İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

zaman: Bu adada yaşayanlar Irak’ta savaş olduğunu bilmiyor

Bütün dünya Amerika’nın Irak operasyonuna gözünü dikmiş canlı yayında savaşı izlerken, Yunanistan’ın Aynaroz Yarımadası’nda binlerce yıllık Ortodoks manastır geleneğinin son temsilcileri keşişler, savaştan habersiz yaşıyor. 20 ayrı manastırda yaşayan yaklaşık 2 bin keşiş, Irak’ta olan bitenden habersiz, tütsü–çıngırak–ikona ve mum aydınlığında saatlerce dua ederek güne başlıyor.

Kadınlar ve dişi hayvanların bin yıldır giremediği Aynaroz’da, savaşı sorduğum keşişler; ‘Ne, savaş mı? Ne savaşı?!’ karşılığını veriyor. Kimileri ise Irak’ın nerede olduğunu ya da savaşın ne zaman başladığını öğrenmeye çalışıyor.

İnsan tabiatını zorlayan yaşam biçimiyle Aynaroz’da hayatın ritminin başka türlü attığını o anda anlıyorum. Simone Petra Manastırı’nda Father (baba) Makarios ile yaptığım söyleşide Aynaroz’da yaşayan keşişlerin –görevleri gereği dış dünya ile irtibatlı olanlar dışında– dünyadaki hiçbir gelişmeden haberleri olmadığını öğreniyorum. ‘Fakat bu bir savaş. En azından bilseler ve neredeyse 12 saati bulan günlük dua ve ayinlerinde savaşın bitmesi için dua etseler.’ diyorum. Kendinden emin bir gülümsemeyle; ‘Biz her gün savaş yerine huzur vermesi için zaten Tanrı’ya dua ediyoruz. Tanrı nerede savaş olduğunu biliyor. Bizlerin ayrıca bilip isim vererek spesifik bir savaş için dua etmemize gerek yok’ diyor.

Peki hiç mi öğrenemiyor keşişler savaşı? Father Makarious savaş süresince adada yaşayan keşişlerin yüzde doksanının gelişmelerden haberdar olmadığını, her şey bittikten sonra manastırın ruhani lideri Abbod’un bir ayin sonrasında keşişlere savaş hakkında kısaca bilgi vereceğini belirtiyor.

‘Hepsi bu mu?’ diye sorunca, ‘Evet, böylece keşişler ömürlerinin sonuna kadar kaldıkları manastırda dış dünyadan tamamen izole kendi iç dünyalarına yönelebiliyorlar.’ diyor. Aynaroz’un gizemli duvarları arasında yaşamın ritmi gerçekten de çok farklı atıyor.

Aylar öncesinden Herkül Millas ile yaptığımız Yunanistan’ın Aynaroz Yarımadası’nı ziyaret başvurusuna, Irak Savaşı’nın en sıcak günlerinde, 3–7 Nisan tarihleri arasında, ‘olur’ cevabı gelince tereddüt etmedim desem yalan olur.

Bir yanda bütün dünyanın gözlerini üzerine diktiği kuzeyden, güneyden, karadan ve havadan gerçekleşen 21. yüzyıla damgasını vuracak Irak Savaşı vardı, diğer yanda binlerce yıllık Ortodoks manastır geleneğinin devamı olarak; karaya, paraya, hevaya ve kadına… hasılı modern dünyanın birçok nimetine kapalı keşişlerin, iç dünyalarıyla savaşı!

Doğrusu Irak sokaklarında yaşanan ‘dış savaş’tan dolayı kısa bir tereddüt yaşasam da, ikincisine, yani Aynaroz manastırlarının gizemli duvarları arasında Tanrı’ya ulaşmak, onunla bir olmak için yapılan huzur arayışına, keşişlerin iç dünyasına yolculuk yapmaya karar vermekte gecikmedim.

Tütsülü manastırda Müslüman bir Türk

Savaş görüntüleriyle kirlenmiş ruhumu, 4 günlüğüne de olsa, Aynaroz (Agion Oros) yani kutsal Atos Dağı’nın yamaçlarına kurulmuş 20 manastırın gizemli dünyasına salmakta bir sakınca görmedim. Ne bir Müslüman olarak, Hıristiyan–Ortodoks manastırlarda, gecenin zifiri karanlığında başlayıp sabahın ilk ışıklarına kadar süren, tütsülü–ilahili ve ikonalı ayinlere katılmaktan yüksündüm ne de bir Türk olarak Yunan keşişlerle saatlerce süren felsefi–teolojik–ideolojik–mistik–dünyevi konuları konuşmaktan çekindim.

