İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Radikal: Gayrimüslim hayatlar…(7)

Yahya KOÇOĞLU

Yahudinin Almanı makbul!

Edirne’de 1915 yılında doğdum. Edirne’de okudum. Musevi okulunda aşağı yukarı yedi sene okudum. Namık Kemal İlkokulu’na geçince 5. sınıftan başlattılar. Burada 3-4 yıl kaybım var. Önce Edirne Erkek Lisesi’ne Trakya olaylarından sonra da İstanbul Erkek Lisesi’ne kaydoldum ve oradan mezun oldum.

Soyadı Kanunu çıktığında ben Bayar istedim ama o zaman Celal Bayar başbakandı, Bana ‘Başbakan’ın soyadını alacak kadar oldun mu sen?’ dediler ve soyadım böylece Beyar oldu.

Trakya olaylarını nasıl yaşadınız?

Babamın ortağı Mehmet bey, babamı uyarmış, “Sizi kesecekler” filan demiş. Babam, elinden bir şey gelmeyeceğini görünce o gece içmiş. Eve sarhoş geldi. Ertesi gün eve bir sürü insan geldi. Eşyalarımızdan istediklerini alıyorlardı, istedikleri kadar para veriyorlardı. 5 kuruş, 10 kuruş… Korkumuzdan karşı çıkamıyorduk.

Edirne’de evimizi bile satamadan terk ettik Babamın eviydi. Sormadık da sonradan. Belki gidilip tapudan araştırılsa çıkar bir şeyler…

Babam Edirne’de kasaplık yapıyordu. İşleri iyiydi. İstanbul’da Hahambaşılık’ta bir iş buldu. Ben Hukuk Fakültesi’ne girdiğimde bizi geçindiremediği için sıkıntıdan felç oldu. 24 saat içinde kaybettik beybabamı. 1937 sonu, 38 başı olmalı. Atatürk öldüğünde (10 Kasım 1938) biz babamı kaybetmiştik. Annem dul bir kadın olarak kız kardeşimle beni götürmüştü Dolmabahçe’ye. 1941 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum. Asistan olmak istiyordum ki sonra Almanya’dan gelen Yahudi hocalar gibi hukuk profesörü olabileyim. Ancak bana “Sen asistan olamazsın, ancak okutman olabilirsin” dediler. Almanya’dan gelen Yahudilerin hocalık yaptığı fakültede, Türkiyeli Yahudi olduğum için yapmadılar.

Yahudiler “Beni devlet memuru yapmazlar” diye başvuruda bulunmuyor. Bizim zamanımızda yapmıyorlardı ama şimdi değişiyor. 10-15 yıl sonra hepsi olacak. Bana göre Başbakanlık’ta da görebileceksiniz. Reisicumhurluğa kadar gidebileceğini umut ediyorum. 1941’de askere gideceğim zaman da bana “Er olacaksın” dediler. “Ben yüksek tahsil görmüş vatandaşım. Ben Türküm. Bu memleket için canımı vermeye hazırım,” diye dilekçe verdim. 10 sene sonra cevap geldi: “Yedek subay olarak askere gideceksiniz.” Yedek subay olarak gönderildim.

Varlık Vergisi’nde ne ödediniz?

Ben 35 lira maaşla avukatlığa başladım ya bana tam 75 lira Varlık Vergisi koydular. Henüz daha yeni avukat çıkmıştım ve borçla ödedim. Patronumu gönderdiler. İstanbul’un en zengin insanlarından biriydi. İshak Niyego, cam kralıydı. Karaköy’de Tünel’in yanında muazzam büyük bir dükkânları vardı.

Hahambaşı istedi siyasete girdim

Daha sonra neler yaptınız?

Hahambaşı’nın isteği üzerine siyasete de atıldım. Hürriyet Partisi’nin, Yeni Türkiye Partisi’nin milletvekili adayı oldum. 1957 seçimlerinde 33 aday arasından 10’uncu sıradaydım. Bir emekli general, “Listede birinci, ikinci ve üçüncü olan 25’er bin lira verecek. Dördüncü, beşinci altıncı olanlar 15 bin lira verecek. Yedi, sekiz ve dokuzuncu olanlar 10 bin lira verecek. Onuncu, onbirinci ve onikinci sırada olanlar da 25’er bin lira verecek” dedi. Ben onuncu sıradayım. onbirinci sırada bir Ermeni, onikinci sırada da bir Rum vardı. Fahrettin Kerim Gökay’dan tepki bekliyordum. Sesini çıkarmayınca fırladım; “Ne biçim reissiniz” dedim.

