Raffi A. Hermonn
Gazeteci-Araştırmacı
Paris
RADİKAL yazarlarından ve Milliyet Paris muhabiri, Mine G. Saulnier / Kırıkkanat, ‘atlatma haber’i sayesinde Türkiye’nin; Fransa ile ilişkilerinin ‘ekşimesine’ neden olmuştu.
Fransa’nın, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (STG); Paris’in ‘Gare St. Lazzare’ın zeminine dünya haritası çizdirmiş, üstüne ‘Basın Özgürlügü’nü ihlâl eden : otoriter ve diktatöryal ülkelerin, baş sorumluları’nın fotoğraflarını yerleştirmişti.
Türkiye de, kaçınılmaz olarak, kendi payını almıştı…
‘İhlâl edilen, özgürlük ve insan haklarının, bir numaralı sorumlusu’ olarak, Genel Kurmay eski Başkanı, Hüseyin Kıvrıkoğlu, gösteriliyordu.
Bu günlerde Paris’te, Kıvrıkoğlu’nun STG’ye açtığı bir davada bunlar görüşülüyor ve Mine G. Saulnier / Kırıkkanat da, davada Kıvrıkoğlu’nun lehine tanıklık ediyor. Karşı tarafta ise, yine bir başka Türk gazetecisi var: Erol Özkoray.
Bu durum hakkında, karşı ve destek yazıları yazılıyor. Biz ise biraz daha derinine inmeye çalışarak ‘asıl konuşulmasından çekinilen’ boyuttan söz etmek istiyoruz.
Dünya ; Türkiye’deki rejimin, bir numaralı sorumlusu olarak, Türk Başbakanı’nı, Türk Cumhurbaşkanı’nı değil, Genel Kurmay Başkanı’nı görüyor!
‘Siz, istediğiniz kadar, çok partili seçim sistemine sahip olduğunuzu:Yasama, Yürütme ve Yargı kurumlarının birbirlerinden bağımsız çalıştığını, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık müesseselerinin özerk olduğunu, eksiklikleri de olsa, demokratik bir rejim ile yönetildiğinizi söyleyin. Bunu ‘iç piyasa’nızda belki inandırabilirsiniz, ama … bizim için, eninde sonunda Genel Kurmay’ın yönettiği bir ülkesiniz!’ deniliyor.
Böyle bir izlenim uyandırdığımıza göre, onlar hepten haklı mı, yoksa hepten haksız mı, daha da olmadı …’biraz’ haklılar mı acaba?…
Sonuçta, herkesten önce, bizzat bizlerin, konuşması gerekmiyor mu bu konuları?…
1960, 71 ya da 80 askeri darbelerine gitmeden … bir kaç ay öncesine bakalım.
Devletin ‘âli menfaatleri mucibince’ suçlar işlemiş olduğunun fotoğrafi : ‘Susurluk Skandalı aktörlerini, demeçleriyle ‘korumaya’ çalışanlar, düne dek, Japonya’nın mı, Rusya’nın mı, yoksa Yunanistan’ın mı militerlerindendiler!?…
Emekli generallerin çıkışı ; medyamızın gündemini (fiziki güzellikleriyle, aç ruh ve gözlerimizin çerezi olmuş) mankenlerimizin özel yaşamlarının işgâl ettiğinin, yarısı kadar, işgâl etseydi, STG’nin, ilgi alanına daha zor girerdik, diye düşünmek olası.
Dün ‘Andıç’ denen, TSK’ni sıkıntıya sokan ‘basına müdahale’ olayı yaşanmadı mı bu coğrafyada ? Bu konuda yine ‘karnımızdan’ konuşmadık mı ? Türk basınının, bu demokratik uygulamayla ( !), gereği kadar ilgilendiğini söylemek mümkün mü? …
Meslektaşlarımıza karşı ayıp da etmedik mi?
Bürokrasi ve basının; ülkeyi ilgilendiren konularda, okuyucuları yanlış ve eksik yönlendirdikleri sürece, yabancılara bu konularda ahkâm kesmelerine, bizzat kendi elleriyle meydan verecekleri, aşikâr değil midir?…
Hâlâ bugün, tepki verirken bile, aynı yanlışları tekrarlamıyor muyuz?
Gare St. Lazarre olayı karşısında T.S.K’ni: ’28 Şubat’ta islami despotizm ve faşizme karşı demokrasi cephesini oluşturan kadrolar’ diye, kitleleri eksik bilgilendirmek, üstelik bunu ‘Ordu’ya sahip çıkma’ adına yapmak, başka istasyonlarda, başka yer haritalarının, yarınki çizimlerine, çanak tutmak değil midir?
Bugün: ‘Nerden çıktı bu siyasal islamcılar ?’ diye yazmanın ‘İnsanlarımızı resmen dezinformasyonla beslemektir!’ diyen birisi çıkmaz mı bu ülkede ?
‘Allahsız komünistlere karşı mücadele’ bahanesiyle Pentagon; Usame Bin Ladin ve benzerlerini, zamanında nasıl beslediyse,Türkiyemiz’de de, aynen, Sam Amca’nın öğütlerine uyarak, solcu gençlere karşı, önce ırkçı tosunlar, sonradan da, bugünkü siyasal islamcı dediğimiz kitleler, beslenmedi mi? Bugün ‘siyasal islam’dan en çok şikâyet edenlerin, aslında dün’ün: ‘siyasal islam’ı yaratanlar’ın bizzat kendileri olduklarını, niye anımsamak istemiyor ve bunları hiç tartışmıyoruz ki?
Kısacası ; dünya’da olduğu gibi, ülkemizde de, bugünkü ‘siyasal islam tehlikesi’nin aslında, resmen bir ‘besle kargayı, ki o da yarın, oysun gözünü’ sorunu olduğunu söyleyemiyorsak, yarınlarda: yeni garlar, yeni asambleler, yeni parlamentolar, yeni mahkemeler ve daha bir çok yeni dış platformların ‘Türkiye’nin konuşulacağı yerler’ olacağını, şimdiden bilmemiz gerekiyor … maalesef.
Basın ve medyamızda, birdenbire ‘Zehir yiyoruz, hangi gıda maddemizde ne kadar zehir var ?’ diye saatlerce ve boy boy ropörtajlar yayınlanıyor. Çünkü, yüzlerce tonluk Türk acı biberleri, AB ülkelerinden ‘hormonlu’ diye geri çevrildiler.
Şimdi ‘Allahsız, kitapsız, Türk, Türkiye düşmanı, bölücü Avrupalılar, ne hakla biberlerimize hakaret edersiniz lan ?!’ diye tepkiler mi verseydik acaba, ne dersiniz?
Yorumlar kapatıldı.