İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Cemaat Vakıfları

Tıbrevank konusunda, yanlışlıklar komedyası sürerken, bir de Hazine’nin okulun taşınmaz malları için dava açtığı görüldü. Yani şahtık, şahbaz olduk. Bu dava nedeniyle Tıbrevank’ın statüsü tekrar tartışmaya açıldı. Bazı hukukçuların cemaat vakfı kurulabileceği yolundaki görüşleri gündeme geldi.

Bu yazıları hazırlamaktaki amacım şu sorulara cevaplar bulmak:

1.- Mevcut kanunlara göre “cemaat vakfı” nedir ? Yeni bir cemaat vakfı kurulabilir mi ?

2.- Son yasa değişikliğinden sonra yönetmelikte ilan edilen vakıflara yeni vakıflar eklenebilir mi ?

3.- Cemaat Vakfı ile cemaat mensuplarını destekleyen vakıf arasında ne fark vardır ?

4.- Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra kurulacak vakıfların cemaat vakfı olması mümkün müdür ?

Burada, belli bir sıra izlemeden bu soruların hepsini cevaplamaya çalışacağım.

Vakıf nedir ?

Yeni Medeni Kanun vakfı şöyle tarif ediyor:

Vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca vakfedilmesiyle (özgülenmeleriyle) oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır. (Y.M. Kanun 101).

Şimdi cemaat vakfının ne olup, olmadığını belirleyelim. Kanunda açıkça belirtilmemiş de olsa, yasaların gerekçelerinden, Vakıflar Kanununda geçen “cemaat” sözünün, Lozan Antlaşmasına göre azınlık sayılan Gayrimüslim toplulukları anlamında kullanıldığı anlaşılmaktadır. Aksi iddialar varsa da, Vakıflar Kanununda geçen cemaat sözünün, Gayrimüslim dini topluluk anlamında kullanıldığı hem bilim adamları, hem de yargı tarafından kabul edilmektedir. O halde, cemaat vakıfları Türkiye’de yaşayan Türk vatandaşı Gayrimüslimlere ait vakıflardır.

Buradan iki temel sonucu çıkarabiliriz, cemaat vakıfları, Türkiye’de yaşayan Gayrimüslim azınlıklara ait, tüzel kişiliğe sahip vakıflardır.

Konumuzla ilgili iki temel kanun var.

Medeni Kanun ve Vakıflar Kanunu . Medeni Kanun 1926 yılında yürürlüğe girdi. Yine aynı yıl yürürlüğe giren bu kanunun uygulanmasıyla ilgili “Kanunu Medeninin Sureti Meriyeti ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun’un” 8. maddesi son derece önemlidir.Bu günkü dile çevirirsek,

Madde 8.- Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulan vakıflar hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu yayımlanır (çıkarılır).

Medeni kanunun yürürlüğe girmesinden sonra kurulacak vakıflar, Medeni Kanunun hükümlerine tabidir.

Buradan da iki temel sonuç çıkarabiliriz:

– Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra, kurulacak her vakıf (eski ismi tesis) Medeni Kanun hükümlerine tabidir. Yani 1926 yılından sonra kurulacak her vakıf, Medeni Kanuna göre kurulabilir ve başka türlü de vakıf kurulamaz.

– Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olan vakıflar için ayrıca bir kanun çıkarılacaktır. Yani 1926 yılından önce kurulan tüm vakıflarla ilgili ayrı bir kanun çıkarılacaktır.

1926 yılından önce kurulan vakıflarla ilgili kanun, Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden dokuz yıl sonra 1935 yılında çıkarılan, Vakıflar Kanunu’dur. Kanunun ilk maddesi “1926 yılından önce kurulmuş vakıflardan…” şeklinde başlar. O halde bir başka sonucu da buradan çıkarabiliriz.

– Vakıflar Kanunu sadece 1926 yılından önce kurulan vakıflarla ilgilidir. Bu tarihten sonra kurulacak her vakıf Medeni Kanun hükümlerine tabi olacaktır.

