İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

KEVORK PAMUKCİYAN İÇİN NE DEDİLER

”Eski Sayfalardan Aydınlıklar Çıkaran Nadide İnsanlardandı”

(Dünya Ermenileri Patriği I. Karekin’in (1932-1999) Kevork Pamukciyan için 11 Ekim 1997’de Aziz Mesrob Maşdots Tercümanlar Günü vesilesiyle yayınladığı mesajdan.)

“Onu bizzat görmedim. Ama tanıyordum. Kalemi kişiliğinin aynasıydı. O, eski sayfalardan yeni aydınlıklar ortaya çıkaran nadide insanlardandı. Ermeni sivil ve dini yaşantısının, kültürünün asırlık ocağından unutulmaya yüz tutmuş simalar, İstanbul Patrikliği’nin arşivlerinden, Kevork Pamukciyan’ın araştırmacı, ayrıntılı çalışmaları sayesinde yeniden hayat buldular.

Ermeni tarih yazıcılığında genel kabul görmüş bir kanı vardır: Buna göre, 18. yüzyıldan 19. yüzyılın ilk yarısına kadar, Ermeni halkının kültürel yaşantısında -özellikle Batıda- Mıkhitaristler Birliği’nin eğitim, bilim, edebiyat, tarih ve tercüme alanlarındaki çalışmaları bir yeniden yapılanma evresini oluşturur. Şüphesiz, Mıkhitaristler Birliği’nin gerek Venedik gerekse Viyana kollarının faaliyetleri çok önemlidir. Buna karşın, objektif ve genel bir yaklaşımla bakıldığında, İstanbul Patrikliği, din, kültür, edebiyat, bilim, ilahiyat, felsefe alanlarında, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde yaşayan bütün Ermenilerin entelektüel uyanışında belirleyici bir rol oynamıştır. Genellikle, İstanbul Patrikliği’nin bünyesinde, 17. yüzyıl geleneğinden süzülüp gelen ve iki yüce şahsiyetin, Hovhannes Golod (1715-1741) ve Hagop Nalyan (1741-1764) Patriklerin önderliğinde gelişen o devasa bilgi birikimi görmezden gelinir.

Kevork Pamukciyan’in bilimsel araştırmalarının benim açımdan en önemli, en yenilikçi yönlerinden biri, o dönemin ve o kişilerin yeniden gündeme getirilmesi, onların faaliyetlerinin çeşitli veçhelerinin ve değerlerinin ortaya konması oldu. Onlar, edebiyatımızın, eğitimimizin ve kilisemizin belirsiz isimleriydi. Şanları vardı ama çehreleri meçhuldü… O çehreler, toz yığınları altında yitip gitmiş yağlıboya tablolar gibiydi adeta. Kevork Pamukciyan o resimlerin üzerindeki tozu kaldırdı ve gerçek kimlikleriyle tarihimizdeki yerlerini yeniden almalarını sağladı.

Bunlar, Kevork Pamukciyan’in çok yönlü bilimsel çalışmaları hususunda yalnızca birer örnektir. O, benliğini, saatler ve günler, yıllar boyu, hiç çekinmeden, el değmemiş, araştırılmamış konulara, çalışmalarına adadı. Bunu yaparken, mütevazılığı nedeniyle asla dışa vurulmayan bir çeşit içsel dürtü ve heves duyuyordu.”


”Eski Ahit’teki Peygamberlere Benzer Tarafları Vardı”

Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrob

(Pamukciyan’ın makalelerinin toplu yayını “Ermeni Kaynaklarından Tarihe Katkılar“ın 1. cildi olan “İstanbul Yazıları“na verdiği yazıdan)

“Kevork Pamukciyan’ı ilk önce yayınladığı eserlerden tanıdım. Gerek Ludwigsburg’taki kolejde, gerek Tennessee Eyalet Üniversitesi’ndeki çalışmalarımda onun yazılarından hep yararlandım. Kudüs Hebrew Üniversitesi’ndeki hocalarım onun kitap halinde yayınlanan eserlerini tanıyorlardı.

