Yahya KOÇOĞLU
‘Eğer biz bulgursak siz yağsınız’
Ailem, 1900’ün başlarında Kayseri Talas’ tan Karaman’a yerleşmiş ve yaşamaya başlamış. Karaman’da ticaret yapıyorlarmış. 1909’da amcam Adana’da öldürülmüş. Babam 1915’te Arabistan’a sürgüne (tehcir) gönderilmiş. Ben 1916’da Cabul’da doğmuşum. Bir zamanlar 57 bin sarı liranın sahibi olan babam, öldüğü günlerde iki paket köylü tütünü alacak paraya sahip değildi.
Annem, öğretmenlik yapmak için gittiği Karaman’da babamla tanışmış. 18 yaşındayken evlenmiş babamla. Çok vakit geçmeden Arabistan’a sürgüne gitmişler. Babaannem, sürgüne giderken Kilis’te ölmüş. Onun çeyiz sandığı bende.
Parasızlık okutturmadı
Babam tehcirden sonra Karaman’a dönünce bu kez Ereğli’ye sürülmüş. Orada Deli Mustafa adlı bir ağa, babama sahip çıkmış. Babam da telgraf çekerek bizi çağırmış. Deli Mustafa, tehcirde Ermenileri kurtaran kişidir. Gökbudak ailesinin lideriydi. İyi insanlar. Biz Ereğli’ye geldikten sonra onlarla aynı avluda beraber oturduk. Deli Mustafa, Ereğli’den Ermenilerin gönderilmesini “Türkler bulgursa, Ermeniler yağdır, tuzdur. Yağsız, tuzsuz pilav olmaz. Gâvursuz memleket mi olurmuş?” diyerek önlemiş.
Nerelerde okudunuz?
Babamın durumu ortada, ama benim de okuma çağım geldi. Annem, alttan girdi, üstten çıktı, babamı beni İstanbul’a göndermeye razı etti. O zavallı anacığım neler yapmadı? Pantolon dikti, basamak sildi, kapıcılık yaptı bizleri okutmak için. Ancak yine de parasızlık nedeniyle okulu bırakmak zorunda kaldım. Babamın, beni okutamadığı için ağladığını hatırlarım. Okumadık ve marangoz olduk.
Tramvayla odun nakli
Sonradan askere gittik. 1948’de İsmet Paşa bizi sürüm sürüm süründürdü. Askerden geldim, babam ölmüş. İstanbul’a taşındık. Arnavutköy’de ev tuttum. Bir kış boyunca eve dükkândan odun taşıdım. Dükkân Tavukpazarı’ndaydı. Tramvayla taşıdım her gün. Seneler sonra Kumkapı’da dükkân açtım.
Samatya’da bir Yozgatlının evine kapı takmaya gittiğimde rahmetli eşimle tanıştık. Nasipmiş 1952-53’te evlendik. İnsan iyisiydi. Herkese yardım ederdi. 48 sene beraber kaldık. Sonradan kaybettim onu. Cenazesine patrik bile maiyetiyle birlikte katıldı. Patrik dedi ki “Bu kadına Avrupa’dan Amerika’ya kadar herkesin borcu var.” Patrik aynen bu ifadeleri kullandı.
Askerliğinizi nasıl yaptınız?
1941 Haziran ayının 10’unda askere aldılar. Ben 20 Kur’a askerlik uygulamasına denk geldim. Yani, benim normal askerlik zamanımda bu uygulama yapıldı ve 1312 (miladi 1897) doğumlulardan 1332 (miladi 1917) doğumlulara kadar 20 yıllık tertibi askere aldılar. Koca koca adamlar vardı asker olarak.
Varlık vergisini nasıl yaşadınız?
Varlık vergisi bizi etkilemedi. Bizim neyimiz vardı ki? Babam ölmüştü. Ben de Ankara’da demiryolunda askerdim o yıllarda. Aşkale’ye götürülenler trenlere doldurulmuş, Ankara’dan geçerdi. Ankaralılar da toplanıp sirkte hayvan seyreder gibi Aşkale’ye götürülenleri seyrederdi. Hatta, “Yeter artık yaşadığınız. Böyle gidiyorsunuz,” diye laf atarlardı. Yaşlı yaşlı insanları götürüyorlardı. Askerden döndükten sonra bir süre Ereğli’nin
İvriz Köy Enstitüsü’nde sıra, masa yaptım. O hareketi yerinde izledim. Genç köylü çocukları, saçları kısa kesilmiş köylü kızları, ayaklarında kalın postallar, erkek arkadaşlarıyla şehre yürüyerek gidip geliyorlardı. Binalarını kendileri yapıyor, mandolin çalıyorlardı. Köyle, halkla ilişki kurabiliyorlardı. Ama bu, iktidarın hoşuna gitmedi. Önce dedikodular çıkarıldı, sonra da kapatıldı. Onları kapattılar ki imam hatipleri açsınlar.
6-7 Eylül’ü nasıl yaşadınız?
6-7 Eylül’de bir Ermeni aileden yeni kiraladığım eve taşınmıştım.
‘Atatürk’ün evine bomba atıldı’ haberi duyulunca, zaten kamuoyu
oluşturulmuştu. Ben hemen eve gittim, bir bayrak bulduk, astık. Annemin de başını örttürdüm.