Cemaat vakıfları tanımı sadece Vakıflar Kanununda yer alır. Ancak Vakıflar Kanununda olmayan konularda Medeni Kanun hükümleri uygulanabilir.Demek ki cemaat vakıflarının temel özelliklerinden biri şöyle belirtilebilir:

– Cemaat vakıfları 1926 yılından önce kurulmuş ve Vakıflar Kanunu hükümlerine tabi olan vakıflardır.

1935 yılında çıkan yasaya göre verilen beyannameler ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün tespitlerine göre belirlenen vakıf sayısının azalması mümkündür ama, artması mümkün değildir. Bu sayı son yönetmelikte 160’dır. Ben TV tartışmalarında sanırım 165 yada 166 olarak duymuştum.Vakıflar Genel müdürlüğü’nün eski avukatlarından biri, 1912 yılında çok daha az sayıda vakıf varken, 1936 yılında vakıf sayısı birden artmıştır demiş ve açıkça vakıflarımızı suçlamıştı. Bu kesin olarak doğru değildir. Vakıfların listesi incelenirse bu vakıfların tamamının kilise, sinagog, okul, mezarlık ve hastane olduğu görülecektir. Cumhuriyet döneminde ayrı cemaat vakfı olan ne okul, ne kilise, ne de mezarlık ve hastane yapıldığına göre, vakıflar siciline kayıtlı vakıfların tamamı Osmanlı döneminden kalmadır. 1912 ve sonrası savaş şartlarında, çeşitli kaygılarla vakıflar idareye bildirilmemiş olabilir. Çeşitli nedenlerle kapanan okullar, kiliseler ve mezarlıklar dikkate alınırsa ciddi bir azalmadan bile söz edilebilir.

Cemaat Vakıflarının Yönetimi:

Yasanın ilk şeklinde, cemaat vakıfları mülhak vakıflar arasındadır, “mütevellileri ve seçilen heyetleri tarafından idare edilir” denmektedir. Bu duruma göre cemaat vakıflarının 1938 yılına kadar seçilen mütevellileri tarafından idare edildiğini söyleyebiliriz. 1938 yılında yapılan bir değişiklikle cemaat vakıflarının, cemaat tarafından idare edilen vakıfların , mütevelliler tarafından idare edileceği kabul edilmiştir. Kısacası mütevellilerin seçimine izin verilmemiş, mütevelliler Vakıflar İdaresi tarafından atama yoluyla belirlenmiştir. Bu durum da 1949 yılına kadar devam etmiştir. Stalin tarafından tehdit edilen ve NATO’ya girmek isteyen Türkiye, bu tarihte Vakıflar Kanununu tekrar değiştirerek, Cemaat vakıflarının bunlar tarafından seçilen kişi veya heyetlerce idare edileceği tekrar kabul edilmiştir. Bu gün bu yasa yürürlüktedir. Bu arada bütün bu değişiklikler olurken, yasanın diğer maddeleri ve de yönetmelikler değiştirilmediğinden, cemaat vakıfları yine mülhak vakıflar gibi işlem görmeye devam etmektedir. Diğer cemaatler hakkında fikrim yok ama, Ermeni Cemaatinin Merkezi Yönetimi resmi deyişle Ermeni Cemaati Müşterek İdare Komitesi (Getronagan Varçutyun) 1960 yılına kadar görevinin başındaydı. Bu yönetim 1954 yılına kadar Karagözyan, Kalfayan ve Yedikule Hastanesi vakıflarını atadığı mütevellilerle yönetiyordu. 1954 yılında Hokeluys Patrik Karekin I’in girişimleriyle, Merkezi yönetime bağlı vakıf sayısı 11’e yükseldi. 1960 yılında Merkezi Yönetim kaldırıldı. Merkezi Yönetime bağlı vakıfların beşi tekrar semt vakfı oldu, kalan altı vakıf -Esayan dahil- “tüm cemaat tarafından seçilecek mütevelliler tarafından yönetilecek” ortak vakıf haline getirildi. Resmi yazıda, Hastane, Karagözyan, Kalfayan, Tıbrevank, Esayan, Getronagan “seçimi umum cemaatin iştiraki ile yapılacak müesseseler”, Surp Nigoğos, Surp Arakelos, Surp Harutyun, Surp Yeğiya ve Surp Asdavzazin “seçimi mahal sakinlerinin iştirakiyle yapılacak Kiliseler” olarak belirtiliyordu. Ancak daha sonra -elde belge ve bilgi yok- her nasılsa birilerinin isteği üzerine Esayan’ın ortak vakıflıktan çıkarıldığını görüyoruz.

