İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

HADİ AB’Yİ ANLADIK, PEKİYİ TÜRKİYE “MÜSLÜMAN KULÜBÜ” MÜ?

Raffi Hermonn Arax’ın Gazetem.Net’teki yazısını kendi izniyle yayınlıyoruz.


AB’nin kendisini “Hıristiyan Kulübü” olarak tarif etmesine karşı çıkan ve “buraya girme hakkını” kendinde gören Türkiye, şu sorunun yanıtını artık vermelidir: “Pekiyi, Türkiye’nin kendisi, -vatandaşlarının çoğunun Müslüman olmasından yola çıkarak- sadece Müslümanların yaşama hakkına sahip olduğu ve gayrimüslimlerin doğal olarak dışlandığı bir … “Müslümanlar Kulübü” müdür?”

Raffi A. Hermonn

Gazeteci – Araştırmacı

“Ermeni – Türk Demokratik Söyleşim için

Girişim Hareketi” (I.M.D.A.T.) Kurucusu ve Sözcüsü

P a r i s

“Bireylere ve toplumlara tutulan her ‘ayna’ onların kendilerini tanımalarına, kızmalarına sonra da değişmelerine neden olur” der toplumbilimi (sosyoloji).

Haklı veya “kısmen haksız” olarak, hak tâlep eden bireyler ve toplumlara, yardımcı olmanın en kestirme yolu: “ayna tutmak”tır.

Bu yapıldığında; söz konusu birey ve toplumlar, bizzat kendilerinin, başka kontekst ve konjonktürlerde, aynı haksızlıkları, başkalarına karşı yapmış olduklarını göreceklerdir ve dolayısıyla, artık başkalarından hak talep ederken, dikkat edeceklerdir.

Kısacası; bireylere ve toplumlara “ayna tutmak” kendilerinin uygulamış oldukları “çifte standart”ları anımsatır. Bu da onlara “empati” yani “kendilerini karşısındakinin yerine koyma” alışkanlığını kazandırır. Empati alışkanlığı ise, birey ve toplumlara “objektif”liği, ve o da nihayet, sağlıklı düşünme ve davranmayı getirir…

Bu; çoklar için geçerli ve çoklara uygulanabilir bir terapi şeklidir.

Tıpkı, davranışlarında veya reflekslerinde, gereken ritmle hareket etmediğine kâni olan bir bireyin, psikoloğa gidip terapiye tâbi olması gibi.

Suudi Arabistan’daki Osmanlı’dan kalma tarihi anıtları yıkan ve yerlerine aynılarını inşa edileceğini beyan eden sorumlulara, haklı olarak, en ağır tepkileri veren bizlere, birilerinin “İyi güzel de, Anadolu’daki, başta Ermenilerin ve bir çok uygarlıkların kiliselerinin yakılıp yıkılmasına, duvarlarda çizilmis olan kutsal resimlerin gözlerinin oyulmasına (ille de gözleri) dahası, taşlarının sökülüp bireysel ev hatta kamusal binalar inşa edilmesine: depo, ahır, genelev yapılmasına ne demeli?” diye sormak gerekir.

Kuşkusuz benzer soruları, yardımcı olmak, bizzat bizlerin, başkalarından hesap sorma sürecinde, elimizin kuvvetli olabilmesi amacıyla, sormak gerekir.

Yurt dışında yaşayan, sünni – Müslüman – Türk kökenli vatandaşlarımızın, dini vecibelerini yerine getirmelerinde, en ufak bir sıkıntı doğduğunda “kasabaya gelmiş sirkteki fillerin kafeslerini kırıp kaçtıklarını” haber verir gibi, iri puntolarla haber veren gazetelerimizde “Istanbul’daki bütün gayrimüslimler serbestçe ibadetlerini yapabiliyorlar. Yalnız Ermenilerin İstanbul’da 30’u aşkın kiliseleri var!” yazanlara birilerinin çıkıp: “Türkiye’deki Ermeni okul ve kiliselerin sayısı 0’dan 30’a yükselmemiş, 1531’den 30’a DÜŞMÜŞTÜR. Bunun hesabını kim verecek?” diye sorması gerekir.