Şahsen 1982’den sonra tanıştık. Patrikliğin ve genelde Ermeni Kilisesi’nin tarihi hakkında her zaman başvurduğum ayaklı bir ansiklopediydi o. 1983’te vartabedlik, 1986’da ise dzayrakuyn vartabedlik dereceleri için yazdığım tezleri inceleyenlerden biri de kendisiydi. Titiz, sert ve taviz vermez bir kişiliği vardı. Yarım yamalak araştırmalar karşısındaki kızgınlığı hayal meyal belli olur, ancak İstanbul efendilerine has ince bir nezaket ve sabırla, bildiği tüm kaynakları tek tek kıskanmaksızın saymaya başlardı. Kendisine başvuran araştırmacı ve öğrencileri çalışmaya teşvik etmesini bilirdi.

(…)

Eski Ahit’teki peygamberlere benzer tarafları vardı. Yüksek rütbeli insanlara özel önem göstermez, söyleyeceği varsa özgüvenini kazanmış bir kişinin dengesiyle saygıda kusur etmeden sözlerini esirgemezdi. Bazen rahatsız da etse, en az iki patriğe ve yardımcılarına birkaç kez akıl hocalığı etti. Sırpazanlarımız her zaman hemfikir olmadılarsa da, onu her zaman saygı ve anlayışla dinlediler.

(…)

13 Mayıs 1996 günü saat 12.30’da Başpatrik Karekin I Hazretleri Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’ni ziyaret ettiğinde Pamukciyan Efendi’nin [hasta olarak yattığı] odasına da uğrayarak onu Surp Sahak-Mesrob Madalyası ile ödüllendirmek istedi. Doktorlar ve hemşireler odasının boş olduğunu gördüklerinde hayretler içinde, ‘Daha bir saat kadar önce buradaydı, nereye kayboluverdi anlamadık!’ dediler… Madalyalara, beratlara, diplomalara, belgelere gereksinim duymuyordu.”


“Ermeni Kültürünü Türkçeye Kazandırma Görevini Üstlenmişti“

Fahri Aral

(Pamukciyan’ın makalelerinin toplu yayını “Ermeni Kaynaklarından Tarihe Katkılar“ın 1. cildi olan “İstanbul Yazıları“na verdiği yazıdan)

“Ermeni kültürünün farklı, bu anlamda reddedilmiş, resmi olarak kabul görmeyen ama yüzlerce yıl bu topraklara kök salmış izlerinin üzerinden günümüze ulaşıp, bu kültürün yaşayan unsurlarını titizlikle seçerek Türkçeye kazandırma görevini üstlenmiş bir aydındı Kevork Bey. Bu özelliğini hemen her türlü davranışında gösterir, titizliğinden nezaketine, gayet anlaşılır ürkekliğine, kimi zaman gösterdiği sert ve asabi mizaca kadar her şeyi o kadar doğru ve sahiciydi ki, onun şahsında sanki bir kültürün yaşayan, canlı örneğini bulurdunuz.

Bu topraklarda doğup büyümüş bir Ermeni olarak, yaşanan acıları, bunların yarattığı sonuçları çok iyi biliyordu. Ne var ki, günlük hayatta bu gerçekle karşılaşınca, hemen karşınızda ifade güçlüğü çeken, bazı şeylere suskun kalan bir Kevork Bey vardı. İşte o zaman bütün sevimliliği ile verdiği cevapları dinleyip, yazdığı satırları okuyarak aslında söylemek istediği şeylerin ipuçlarını bulmaya çalışırdınız. Hiç unutmam; bir dönem genel yayın yönetmenliğini yaptığım Tarih ve Toplum’da yayınlanan bir makalesinde, dedesi Hacı Mardiros Efendi Lusararyan’dan söz ederken, annesinden dinlediğine göre Kayseri’de bir gece gelip dedesini götürdüklerini ve kendisinden bir daha haber alınamadığını, ancak aylar sonra bir gece annesinin rüyasına girip, yine aynı dönemde ölmüş olan damadıyla birlikte olduğunu beyan ettiğini; böylelikle ailenin rahatladığını yazmıştı.

(…)

Bununla birlikte Kevork Bey’in Ermeni tarihi ve kültürü ile ilgili gerçekleri yazarken kullandığı dil, üslup, hiç de kaçamak ve üstü örtük değildi. Tam tersine, gösterişten uzak, yoğun bir bilgi birikimine dayalı titizlikle kurulmuş cümleler, onun yaptığı işi ne kadar severek ve doğruları yansıtarak yaptığını gösteriyordu.”


“Bu Ülkede Söylenemez Sanılan Pek Çok Şeyi Açık Açık Yazdı“

Prof. Dr. Mete Tunçay

(Şirag dergisine yolladığı 14 Eylül 1993 tarihli yazıdan.)