Konu sanırım biraz dağıldı.

Tekrar Vakıflar Kanununa dönersek, cemaat vakıflarının en önemli özelliklerinden birini daha işaretlememiz gerekir:

– Cemaat vakıfları, cemaat tarafından seçilen kişi yada heyetlerce yönetilir.

O halde tanımımızı yapabiliriz:

Cemaat Vakıfları, 1926 yılından önce kurulmuş olan, Türkiye’de yaşayan Türk vatandaşı Gayrimüslim cemaatlere ait, cemaat tarafından ve cemaat arasından seçilen kişi yada heyetlerce yönetilen, tüzel kişiliği olan ve bu nedenle de tüzel kişilerin sahip olduğu bütün hak ve borçlara ehil olan, Vakıflar Kanunu hükümlerine tabi olan vakıflardır.

Buradan bir başka tespitimizi de yapabiliriz: 1926 yılından sonra cemaat vakfı kurulamaz.

Bu tespitin, Lozan Antlaşmasına aykırı olduğu iddialarının olduğunu biliyorum. Öncelikle teorik olarak bile olsa, bu tespit Gayrimüslimlerin vakıf kurmasına, okul, hastane vb açmasına engel teşkil etmez. Çok hukuklu olmayan bir yapıda, hem cemaat vakfı (vakfiyesi olmayan, cemaat tarafından ve cemaat arasından seçilen kişiler tarafından yönetilen vakıflar), hem Medeni kanuna göre vakıf kurulamaz. Azınlık hakkı olan vakıf kurmak, okul , hastane açmaktır, cemaat vakfı kurmak değil. Lozan’a aykırı olan biraz sonra inceleyeceğimiz, cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla, cemaat yararına vakıf kurma yasağıdır.

Azınlıkların cemaat vakfı kurabileceği iddiası –yanılmıyorsam-, Prof. Baskın Oran’a aittir. Baskın Oran’ın söz ettiği vakıflar, cemaat tarafından Medeni Kanuna uygun olarak cemaat yararına ve cemaati destekleyen vakıflar kurulabileceğidir. Baskın Oran,Türk Dış Politikası isimli eserinin 227. sayfasında Lozan Antlaşmasının 40. maddesi ile ilgili olarak, şu açıklamayı yapmaktadır: “Kendi eğitimini kurmak ve burada kendi dilini eğitim dili olarak kullanmak, Türkiye’de Müslümanlara tanınmış bir haktır. Burada dikkati çeken iki husus görülmektedir. Birincisi ‘her türlü’ okul dendiğine göre Gayrimüslimler ilkokulda üniversiteye kadar her türlü okula sahip olabileceklerdir; ikincisi, ‘eşit hak’ dendiğine göre bunların kurulması, yönetilmesi ve denetilmesi sürecinde çoğunluğun tabi olduğu kurallara tabi olacaklardır.” Buradan da anlaşılacağı gibi, Gayrimüslimler, çoğunluğun tabi olduğu şartlara göre, yani Medeni Kanuna göre vakıf kurabilirler. Bu madde hükmüne göre Gayrimüslimler “ özellikle giderleri kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır kurumuyla, dinsel yada sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır”.