“Böyle bir teklif karşısında utanır insan. Burada böyle söyledikten sonra Büyük Millet Meclisi’nde neler söylemeyecek bu adam.” Oradakiler alkışladılar beni ama kaç para eder. Fahrettin Kerim koluma girdi.

“Aldırış etme, bu geri kafalı insan” dedi.


Bulaşıcı bir hastalık gibiydi…

Berta Bensusen Özgün Brudo, Trakya olaylarını şöyle anlatıyor: Nasıl anlatıyım, bir çeşit bulaşıcı hastalık olur herkesi etkiler. Bu da öyle bir şeydi.

1926’da İstanbul’da doğdum, Çanakkale’de büyüdüm. İlk ve ortayı orada bitirdim. O zaman lise yoktu Çanakkale’de. 1940-43 arasında da İstanbul’da Işık Lisesi’nde yatılı okudum. Mezuniyetten sonra Şark Sigorta’da işe başladım. Orada evleninceye kadar dört-beş sene çalıştım. 1952’de 26 yaşında evlendim. Bizim bey, Leon Brudo, ev, iş, ibadet. Allah kabul etsin. Görücü usulü evlendik. Gezmeyi pek sevmiyor.

Hangisi adınız, hangisi soyadınız?

Birincisi adım, diğerleri soyadım. Mesleklerim de çok; yazar, şair, şarkı sözü yazarı, karikatürist… Şiirlerime besteler yapıyorum. Ben de zaman zaman mandolin çalıyorum. Kulağım hassas olduğu için her duyduğumu çalabiliyorum. Ders almadım. Piyanoyu da iki elle, sol el tempo sağ el melodileri çıkararak çalıyorum. Şarkılar yapıyorum kendime, alaturka şarkılar. Bunlarla avunuyorum. Şarkı sözlerinden biri Tanju Okan’ın söylediği ‘Kime ne’: Bağrımdaki taştan/gözümdeki yaştan/gönlümdeki kordan/gurbetteki yardan/Kime ne, Kime ne?

Eflatun dergisi vardı kapandı. Oraya yazıyordum. şimdi Yeni Defne dergisine yazıyorum.

Trakya Olayları sırasında Çanakkale’de neler yaşadınız?

Trakya olayları bize Çanakkale’de pek dokunmadı. Annemin arkadaşları çok üzülürler ve annemi teselli ederlerdi. Trakya olaylarında çok korkmuştuk. onradan duyduk ki Musevi Mahallesi’nde epeyce tecavüzler olmuş. Nasıl anlatayım, bir çeşit bulaşıcı hastalık olur, insanlar birbirlerine etki yapar. Bu da öyle bir durumdu.

Varlık Vergisi’nde ben lisede, yatılı olarak okuyordum. İstanbul’daydık. Babam çok üzülmüştü. Verecek parası yoktu. O zaman 4 bin lira para büyük bir paraydı. Ankara’dan dostları vardı. Hem Çanakkale’den hem İstanbul’dan vergi borcu çıkarılmıştı. Sonra Çanakkale’dekini sildirdi. 4 bin liralık borcu da zar zor ödeyebildi.

İstanbul’a gelme nedeniniz nedir? Musevi olduğunuz için rahatsız etmeleri mi?

Bir şeyler oluyordu. Bazı pürüzler başlamıştı. Beni Fransızca hocası nedensizce sınıftan kovmuştu. Ben de ağlayarak sınıftan çıktım. Babama anlattım bu durumu. Babam fena halde üzüldü ve doğru valiye gitti. Oradan Milli Eğitim Müdürlüğü’ne gitti. Hafta sonu geçmeden o hocayı okuldan da Çanakkale’den de kovdular.

6-7 Eylül’ü nasıl yaşadınız?

Sadece korktuk ama çok bir şey olmadı. Sadece bu dükkânın camlarını kırdılar. Bir vatandaş geçiyormuş, bizim dükkân için “Yapmayın. Bu dükkânın sahibi fakir babasıdır” demiş, önlemiş saldırılmasını. Bizim beyi seviyorlar.


Dört yıl askerlik yaptı eline silah verilmedi

81 yaşındaki Leon Brudo, İkinci Dünya Savaşı yıllarında dört yıl boyunca askerlik yapmış. Kendilerine silah eğitimi verilmediğini belirten Brudo,
‘Gayrimüslimler önemsiz nöbetlerde kullanılıyordu’ diyor.