“Tam on yıldır İstanbul’da, Tarih ve Toplum adını taşıyan aylık bir dergi çıkarıyorum. Resmi tarihin basmakalıp anlatılarını sorgulamaya ve eleştirmeye çalışan bu yayın organında yapmak istediğim şeylerden biri de, altı yüzyıl yaşayan Osmanlı İmparatorluğu’nun çok dilli ve çok dinli kültür mozayiğini yeni nesillere tanıtmak. Ben ve arkadaşlarım, artık tarihe mal olmuş bulunan bu yapıyı idealleştirmiyoruz. Elbette, bütün benzerleri gibi onun da, bugünkü siyasal değerlerimize ters düşen yapısal sakıncaları ve işleme yanlışları vardı. Fakat, imparatorluğun uzun ömrünü sadece son yüzyılda bütün etnik grupları saran milliyetçiliğin telkin ettiği kızgınlık ve kin duygularıyla incelemek hatalı olur. Mutfağından müziğine kadar, Osmanlı kültürünün hemen hemen bütün alanlarında ilginç bir sentez yaratılmıştır. Türküyle, Kürdüyle, Çerkesiyle, Çingenesiyle, Rumuyla, Arabıyla, Bulgarıyla, Yahudisiyle, Boşnağıyla, Sırpıyla, Ermenisiyle bütün “anasır” birbirine bir şeyler vermiş, birbirinden bir şeyler almıştır.

Ne yazık ki, Birinci Dünya Savaşı sırasında ve ertesinde en yüksek noktalarına tırmanan münaferet (nefretleşme), nüfusun bu unsurlarını kısa sürede karşılıklı olarak yabancılaştırmıştır. Hiçbiri ortak Osmanlı kültürünü tanımak istememiştir.

İşte, bu düşünceyle yapmaya çalıştığım yayın yönetmenliğimde, Kevork Pamukciyan’ın katkılarından yararlanmak, benim için gerçek bir mazhariyet oldu. Sayın Pamukciyan’ın yirmiden fazla makalesi, birçok da kitap tanıtım yazısı, Tarih ve Toplum’un çeşitli sayılarında çıktı. Ayrıca, başka yazarlarımızın incelemelerinde gördüğü yanlış ve eksiklikleri düzelten ya da tamamlayan mektuplarını yayımladık. Bunların genel özelliği, Ermeni yurttaşlarımızın Osmanlı kültür sentezindeki payını vurgulamak ve sadece Ermeni eserlerinde kalan bazı tarihi bilgileri herkesin istifadesine sunmaktır.

Son Osmanlı efendilerini hatırlatan mütevazı görünüşlü ama derin bilgili ve ölçülü kişiliğiyle Kevork Bey, bu ülkede söylenemez sanılan pek çok şeyi açık açık yazmakta ve o dili bilmedikleri için Ermenice kaynaklara erişemeyen Türkiyeli tarihçilerin minnettarlığını kazanmaktadır. Dergime yaptığı değerli katkıların devam etmesini umuyor ve kendisine sağlıklı ve uzun bir ömür diliyorum. Keşke Kevork Bey’in vasfında daha çok dostumuz olsaydı.”


“Ermeni Tarihiyle Türkler Arasında Bir Köprüydü“

Sabri Koz

(Şirag dergisine yolladığı Şubat-Mayıs 1994 tarihli yazıdan.)

“Kevork Pamukciyan çok meşgul bir insandır. Dünyanın dört bir yanından kendisine Ermeni dili, edebiyatı, tarihi, İstanbul Ermenileri ve bunların dini ve kültürel kurumlarıyla ilgili sorular soran, bilgiler isteyen bilim adamı ve araştırmacılara yardım ederek, Ermenice ve Türkçe yazılar ve kitaplar hazırlayarak değerlendirilmemiş zaman bırakmayan bir insandır. Uzun yıllar bir karınca sabır ve azmiyle ve herhangi bir maddi karşılık beklemeden yazan, yazdıklarına telif ücreti almamayı bir alışkanlık haline getirmiş olan ve karşılık olarak kitap ve benzeri kaynaklar verildiğinde yazdıklarının yayımlanmasıyla görevini yerine getirdiğine inanan, çalışmalarında arşiv ve bibliyografya konularına imkânları ölçüsünde önem veren, bilginin onu bir rastlantı sonucu elde etmiş kişilerin zihninde hapsolup kalması yerine yazılıp yaygınlaşması gerektiği inancını taşıyan bir araştırmacıdır.”