Tek endişem kişisel bir deneyim olarak yaşamaya karar verdiğim ve keşişlerle hemhal olarak anlamaya çalıştığım kısa manastır hayatının, gazetecilik kaygılarımdan dolayı gölgelenmesiydi. Bir de bana bu sıradışı serüven boyunca inanılmaz bir hoşgörü ile eşlik eden sevgili dost Herkül Millas ve izin almak da dahil tüm zahmetime katlanan gerçek bir Ortodoks mümin olan ihtiyar–delikanlı Dimitri Kokinos ile Christos Gusidis’i incitmek. Üzerimde günlük kıyafetlerim, sırt çantamda binlerce soru ve zihnimde çekilecek onlarca fotoğrafla, Aliah Schleifer’in tesadüfen elime geçen kitabı İslam’ın Kutsal Meryem’ini okuyarak düştüm Bakire Meryem Bahçesi’ne uzanan yola.

Savaşın ve savaş karşıtı protestoların kuşattığı ilk durak Atina.

Millas ailesiyle Atina

Aslında Selanik üzerinden ulaşmayı düşündüğüm Aynaroz’a Atina üzerinden gitmek zorunda kalışım başlı başına bir yazı konusu; ama şimdilik kısaca değineceğim. Demokrasinin beşiği Yunanistan’da, grev ve gösteri, neredeyse günlük hayatın rutini. Sendikalar kimi zaman on beş yirmi kişilik gruplarla, kimi zaman on binlerce insanı sokağa dökerek hemen her şeyi protesto ediyor. Kafası atan, gösteri yapabilmek için greve gidiyor. Tabii iş yaşamı ve gündelik hayat saatlerce felç!

‘İzin ve polisi’ sorduğunuzu duyar gibiyim. Yunanistan’da grev de, gösteri de anayasal hak, dolayısıyla izin almaya gerek yok. Polis ise beklemekten başka bir şey yapamıyor. Yaparsa mı? ‘Faşist polis’ sloganlı yeni bir gösteri eşliğinde görevinden oluyor. İşte Selanik uçuşum havayolu personelinin böylesi rutin bir grevine denk geldi. Neyse ki Atina’ya uçabildim; fakat bu kez de Selanik–Atina arası grev ve gösteri sebebiyle iptal!

Yunanistan’da sokaklar, caddeler, meydanlar savaşı konuşuyor, tıpkı Herkül Millas, nazik eşi Evi ve Londra’da yaşayan oğulları Omiros gibi; fakat bir farkla onlar tepkisel değil analitik yaklaşıyorlar bu savaşa. Grev ve gösterilerin hayatı felç etmesini ise Türkiye gibi devlet geleneğinin baskın olduğu, grev ve gösteri hakkının neredeyse yok sayıldığı bir ülkeden geldikleri için bir türlü kabullenemiyorlar. Türkiye’de geçirdikleri ‘gölgeli demokrasi’ yıllarından sonra Yunanistan’ın ‘kaotik demokrasisi’ fazla geliyor. Ama ben ancak Atina’dan Selanik’e yataklı trenle gitme teklifine ‘harika’ dediğimde anlayabiliyorum Millaslar’ın hassasiyetini.

Herkesin bir tarafından kaynak yaptığı bilet kuyruğu birkaç dakika sonra gerçekten de, tek sıra halinde dizilmeye alışmış biz ‘nizamiye kültürünün çocukları’ için, inanılmaz ‘kaotik’ görünüyor. Sıraya nerden girsek diye kara kara düşünürken Türkiyeli–Rum refleksiyle Herkül dayanamıyor ve ‘neden düzgün bir sıra’ yapılmadığını soruyor, tabii soruyu ‘tuhaf’ buldukları her hallerinden belli Atinalılardan alıyor cevabını: ‘Nerden istiyorsan ordan gir!’ Herkül biraz da tahrik etmek ve bana Yunanistanlıların temel bir karakteristiğini (kolay kolay kavga etmemek) daha göstermek için ‘en öne geçelim’ diyor ve göstere göstere en öne kaynak yapıyoruz. Sonuç yine değişmiyor, hiç kimse ‘hoop, n’apıyorsunuz siz kardeşim?’ demiyor.

