Colormatik gözlüğünün arkasından hiç eksik etmediği anlaşılan gülümseyişi, iri cüssesi ile adeta özdeşleşmiş gibi duran simsiyah elbisesi, tonton amca imajını ziyadesiyle pekiştiren özenle taranmış bembeyaz uzun sakalı ve en zor durumlarda bile yapmaktan çekinmediği doğaçlama esprileri ile izleyenleri de kendisiyle birlikte mütemadiyen gülümseten şaşırtıcı bir din adamı portresi, Patrik 1. Bartholomeos belgeseli.
Avrupa’nın en önemli kültür kanalı ARTE tarafından hazırlanan ve geçen hafta Beyoğlu AFM Sineması’nda galası yapılan belgesel, Bartholomeos’un hayat hikayesinden hareketle 250 milyonluk Ortodoks dünyasının portresini çiziyor aslında. Fakat zekice kurgulanmış bu portre başta patrikhane mensupları olmak üzere tüm izleyenleri şaşırtıyor.
Nasıl şaşırtmasın ki?Kendi dilinden çocukluğu, ailesi, eğitimi, günlük yaşamı ve sıradan hallerini öylesine mizahi bir üslupla anlatıyor ki Bartholomeos, en netameli konular, bitip tükenmek bilmeyen ziyaretler–temaslar–törenler–sorunlar birden hafifleyiveriyor.
Bir bakıyorsunuz Patrik, davudi sesiyle paskalya ayinini yönetiyor, bir bakıyorsunuz küçük kardeş şımarıklığıyla abisi tarafından tıraş ediliyor. Ayinden sonra huşu içerisinde cemaatine okunmuş ekmek ikram ediyor, tıraştan sonra abisine ‘E artık bu defa tıraş parası senden.’ diyerek bahşiş olarak içten bir kahkaha hediye ediyor.
Günlerce kendisini yakın takibe alan ARTE ekibine inanılmaz espriler yapıyor. Kimi zaman odasında misafir kabul ederken kendisini görüntülemeye çalışan ekibe çikolata ikram edip ‘E yeter artık çikolatanızı da aldınız artık çıkabilirsiniz.’ diyor yarı şaka–yarı ciddi, kimi zamansa cebinden çıkardığı amatör fotoğraf makinesiyle ‘Hep siz beni çekiyorsunuz, geçin şöyle bir kenara bir Emirgan Hatırası da benden size.’ diyor. Öyle ki ziyaretine gelen Vatikan temsilcisine yaptığı espri Roma piskoposunda giderayak soğuk duş etkisi yapıyor: ‘Umarım gelecek defa sizinle papa olarak görüşürüz!’
Hasılı Patrik 1. Bartholomeos, 1971 yılından bu yana kapalı olan Heybeliada Ruhban Okulu için yoğun bir mücadele verirken de, dünya Ortodoks kiliseleri lideri olarak otoritesini sarsan haberler alırken de, dinlerarası diyalog toplantıları ve ekoloji seminerleri düzenlerken de ‘yaşamla barışık’ bir portre sunmaktan geri durmuyor. Elbette bu portrenin oluşmasında ARTE’cilerin zekice kurgusunun payı var; ama Fransız yönetmen Jacgues Debs ayrıntı ve duyarlıklar üzerine kurguladığı belgeselinde her şeyden çok gerçeklik duygusunu öne çıkarıyor. Ve Patrik Bartholomeos, kendi gerçekliğinin, en çıplak haliyle bu belgeselde yansımasından çekinmiyor. Ne en çetrefil teolojik ve politik konulardaki düşüncelerini, ne de en çocuksu yanlarını gizleme gereği duyuyor. Bu haliyle de, kimilerinin iddiasının aksine Türkiye aleyhine çalışan ‘nifak tohumu’ olarak değil, dünya kamuoyunda Türkiye’yi savunan, ‘Ortodoks dünyasının en dışa dönük patriği’ olarak kabul görüyor. Patrik 1. Bartholomeos belgeseli kararan perdenin üzerine düşen siyah cübbeli, beyaz sakallı din adamının katıla katıla gülmesiyle son buluyor.
Şaşkın alkışlar arasında geriye dönüp bakıyor ve Bartholomeos’un hafif pembeleşmiş yanaklarıyla tebrikleri kabul ettiğini görüyorum. Bu arada bir arkadaşımdan, patrikhane cemaatinin hayal kırıklığı içinde ‘Olacak şey değil, Patriği neredeyse nevrotik ve mistisizmden uzak biri olarak sunmuşlar.’ serzenişlerini işitiyorum.
Ve bir an Müslüman din adamlarını düşünüyorum. Gözümün önünden M. Nuri Yılmaz dahil tanıdığım Diyanet İşleri başkanları geçiyor öncelikle. Fakat en küçük bir içten gülümseme fotoğrafı takılmıyor gözüme. Acaba yansıtılmadığı için mi diyorum, sonra birden Nuriye Akman’ın geçen yıl Diyanet İşleri Başkanımız ile yaptığı söyleşiyi hatırlıyorum. Çimenlerin üzerine uzanmış, salıncakta sallanan mütebessim Nuri Yılmaz fotoğraflarına, Başkan’ın inanılmaz derecede ketum cevaplar verişini. Her cevapta devletin gölgesini hissettirişini,sonra gülüşlerine yakından şahitlik ettiğim istisna din önderlerini hatırlıyorum ve acaba diye soruyorum kendi kendime, dinî liderlerimizin yeri geldiğinde şöyle rahat rahat, içten gülemeyişi ya da gülüşlerinin dışa–kamuoyuna yansıyamaması, tamamen kişilikleri ile mi ilgili; yoksa yaşadıkları hüzünlü coğrafya, yüklendikleri ağır misyon, teolojik sebepler ve bir türlü rahata eremeyen demokratik sistemimizle mi?
Durun, hemen hüzünlü bir bakış ya da neşeli bir kahkaha patlatmayın, gelin hep birlikte düşünelim, ben haftaya bu konuyu devam ettireceğim, tabii sizler hüzünlü ya da gülümseyen mesajlarınızla bana eşlik ederseniz.
Yorumlar kapatıldı.