Sabri Koz

(“Tarih ve Toplum”un Eylül 1997 tarihli sayısında yayınlanan “Artık Aramızda Değil” başlıklı yazıdan.)

“Kevork Pamukciyan, çalışmalarıyla Ermeni kaynaklarındaki bilgileri Türkçeye kazandıran son araştırmacıydı. Gösterişten uzak, yalnızca yapacağı ve vaktinde yetiştirmeye özen göstereceği işlerle ilgilenen bu mütevazı insan, eski yazma ve basma kitaplarda, gazete ve dergi sayfalarında rastladığı pek çok belge ve bilgiyi Türkçeye kazandırarak gerçek anlamda bir köprü oldu. Birbirini anlamak, anlamaya çalışmak yerine çok farklı yönlendirme ve yanlış şartlandırma yoluyla gizli ya da açık düşmanlıklar geliştirmekten çıkar uman çevreler onu hiçbir zaman önemsemedi, fark etmedi. Doğrusu bu sonuç zaman zaman üzülmesine yol açtıysa da ne yolundan döndü ne de bildiğinden şaştı… Kitap, makale ve ansiklopedi maddesi olarak kaleme aldıkları okundukça bu daha iyi anlaşılıyor, daha da anlaşılacak…”


„Tevazu Onda Vücut Bulmuştu, Kadirbilirdi“

Krikor Damadyan

(Pamukciyan’ın makalelerinin toplu yayını „Ermeni Kaynaklarından Tarihe Katkılar“ın 1. cildi olan “İstanbul Yazıları“na verdiği yazıdan)

“Çok iyi bir okur, bir kitap âşığıydı. Maddi değerlerin her şeyin önüne geçtiği bu çağda, evi yandığında ‘Kitaplarım! Kitaplarım!’ diye haykıran kaç insan vardır?

(…)

İnatçı bir araştırmacıydı. Daima birincil kaynaklara başvurmak gibi bir alışkanlığı vardı. Eline aldığı bir yayında rastladığı hatayı hemen düzeltirdi. Kitaplığımızda, sayfalarında kurşun kalemle ‘KP’ harfleri paraflanmış kitapların sayısı hiç de az değildir. ‘KP’ harflerini gördüğünüzde, söz konusu kitabın Pamukciyan’ın tetkikinden geçtiğini hemen anlarsınız. O, bilim adamı sorumluluğuyla, gördüğü yanlışları düzeltmek, sık sık eleştirilerde bulunmak ve kimi zaman da tarihi olaylarla ilgili kayıtlardaki eksikleri gidermeyi ihmal etmezdi.

Araştırmaları esnasında hep sabırla, hep sebat göstererek çalışır, hiçbir konuyu aceleye getirip bitirmeye uğraşmazdı. Elyazmaları, elyazması albümleri, elyazması listeleri, eski kitap albümleri, mezar taşı kitabeleri, kilise albümleri, takvimler onun vahalarıydı adeta. Bütün bunların içinden o güne dek meçhul kalmış kişiler, bilinmeyen olaylar ortaya çıkarırdı.

Tevazu onda vücut bulmuştu, kadirbilirdi. Kendisine bir notla, bir bilgiyle, bir fotokopi veya bir kitap sağlayarak yardım eden birine yazısında mutlaka teşekkür ederdi. Günümüzde, eserinin değerinin düşeceğini sanarak aldığı destekleri inkâr eden bilim insanlarının tavrıyla ne kadar çelişen bir hareket… Pamukciyan’ınki gerçek bilim insanı duruşuydu.

Keskin bir hafızası vardı. İki bin kadar şahsiyetin doğum ve ölüm tarihini ezbere bilirdi. Tanınmış bir ismin doğum veya ölüm yıldönümünü bize hatırlatan daima o olurdu. Bir gün bütün bunları nasıl olup da aklında tutabildiğini sormuştum şaşkın şaşkın. Cevabı, ‘Devamlı okuyarak ve hep notlar alarak’ olmuştu.

Kevork Pamukciyan edebiyat ya da tarih alanlarında yüksekokullar bitirmiş değildi. Tutkusu, bitmez tükenmez okuma sevdası, kitaplar ve elyazmaları arasındaki gezintileri onun yüksekokulları, hep sitayişle anılan monografi ve makaleleri ise diplomalarıydı adeta.”

Yorumlar kapatıldı.