan ekonomisi çöküyor; küresel ekonomi ile entegrasyonun önünde duran büyük engeller de cabası. 145 milyar dolarlık ulusal borcun 93 milyar dolar gibi inanılmaz bir kısmı bu yıl içinde ödenmek zorunda. Ekonomik çöküş, küresel ekonominin bugünkü belirsiz ikliminde hiç de uzak bir kâbus sayılmaz.

Ankara’ya bağımlılık yanlış

Bütün bu olguların ısrarla vurgulanması lazım. Amerika’nın dış siyaset kurumları uzun yıllardır, Türkiye’nin bir müttefik olarak güvenilirliği inancına sıkı sıkıya bağlı oldu. İşte senatör Rockefeller’ın bugün yaşadığı şaşkınlığın nedeni de bu. Soğuk Savaş sona erdi. Washington için, ABD’nin 2. Dünya Savaşı’nın sonundan beri adeta otomatik pilota bağlanmış bir şekilde yürüttüğü demode Türkiye politikasını değiştirme zamanı geldi. Türkiye ile ittifakın sürmesi çok arzu edilir bir şeydir, fakat bağımlılık haline gelmesi tehlikeli. ABD, ‘Yaşlı Avrupa’ ile ‘Yaşlı Türkiye’nin en nihayetinde ‘Yeni Dünya’ya karşı birleşme ihtimaline hazırlıklı olmak zorunda. Belki de vaktiyle Osmanlı İmparatorluğu’na tabi uluslar (ki tarihsel olarak Türklerin giriştiği katliamlar, sürgünler ve köleleştirmelerden çok çektiler), bugün Türkiye’den daha güvenilir müttefikler olabilir. Bunlar arasında Güneydoğu Avrupa demokrasileri var. En güçlü ittifakların, ortak değerlerle desteklenen ortak stratejik ve ekonomik çıkarlara dayalı ittifaklar olduğu unutulmamalı. Türkiye’nin sadece geçmişini değil, bugününü de görmezden gelmek, daha büyük sürprizlere davetiye çıkaracaktır.

(JOHN EIBER: Christian Solidarity International-Uluslararası Hıristiyan Dayanışması -adlı kurumun insan hakları bölümü başkanı, 14 Nisan 2003)

Yorumlar kapatıldı.