1926 tarihli Medeni Kanunun vakıflarla ilgili maddelerinde, cemaatlerle ilgili bir sınırlama yoktur. Öncelikle şunu belirtelim ki, burada geçen cemaat sözünün, vakıflar kanunundan farklı olarak, bütün dini toplulukları kapsadığı kabul edilmektedir.

1967 yılında 903 sayılı kanunla değişiklik yapılmıştır. Son değişikliğe göre, “… belli bir ırk veya cemaat mensuplarını desteklemek gayesi ile kurulmuş olan vakıfların tesciline kara verilemez.” (M.74). Bu kanuna göre cemaatlerin vakıf kurması neredeyse tamamen yasaklanmıştır.Bu maddenin yukarıda sözü geçen Lozan’ın 40. madde hükmüne açıkça aykırıdır ve iptali gerekir. Çünkü Lozan Antlaşması’nın 37. maddesi, anlaşmanın azınlıklarla ilgili maddelerinin temel yasalar olarak tanınacağını, hiçbir kanun, hiçbir yönetmelik ve hiçbir resmi uygulamanın bu hükümlere aykırı ve çelişir olmayacağını ve bu hükümlerden üstün sayılmayacağını belirtir. Kaldı ki, cemaat mensuplarını desteklemek son derece karmaşık, yoruma açık bir tanımdır. Örneğin Bahailerin mabet yapması bu yasak kavramına girerken (Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin , 7.4.1981 gün ve 1412-2581 sayılı kararı), cami yapımı amaçlı yüzlerce vakıf kurulmaktadır. Yeni Medeni Kanunda da (M.101) aynen yer alan bu sınırlama, cemaatlerin vakıf yoluyla okul, hastane ve her türlü dinsel ve sosyal kurum kurmasını engellemektedir. Bu sadece Lozan Antlaşmasına değil, Anayasa’nın eşitlik ilkesine de aykırıdır.

Kısaca, Lozan Antlaşması’na ve Anayasa’ya göre cemaatler Medeni Kanuna göre cemaat yararına ve cemaat mensuplarını destekleyen vakıfları kurabilirler. Bu nedenle yasa Anayasa’ya aykırıdır. Bu yasanın Uluslararası İnsan hakları sözleşmelerine aykırı olduğu da ayrı bir gerçektir.

Sonuca gelirsek: Anayasaya, Lozan Antlaşmasına ve Uluslar arası İnsan hakları sözleşmelerine aykırı olan, cemaat yararına ve cemaat mensuplarını desteklemek amacıyla Medeni kanuna uygun olarak vakıf kurma yasağıdır; Cemaat Vakfı kurulamaması yasa gereğidir ve ne Anayasaya ne de Lozan’a aykırıdır. Yani iptal edilmesi gereken yada değiştirilmesi gereken, Yeni Medeni Kanunun 101. maddesidir; Kanunu Medeninin Sureti Meriyeti ve Şekli Tatbiki Hakkında Kanun’un 8. maddesi değil.
Son olarak cemaat hukukçularının Lozan Antlaşmasının temel kanun niteliğinde olduğu ve Medeni Kanunun vakıflarla ilgili hükümlerinin bu antlaşmaya aykırı olduğu iddiaları var. Hemen bunun yanlış olduğunu belirteyim. Konuya yukarıda değinildi ama, Lozan konusunda ki geniş açıklamayı gelecek yazıya bırakırken şu kadarını söyleyeyim, Lozan antlaşmasında azınlıkların diledikleri gibi vakıf kuracaklarına dair bir tek satır bile yoktur.

Kaynakça:

Eski Vakıflar Temel Kitabı- K.Ömer Hilmi- Prof. Dr. İsmet Sungurbay

Eski Vakıflar Yeni Sorunlar- Prof. Dr. İsmet Sungurbay

Cemaat Vakıfları Ve Sorunları- Y.Reyna-Y.Şen

Yeni Vakıflar Temel kitabı- İlhan Demir

Yorumlar kapatıldı.