Yahya KOÇOĞLU
Olanları çocuklar bilmesin
Çalışma çerçevesinde görüştüğüm bu kişi, mesleği ve görevi nedeniyle adını gizli tutmamı istedi. Varlık Vergisi nedeniyle satılan evlerinde kirada oturduklarını anlatan bu kişi, 6-7 Eylül olaylarında Milli Emniyet’in parmağının olduğunu ileri sürdü.
1942’de İstanbul’da doğdum. Dedem, sarayda mabeyinciymiş. Ortaköy’de bir köşkü varmış. Babam o köşkün bahçesinde kuş avlarmış. Yani o kadar büyükmüş.
Varlık Vergisi’nin çıkarıldığı yıl doğmuşsunuz. Aileniz Varlık Vergisi uygulamasında neler yaşamış?
Bizim üzerimizde büyük etkisi olan Varlık Vergisi’ni ben yaşamadım, ama izlerini yaşadım. Benim ilk hatırladığım evimiz, Talimhane’deydi. Kiradaydık. Biraz büyüyünce öğrendim ki o ev bizim Varlık Vergisi’nde sattığımız evlerdenmiş. Bir binbaşı satın almış ve biz kira ödemeye başlamışız adama. Yani kendi evimizde kiracı olarak oturduk.
Evde çalışan kişi babam olduğu için vergi babama çıkarılmış. Dedemin yedi evi varmış ve babamın Aşkale’ye gitmemesi için bu evlerin hepsi satılmış. Ama yine de babama çıkarılan verginin tamamı ödenememiş ve 3 bin lira bakiye kalmış. Babam da bu borç nedeniyle Aşkale’ye gönderilmiş. Babam, TBMM’ye borcun geri kalanının affedilmesi için dilekçe vermiş. Yanıt, matbu evrakla gelmiş: “Verginin affı mümkün görülmemiştir, ödenmesi…”
Babam Aşkale’ye gitmiş. Orada kireç ocaklarında çalışmış ve saçı dökülüyor. Bizim ailede saç dökülmesi yok ama babamın başı keldi.
Ben daha sonra babama, “Ben senin yerinde olsam o yedi evi vermezdim” dediğimde “Bildiğin gibi değildi o zaman” derdi.
Öyle bir korkuyla satıp vermişler ki… O korkusu halen sürüyor. Benim küçük bir ev aldığımı duyunca bana, “Kumdan saray inşa ediyorsun” demişti. Yani ilk dalga geldiğinde yıkılacak saray gibi benim evimi de elimden alacaklarına inanıyor. Babam 1965 senesinde Türkiye dışına gitti. Hâlâ eskisi gibi sanıyor, şimdiki durumu bilmiyor. Bana göre bir daha böyle hadiseler, yani ne Varlık Vergisi ne 6-7 Eylül gibi hadiseler olmaz.
Yaşamınız boyunca Rum olduğunuz için kötü olay yaşadınız mı?
Yıllar önce İstanbullu bir Rum arkadaşımla Yunanistan’a gittik. Gümülcine’de bir kahvede mola verdik. Oradakilerle sohbete başladık ve “Nasılsınız, rahat mısınız burada?” diye sorduk. Bir ihtiyar, “Batı Trakya’da Türk, İstanbul’da Urum (Rum) Amerika’da da zenci olma da istersen Çingene ol,” dedi. Bizim durumumuz da böyle. Öyle uygulamalar var ki.
Yasalar bize eşit uygulanmıyor. Örneğin camilerin yakınlarında içki içmek yasaktır. Benim bildiğim “İbadethane ve okulların 200 metre yakınında içki satılamaz” diyor yasa. Oysa Kadıköy’de çarşı içinde bir Rum kilisesi var. 600 yıllık, tarihsel bir kilise. Yanında birahane var. Ayinin ortasında elinde bira bardağıyla biri kiliseye girebiliyor. Belki zarar vermek amacıyla değil, ama neden bir sarhoş elindeki bardakla kiliseye girsin ki?