Ha Selanik bileti mi? Kaynağa rağmen yanlış yerde bilet kuyruğuna girdiğimizi yarım saat sonra öğreniyoruz!

Bakire Meryem Bahçesi’nin erkekleri!

Akşam Selanik treni için son hazırlıklarımızı yaparken Herkül’ün çocukluk aşkı, kırk yıllık eşi Evi bizi anaç uyarılarla, oğlu Omiros ise ‘Gittiğinizde sor şu keşişlere, ne zaman vazgeçecekler kadınları Aynaroz’a almamaktan.’ esprisiyle uğurluyor. ‘Bin yıldır vazgeçmediler şimdi neden alsınlar?’ diyorum, ‘Bu yüzyılda direnemezler!’ cevabı geliyor. ‘Bin yıldır direndiler; ama!..’

Yunanistanlılar Aynaroz konusunda ikiye bölünmüş durumda. Çoğunluk Aynaroz’un kadınlara kapalı dünyasının korunması gerektiğini düşünürken, giderek sekülerleşen bir azınlık ‘bu çağda bu kafa’ anlayışıyla Aynaroz’un kadınlara kapalı olmasına fena halde bozuluyor. Oysa Aynaroz manastırları, 1060 yılından bu yana hiçbir kadın ve dişi hayvanın ayak basmasına izin verilmeyen Bakire Meryem Bahçesi olarak anılıyor.

Her ne kadar ironik bir biçimde keşişler dünyasının tek kadın figürü ve rol modeli bakire Meryem olsa da!

Avrupa Parlamentosu şubat ayının başında Yunanistanlı kadın milletvekili Anna Karamanou’nun da desteğiyle Aynaroz’a kadınların girmesini talep edince ortalık karışmıştı. Kısmi bir destek bulsa da PASOK milletvekili Karamanou, ülkesinde çok büyük bir öfke ile karşılandı. Peki ama keşişler nasıl karşıladı Avrupa Parlamentosu’nun bu girişimini?

Yolcu yolunda gerek; eğlencenin, sendikal yaşamın ve mikro demokrasinin beşiği modern Atina’dan, kaçışa, arayışa, dirence ve binlerce yıllık keşişlik geleneğine uzanıyoruz Herkül Millas ile birlikte.

İlk şaşkınlık WC

Akritas Yayınevi’nin sahibi Dimitri ve arkadaşı Christos ile Selanik tren istasyonunda buluşup iki saatlik bir araba yolculuğuyla Uranupolis’e ulaşıyoruz. İlk işimiz vize almak oluyor; çünkü her ne kadar Aynaroz siyasi olarak Yunanistan’a, ruhani anlamda Patrik Bartholomeos’a bağlı olsa da 1913’ten bu yana tam bağımsız bir bölge. Dolayısıyla ‘Aynaroz Özerk Ortodoks Ruhani Cumhuriyeti’ne gidebilmek için özel izin ve vize almak gerekiyor.

Bir elin parmakları misali Ege Denizi’ne uzanan üç yarımadadan birincisi olan Aynaroz’a karayoluyla ulaşım neredeyse imkansız ve de yasak. Bu yüzden küçük bir tatil köyü olan Uranupolis’ten özel olarak Aynaroz’a giden arabalıvapurla çıkıyoruz yola. Ilık bir ilkbahar sabahında, çoğunluğu keşişlerden oluşan yolcularla çıktığımız serüvende ilk şaşkınlığı tuvalet ararken yaşıyoruz. Herkül ile birlikte bulduğumuz ilk tuvaletin kapısına dikkatle bakıyoruz. Çünkü üzerinde ‘kadın ya da erkek tuvaleti’ olduğunu gösteren herhangi bir işaret bulunmuyor. İkimiz birden diğer kapıya yönelecekken birden göz göze geliyoruz; ‘Kadınsız bir yarımadaya giden geminin kadınlar tuvaleti olur mu?!.’