Yağmacılara kahve daveti
Tek güvencem yeni taşındığım için mahallelinin beni tanımamasıydı. Benim evimi gösteren birine yaklaşıp, “Aranızdaki konu bu evdir. Sahibi Ermeni ama bu evde ben oturuyorum,” dedim. Bana “Sen kimsin?” diye soramadılar. Böyle eve yaklaşan birini daha gönderdim. Gece yarısı ben yağmacıları başıma toplamıştım. Annem kahve pişirmişti. Kahve içiyorduk. Bizim ev iyice girilmez olmuştu. Yağmacıların kiminin koltuğunun altında dikiş makinesi, kiminin koltuğunda halılar, kimisinde bilmem ne. Asker düdüğünü duyunca kaçıştılar.
Ermeni olduğunuz için bir zorluk yaşadınız mı?
Türkiye’de iktidarlar tarafından Ermenilik ayrı bir şeydir. Hâlâ da öyle. “Kanun nazarında bütün vatandaşlar eşittir”, bunların hepsi palavra. Bir tane çöpçü yok, bir devlet dairesinde bir memur yok. Atatürk, sembolik olarak bir Rum, bir Yahudi, bir Ermeniyi TBMM’ye sokardı. O da göstermelik bir şeydi. Şimdi o da yok. Solcularımız bile yaptı bu ayrımı. Mihri Belli, ‘Türk Solu’ dergisine yazı yazmamı istedi benden. Dedim ki “40 yıllık İtalyan Pirelli’yi alıp Türk Pirelli yaptınız. Philips’i alıp Türk Philips yaptınız. Solu bari Türklüğe mahkûm etmeyin” dedim ve yazmadım.
Bir tehcir, bin tartışma
Osmanlı, 1915’te Ermenileri şimdi Suriye’de kalan bir bölgeye gönderme kararı aldı. Bu kararla birlikte yıllardır süren ‘soykırım’ iddiaları da başladı.
Birinci Dünya Savaşı’nın başından itibaren Doğu’da Ruslarla savaşan Osmanlı İmparatorluğu toprak kaybediyordu. İmparatorluğun yaklaşık 150 yıldır süren bu kayıplara tahammülü kalmamıştı. Van’ın Ruslara geçmesi, bardağı taşıran damla oldu. Hükümet, 1915 Mayıs ayına kadar toplam 2 bin 345 Ermeni’yi tutukladı. Tutuklananlardan bazıları halka açık yerlerde idam edilirken, bazıları için ise tehcir kararı alındı.
Toplu sürgün
Tehcir kararı 27 Mayıs 1915’te alınmış, 1 Haziran’da da da Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Tehcir kararı uyarınca 16 ile 55 yaş arasındaki bütün Ermeniler, şu anda Suriye sınırları içinde olan bölgeye gönderilecektir. Ermeniler, yeniden yerleştirildikleri yörede nüfusun yüzde 10’unu geçemeyecektir. Gidilen yerde Ermenilere eski koşulları sağlanacak, bırakacağı mallar satılacak, sahip olduğu toprak kadar toprak verilecekti.
Hükümetin kararıyla Doğu’daki vilayetlerde yaşayan Ermeniler, 1915 Mayıs ile ağustos ayları arasında topluca sürgüne gönderildi. Bunu Batı’dakiler ve Trakya’dakiler izledi. 1917’ye gelindiğinde Anadolu’da Ermeni nüfus neredeyse kalmamıştı. Kalanlar da ya Müslümanların yanına sığınan çocuklar ve kadınlar ya da parçalanmış ailelerin kalıntılarıydı.
Anadolu tarihindeki en büyük can kaybının yaşandığı 1915 yılına ilişkin çeşitli görüşler savunulmaktadır. Bunlardan biri, ‘yaşanan bir ‘mukallite’, karşılıklı boğazlaşmadır.’ İkinci görüş, bir milyonu geçen sayıda Ermeni’nin öldürüldüğü Anadolu’da bir soykırım yaşandığı iddiasıdır. Üçüncü görüş ise yaklaşık 300 bin Ermeninin göç sırasında yaşamını yitirdiğini doğrulayan ve soykırım olmadığını savunan görüştür.
Tehcir uygulaması nedeniyle 1. Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan Osmanlı, galip devletlerin baskılarıyla 1397 memuru hakkında dava açmıştır. 40 kişinin idam edildiği bu davalarda yargılananların birçoğu, Anadolu’da ulusal kurtuluş mücadelesinin başlamasıyla birlikte kaçmışlar ve herhangi bir ceza almamışlardır.
Rakamlar çelişiyor
1. Dünya Savaşı öncesinde 1912 yılında Anadolu’da Patrikhaneye göre 2 milyon 100 bin, Osmanlı yönetimine göre ise 1 milyon 300 bin Ermeni yaşamaktaydı. Tehcir sonucunda ne kadar insanın öldüğü yıllardır artışma konusudur. Bu konuda verilebilecek tek gerçek rakam tehcirden sonra Ermeni nüfusunun 600 bin civarında olduğudur. Büyük bir rakama ulaştığı sanılan Müslüman ailelerce evlat edinilen Ermeni çocuklarının sayısı ise bilinmemektedir.
* * * * * * *
YARIN: Tarihten kara bir sayfa: 6-7 Eylül olayları
Yorumlar kapatıldı.