Ben Türküm. Dededen Türküm. Hıristiyan ve Ortodoksum. Benim ağrıma giden, Türkiye’de benim Türk olarak kabul edilmemem. Ben çöpçü olmak istesem olamıyorum. Devlet bana ayrı bir gözle bakıyor ki devlet memurluğu hakkı vermiyor.
Benim elit kesimden, münevver kesimden bir kaygım yok. Bir baskı görmedik biz. Ama politikacıların halt yemeleri ayrı. Bu gerek Yunanistan’da gerekse Türkiye’de böyle. İç politikada sorunlar başladığında hemen bir neden bulunuyor ve bize yöneliyorlar. Bizi bırakıp başka bir neden bulsunlar artık.
6-7 Eylül’de neler yaşadınız?
Selanik’te Atatürk’ün evi bombalandığı haberi gelince, bu, bir gazetenin ikinci baskısıyla duyuruldu. Haber yayıldıktan sonra üç-dört saat içinde gayet organize şekilde halk kitlesi toplandı. Biz o sırada Kurtuluş’ta oturuyorduk. Evimiz tahrip edildi.
Babamın kadın ve erkek terziliği yaptığı Parmakkapı Sokak’taki dükkâna sık sık gelen Serafet Alyot adlı bir arkadaşı vardı. Bu kadın Milli Emniyet’te çalışıyordu. Ağabeyi de Menderes’in çevresindeydi.
Bu kadın babamın dükkânına uğrar, sohbet ederlerdi. Olaydan bir gün önce de bu kadın uğramıştı. Babama üzerinde THY yazılı üç paket sigarayı hediye olarak verdi. Babam “Nereden buldun bunları?” diye sorduğunda “Ufak bir seyahat yaptım geldim” demişti. Sonra sohbet ederlerken babama, “Sana bir şey söyleyeyim. Karın ve çocuklarını al da yarın akşam benim evimde kalın” dedi. Babam, bunun nedenini sordu. Serafet Alyot, “Taksim’de büyük bir miting olacak. Kurtuluş’ta kalacağınıza bizim evimizde kalın, çocuklar korkmasın” dedi. Babam, “Mitingden bana ne. Hem Taksim’de yapılan miting, Kurtuluş’taki evimde çocuklarımı nasıl korkutur ki” diye sordu. Kadın da “Bu bildiğin mitinglerden değil” demişti. Demek ki 6-7 Eylül olayları programlanmıştı. Babamın dükkânı da yağmalanmıştı. Babam aylarca kendini toparlayamadı. Evimiz saldırıya uğradığında bir komşumuz bizi korumaya çalıştı. Şofördü ve o zamanın şoförleri üniforma giyerlerdi. Üzerinde üniformasıyla evlere saldıranları durdurmaya çalışıyor ve “Gidin, burada gâvur yok” diyordu.
Bir deniz subayı komşumuz vardı. Olaylardan utanıyordu ve aylarca utancından bize selam veremedi. Annem “Sizin suçunuz yok” diye teselli ederdi komşularımızı. Böyle iyi ilişkilerimiz vardı ve bir komşumuz bizi “Hıristiyan bulunan iftar sofrası daha çok sevap kazandırırmış” diyerek iftara çağırırdı.
Ben olanları, yaşadıklarımı çocuğuma anlatmadım. Çünkü bunlar nesilden nesile geçerse hiçbir zaman barış sağlanamaz. Ben çocuğumu bunları anlatarak büyütürsem ne çocuğum Türkleri sever ne de Türkler çocuğumu. Ben böyle şeylerin nesiller boyunca götürülmesini doğru bulmuyorum.
Oğlum burası vatanımız
Çocukları, öğretmen Emelia Pandelara’ya sormuş: Neden gitmediniz? Pandelara yanıtlamış: Burası bizim vatanımız. Bunlar tarihte her yerde olmuş şeyler.
1936 doğumluyum. Varlık Vergisi’nin çıktığı 1943’e kadar Kadıköy’de çarşının içindeki kilisenin sokağında oturduk.