“AB bir Hıristiyan Kulübü’dür ve de öyle kalmalıdır!” diye AB’yi tarif etmeye kalkan, Almanya’nın eski Başbakanı Sayın Helmut Kohl’ü onaylarcasına “AB batılıdır, bir Batı Kulübü’dür, Türkiye’nin orda işi yoktur” diyebilen, Türkiye’nin eski Başbakanı, Sayın Necmettin Erbakan’ın ekolünden yetişmiş ve “kulağı geçen boynuz” edasıyla, bugün “hayır!…AB bir Hıristiyan Kulübü değildir, farklı dinden olan ülkelerinin de içinde yaşamaya hakkı vardır! ” diyen Sayın Erdoğan’ın varlığı çok sevindiricidir.

Ancak; yüksek bir prestijle, artık tarihe kaydolmuş bir şekilde, AB ve ABD’de Türkiyemizi “lider” ağırlığını omuzlarında ustaca taşıyabilerek, Türkiye’nin yapması gerekenleri sayan “… bu arada, ülkemizdeki Cemaat Vakıfları’na, mütekabiliyet (!!!) çerçevesi içerisinde, her türlü haklara sahip olmalarına olanak tanınacaktır” diyen Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a da şu şekilde yardımcı ve yararlı olabiliriz: “Üye ülke vatandaşlarının: % 90’ından fazlası Hıristiyan olan AB’ye ‘Hıristiyan Kulübü denmesini doğru bulmuyor, bu oluşumda yaşayan farklı inanca sahip ülkelerin de, yaşamaya hakları olduğunu’ ifade ederken, vatandaşlarının – iddia edildiği üzere – % 99’undan fazlası Müslüman olan Türkiye’yi, acaba başka inançtan olanların yaşama hakkı bulunmadığı, bir ‘Müslüman Kulübü’ olarak mı kabul etmek gerek?”

“Mütekabiliyet” anlayışının; bir zamanlar,Türkiye’de yaşamakta olan Yunan vatandaşları ve Yunanistan’da yaşamakta olan Türk vatandaşları için geçerli olduğunu, bir daha, olmadı bir daha, tekrarlamalı.

Yani; bugünkü Cemaat Vakıfları’nın 1936 yılından beri kısmen, 1971 yılından beri ise, kökünden gaspedilen hakların “geri iade edilmesi”yle, zamanın “mütekabiliyet” anlayışını karıştırmak hem yanlış hem de tehlikelidir.

AIHM ” Sadece bundan söz etmenin bile, dava açılabilmesine neden olabileceğini” söylüyor. Çünkü bugünkü sorun: Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı: Rumlar, Ermeniler, Museviler ve ( ‘azınlık’ bile sayılamayan) Suryani-Kildaniler ile ilgilidir. Türkiye’de yaşayan Ermenistan, Yunanistan veya İsrail vatandaşları ile değil. Aksi taktirde ” vatandaşlarının bir kısmını, diğerlerine nazaran ikinci sınıf muamelesine tabi tutmak” demek olur ki, bu Türkiye’nin başına yeni belalar sarabilir.

Tüyler ürpertici çapta, insan hakları ihlâl edilen, Türkiye’deki azınlıkların bugünkü durumlarını sadece ” Müslüman Vakıfları; diledikleri kadar akarlara sahip olabildikleri, satın alabildikleri, binalarına onarım yapabildikleri halde, Azinlik Vakıfların (üstelik yeni yasaya göre) duvarlarına bir çivi çakmak için bile, Başbakanlığa, Dış İşleri Bakanlığı’na (!) ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne başvurup “izin” almaları gerekmektedir” diye tek cümleyle de özetleyebiliriz.

Böylece; AB’ye “Hıristiyan Kulübü” olmadıklarını ve dahası “AB’de gayri Hıristiyanların da yaşamaya hakları olduğunu” savunurken, bizatihi Türkiyemizin de bir “Müslüman Kulübü” olup olmadığını ve dolayısıyla “Türkiye’de gayri Müslimlerin de yaşamaya hakları olup olmadığı”nı da artık karar vermemiz gerekiyor.

Yorumlar kapatıldı.