Jeton geç düştüğü için halimize şaşkınlıkla gülüyoruz. İşte o anda kadınsız keşişler dünyasına gerçekten ‘merhaba’ diyoruz. Usul usul efsanelere konu olmuş Atos Dağı’na yaklaşıyoruz…

Efsane ile gerçek arasında bir yarımada

Antik dönemde hakkında çok sayıda efsane bulunan Aynaroz, devlerin yaşadığı dağ olmasını bir yana bırakırsak, asıl ününe ortaçağda kavuşuyor. Ve binlerce yıllık keşişlik geleneğinin temelleri 4. yüzyılda atılıyor. Hıristiyanlığın öncelikle fakir halk arasında çok hızlı bir şekilde yayılmasından sonra imparator da bu dini seçince giderek kurumsallaşan bir din anlayışı çıkıyor ortaya. Bu sürecin dini dejenere ettiğine inanan bazı Hıristiyan gruplar kendilerini manastırlara kapatmaya başlıyor. Her ne kadar Aynaroz’da manastır yaşamının tam olarak ne zaman başladığına ilişkin tarihi bir bilgi olmasa da bu dönemde münzevi yaşama uygunluğu açısından bazı keşişlerin geldiğine inanılıyor. Hatta Bizans imparatorlarının baskılarından kaçan rahip ve manastır hayatına meyilli dindar halkın, 7. yüzyıldan itibaren manastırları sığınak haline getirdiği kaydediliyor.

İlk manastır, ilk yasak!

Bizans imparatoru Vasil döneminde yani 9. yüzyılın sonlarında Aynaroz sadece rahiplere ve keşişlere mahsus bir dini merkez olarak kabul ediliyor. İ.S. 885 yılı itibarıyla din adamları ve keşişler dışında yarımadada yaşayan herkese Aynaroz yasaklanıyor. Bizans kralı Phokas (963–969) ileride içine çekilmek için Aynaroz’da büyük bir manastır inşa ettirmeyi tasarladığında dostu rahip Athanasios’u görevlendiriyor ve yarımadanın güneybatısında Lavra Manastırı kuruluyor. Aynaroz manastırlarının doğuşunda Lavra’nın kurulduğu 963 tarihi esas alınıyor. Nitekim 1963 yılında büyük bir törenle Aynaroz manastırlarının 1000. yıldönümü kutlanıyor.

Manastırlarda yaşam rahip Athanasios’un 10. yüzyılda hazırladığı talimatnameye göre keşişlerin bir arada komün hayatı sürmeleri esasına göre düzenleniyor. Bazı keşişler komün hayatı yaşamaya direnince İmparator Tsimiskes keşişlere Aziz Athanasios’un Doğu Kilisesi Ayin ve Törenlerinde Uyulması Gereken Kurallar ve Dualar kitabını zorla kabul ettiriyor. Tipykon adı verilen bu kurallar manzumesi Aynaroz’un bir bakıma anayasası olmuş ve bugün hâlâ yürürlükte. Nitekim Aynaroz’a kadın ve her türlü dişi hayvanın, hatta başlangıçta ‘sakalsız’ olanların bile girmesini yasaklayan kaideler Tipykon ile belirleniyor. Ve 10. yüzyıldan bu yana dişi olan hiçbir şey Aynaroz’a giremiyor.

Fatih’in fermanında Aynaroz

İlk dönemlerde yarımada sahillerine kurulan manastırlar daha sonra huzur ve güvenlik gerekçesiyle iç bölgelere kayıyor. Tarihi kayıtlar 11. yy’da Aynaroz’da irili ufaklı manastır sayısının 180’i bulduğunu belirtiyor. Tarih boyunca Bizans, Osmanlı, Rusya ve Yunanistan’a bağlı kalan Aynaroz’da en son manastır 1542 yılında Osmanlı İmparatorluğu kontrolünde yapılıyor. Bu tarihlerde 40 büyük manastırda yaklaşık 30 bin keşişin yaşadığı belirtiliyor. Bugünse yaklaşık 20 manastır ve manastırlara bağlı hücre evlerde 2000 civarında keşiş yaşıyor.

Fatih Sultan Mehmet döneminde keşişlere, Bizans dönemindeki özerk statüleri aynen veriliyor. ‘Üzerinde gündüz ve gece Allah’ın adının anıldığı, ihtiyaç içindekilerin ve yolcuların ziyaret ettiği’ Aynaroz, bizzat sultanın yazdığı fermanla koruma altına alınıyor. Her ne kadar İngiliz seyyahlar ‘Osmanlı kaymakamları arasında en bedbaht olanı’ diye tanımlasa da Aynaroz’u Osmanlı adına yöneten kaymakamları, onlar keşişlerle birlikte yarımadanın huzuru ile teselli oluyor. Çünkü Aynaroz’da eksik olan her türlü dünya nimetine karşılık, inanılmaz bir sükunet ve huzur bulunuyor…

Yarın: AB yardımı ve keşişlerin kuşkusu

Eyüp Can / Aynaroz

Yorumlar kapatıldı.