Babamın orada büyükçe bir bakkal dükkânı vardı. Babama çok büyük bir miktarda Varlık Vergisi konulmuş. Babam da ödeyebilmek için dükkânını ve evimizi satmıştı.
Babam Aşkale’ye gitmedi. Sonradan maaşlı olarak çalıştı. Moda’ya kiraladığımız eve yerleştik. Kalabalık bir evimiz vardı.
Orada en güzel yıllarımı geçirdim. Şimdi Moda Rum İlkokulu’nda öğrenime başladım. Oradan Zapyon’a gittim. Liseden mezun olduktan sonra Merkez Rum Orta Okulu’nda bir öğretmen okulu denilebilecek kursa katıldım ve 1954-1955’te öğretmen olmaya hak kazandım. Akabinde Kandilli Rum Okulu’nda öğretmenliğe başladım.
Eğitimcilik hayatınız boyunca neler yaşadığınız?
Türkiye ile Yunanistan arasındaki politikalar bizi kötü etkiliyor. Eğitimin kötü etkilenmesi, ailelerin göç etmesine de yol açıyor. Türkiye’den Batı Trakya’ya gönderilen öğretmenler gibi Yunanistan’dan da bize öğretmen gelmesi gerekiyor ama ne zaman geleceği hiç belli olmuyordu.
1963’ten sonra öğretmenlerin gelmesi gecikmeye başladı. Hatta bir sene 23 Nisan Bayramı’ndan bir gün önce, 22 Nisan’da geldi. Şimdi bu öğretmen okulun kapanmasına bir ay kala ne verebilir? Bir müfettiş vardı. çocukların çantalarını karıştırırdı. Kitap bulacak da soruşturma açılmasını sağlayacak.
Veliler, çocuklarını okutmak istiyordu. Böyle rahatsız edildikleri için de Yunanistan’a gittiler. Yanlış bir düşünceydi. Kalsalardı bence bu hale gelmeyecekti.
Bazı şeyler daha bir düzelme gösterebilirdi. Ben gidişe taraftar değildim. Yunanistan’a sorarsanız ‘Türk hükümeti başlıyor’. Bizimkilere sorarsanız, ‘onlar başlıyor’. Mütekabiliyet kuralı çerçevesinde yapıldığı söyleniyor. Ama olan çocukların eğitimine oluyor. Neden? Politika yüzünden eğitime, çocuklara böyle bir şey yapılır mı?
Aranızda ne varsa mücadele edin ama çocukların eğitimine engel olmayın. Eğitimde baskı neden? Bunu anlayamıyorum.
Kaç senedir kitapsızlıktan neler çekiyoruz. Son üç-dört senedir bazı anlaşmalar yapılıyor. Kitaplar geliyor ama eksik geliyor. Mesela 5. sınıfın kitabı dört ciltse ilk üçü geliyor dördüncüsü yok. Şimdiye kadar altıncı sınıf kitabı hiç gelmedi.
Yunanistan’a gitmeyi düşündün mü?
O yıllarda çocuklar küçüktü. Aklımıza gidiş gelmiyordu. Hatta bugün bile ben istemiyorum. Emekli olduğumda da burada kalacağım. Senelerdir bu yörede yaşıyorum. Herkes ‘hocam’ diyerek tanıyor. Esnaf, apartman yöneticimiz, beni çok seviyor. Hiçbir şikâyetim yok.
Çocuklarınız gidip gitmemeyi nasıl değerlendiriyor?
Biz 6-7 Eylül’ü anlatmadık. “Büyüyünce kendileri görür,” dedik. 1974’te Kıbrıs meselesi olunca, o zaman bir şeyler anlatmamızı beklediler, ama yine anlatmadık. Biri 1960 diğeri 1964 doğumlu. Bazen soruyorlardı. Biz de bazı şeyleri anlatıyorduk. Bir gün büyük oğlum, “Niçin gitmediniz?” dedi. “Oğlum, burası bizim vatanımız. Burada doğduk. Babalarımız buralı. Babanın, benim işim var. Bunlar tarihte her yerde olmuş, olağan şeyler. Biz de kaldık” diye anlattık.