Askerlik dönüşü önce tezgâh açan Leon Brudo daha sonra Balat’ta bir dükkân almış. Eşi Berta Bensusen Özgün Brudo ile görücü usulüyle evlenmiş.

Balatlıyım. 1922 yılında burada doğdum, burada büyüdüm.

Okulda Musevi olduğunuz için olumsuz bir şey yaşadınız mı?

O zaman
‘Vatandaş Türkçe konuş’ gibi akımlar vardı…
Yok yok hiçbir şey… Bizim zamanımızda böyle bir şeyler yoktu. Hepsi de bizi severlerdi. İyi arkadaşlarımız da oldu. Okuldan sonra annem bizi akrabam olan bir manifaturacının yanına işe koydu… Oradan 1941-42 yıllarında da askere gittim. 20 Kura Askerlik için gayrimüslimleri bizden aşağı yukarı iki ay evvel toplamışlardı. Ondan sonra bizim askerlik hava üs taburunda geçti.

Aşağı yukarı dört sene boyunca askerlik yaptım. İkinci Dünya Savaşı nedeniyle uzatmışlardı askerliği…

Size farklı bir uygulama yapıldı mı askerde?

Yok yok. Yalnız bize dört yıl müddetçe elimize tüfek verilmedi. Yani öğretmediler. Bizimle beraber Müslümanlar da Türkler de vardı. Esas yerlerde, önemli yerlerde onlar nöbet tutarlardı. Biz gayrimüslimlere de koğuş nöbeti, içeri giriş nöbeti gibi nöbetler verirlerdi.

Varlık Vergisi çıktığında siz askerdiniz. Bu vergi ailenize nasıl uygulandı?

Benim babam işçiydi. Varlık Vergisi ile bir alakamız olmadı, ama akrabalar arasında oldu.

Askerden geldiniz, tekrar çalışmaya başladınız…

En son çalıştığım bir müessese Anastas Topozoğlu isminde bir Rum vatandaşının dükkânıydı. Askerlik görevimi bitirdikten sonra aynı dükkâna gittim. Baktım ki Varlık Vergisi vermişler. Dükkânın yarısı kadar mal kalmış. Ben de amcamın karısından aldığım 50 lira ile çorap, mendil, atlet, havlu aldım ve pazarcılığa başladım. Üç sene kadar pazarlarda çalışmaya devam ettik. Sonra Balat’ta tezgâh açmaya başladım. Sonra da kendime bir dükkân aldım.

Bizi Kör Ali korudu

6-7 Eylül’de neler oldu?

Biz Şişli’de oturuyorduk. O akşam patırtı gürültü falan oldu. İstiklal Caddesi’ndeki bazı dükkânlar yağmalandı. Orası gibi burada da (Balat) yağmalandı. Bazı bakkaliye dükkânlarının filan içindeki malları sokağa atmışlar. Bizim Balat’ta çok iyi bir ahbabımız vardı. Ayvatoğlu isminde bir Rum. Çok güzel bir bakkaliye dükkânı vardı. Bütün mallarını yağmalamışlardı. Şişli’den Kasımpaşa’ya kadar yürüyerek geldim. Bir sandala atladım ve Balat’a geçtim. Dükkâna bir şey olup olmadığına bakmaya geliyorum. Bizim bir Balatlı elektrikçimiz vardı, Kör Ali adında. Bu patırtı çıktığında hemen Balatlı iki üç gençle birlikte bizim dükkânı savunmuşlar. “Burası fakirlerin babasıdır. Bu dükkânın sahibi çok kızlar evlendirmiş. Buraya dokunulmayacak” demişler. Böylelikle bizim dükkân kurtuldu. Ama bir darbe yedi. Ortada büyük bir camı vardı. Demirlerle geldikleri için kepenklere vurmuşlar ve camı kırmışlar. Şükür Allaha bu kırıkla kaldık.

Benim yanımda bir sayacı (ayakkabı yüzlerini diken esnaf) Manol Usta vardı. Onun dükkânına girmişler. Makinesini kırmışlar. Rum’-du ve ben baba gibi severdim. Ben dedim ki “Manol Efendi, ben sana yeni bir makine alacağım.” Dükkânını tamir ettirdik. Makine aldık.

O da gene çalışmaya başladı. Baba-oğul gibiydik. Madem ki Allah bizi böyle kötü bir olaydan kurtardı, ben de ona böyle bir şey yaptım.

* * * * * * * * * * * * * *

-BİTTİ-

Yorumlar kapatıldı.