Onlar da olanakları olduğu halde Yunanistan’a yerleşmediler. Gitselerdi ben öğretmenlik yaptığım için aile bölünmüş olacaktı. O nedenle de gitmediler.
Rum toplumunda kaç öğretmen var?
Liselerle birlikte 90-100 kişiyiz. Fazlası var, eksiği yok. Bunlar sadece öğretmen olanlar. Dışarıdan ders verenler de var. Bunlar eski öğretmenler, okulu kapanmış öğretmenler. Yani 2 bin kişilik bir Rum toplumunun yüzde 5’i öğretmen.
Tarihi bir ayıp: Varlık Vergisi
Türkiye Cumhuriyeti’nin henüz ayakları üzerinde duramadığı yıllarda Avrupa’da patlayan 2. Dünya Savaşı, genç cumhuriyetin küçük bütçesinde açıklar vermesine yol açtı. Katılmadığı savaş nedeniyle yaklaşık 1 milyon kişiyi silah altına alan devlet, artan savunma masraflarını karşılayabilmek için para bastı. Ankara yönetimi, giderek açılan gelir-gider makasını kapatmak için olağanüstü kazançları vergilendirmek amacıyla çalışmalar yaparken basın da spekülatif kazanç elde ettiğini öne sürdüğü gayrimüslim tüccarların vergilendirilmesine ilişkin haberler yayımlıyordu.
Maliye Bakanı Fuat Ağralı başkanlığında yürütülen vergi kanunu çalışmaları çerçevesinde, (özellikle İstanbul, İzmir gibi gayrimüslimlerin yoğun yaşadığı illerin) defterdarlıklardan gayrimüslimlerin varlık ve gelirlerine ilişkin bilgi istendi.
Varlık Vergisi Kanunu, bir devrim kanunu olduğu savunularak 11 Kasım 1942
günü çıkarıldı.
Kanuna göre her ilde, valinin başkanlığında defterdar ve ticaret odaları ile belediyelerin göndereceği temsilcilerden komisyon oluşturulacaktı. Bu komisyon, yükümlülerin malvarlıklarına göre bir defalık vergi saptayacak, vergi, açıklanmasından sonraki 15 gün içinde ödenecekti.
Vergisini ödemeyenlerin malvarlıklarına el konulacak ve bunların satışıyla verginin ödenmesi yoluna gidilecekti. Malvarlığının satılmasına
rağmen vergisini karşılayamayanların borcu nedeniyle yakınlarının malvarlıkları da haczedilebilecekti. Buna rağmen vergi borcunu karşılayamayanlar, çalışma kampına gönderilecekler ve 2 lira yövmiye ile çalıştırılacaktı. Kanunda, komisyonun kararına karşı idari veya adli
itiraz hakkı tanınmamıştı.
Kanunun çıkarılmasından 5 gün sonra (17 Kasım 1942), gayrimüslim nüfusun en yoğun olduğu kent olan İstanbul’da kurulan üç komisyon çalışmalarına başladı ve bir ay sonra (18 Aralık 1942) ödenmesi gereken listeler asıldı.
Buna göre Müslümanlar M, gayrimüslimler G, yabancı uyruklular (ecnebiler) E ve sonradan Müslüman olanlar da (dönme) D harfleriyle sınıflandırıldı.
15 gün içinde ödenmesi gereken vergilerin ödeme süresi, gecikme faizi koşuluyla 1 aya uzatılabiliyordu. 20 Ocak 1943 günü süre doldu. Vergisini ödemeyenlerden 32 kişilik ilk grup, 27 Ocak 1943 günü Aşkale’de oluşturulan
çalışma kampına gönderildi. Aşkale ve daha sonra açılan Eskişehir Sivrihisar’a, 1229’u İstanbul’dan olmak üzere toplam 2 bin 57 kişi gönderildi.
* * * * * * * * * * * * * * *
Yarın: Trakya olayları ve Yahudiler
Yorumlar kapatıldı.