Michel Rocard
Her şeyden önce, Valery Giscard d’Estaing’in Türkiye hakkındaki sözleri, yarayı apseye dönüştürdü. Bu konuda konuşma cesaretini göstermeyerek ağır bir krize sürükleniyoruz.
Türkiye’nin bizi neden korkuttuğunun anlaşılması için bir an önce konuya ilişkin bir tartışma başlatılmalı. İslam, kapımızda. Ülkenin nüfusu Fransa’dan, İngiltere’den ve İtalya’dan daha fazla. 66 milyondan bahsediyoruz. Türkiye, 30 yıl içinde, muhtemelen 100 milyon nüfusa ulaşarak, Almanya’nın nüfusunu da geçecek.
Saklamak yersiz, Kıbrıslılar, Kürtler ve Ermeniler bu ülke nedeniyle çok acı çekti. Yoksul bir ülke. Yoksul olması da, Avrupalıların, Türkiye’nin üyelik talebini, milyonlarca Türk’ün ekonomik nedenlerden Batı’ya göç etmek istemesi olarak değerlendirmesine neden oluyor.
Oysa gerçek çok daha karmaşık. Önce ekonomik açıdan: Türkiye’de kişi başına düşen gelir, Kıbrıs’ın üçte biri, Çek Cumhuriyeti’nin üçte ikisi kadar. Ama Romanya ve Bulgaristan’ın üç katı. Ekonomik durumunu düzeltebilirse, o zaman Avrupa’ya göç eğilimi de azalır.
Ama asıl önemli olan bu değil. Barış ve uluslararası huzuru korumak adına, 21. yüzyılın ne getireceği belirsiz. Avrupa, 10-20 yılı gerginlikleri azaltmaya adamalı.
Bu alanda ilk kaygı Rusya. Bu büyük ülkede, milliyetçi ve Batı karşıtı güçlerin siyasi ağırlığı önümüzdeki dönemde artacak. Burada, AB ve Rusya ilişkilerine girmeden, eski Sovyet cumhuriyetlerinin, Rusya üzerindeki ağırlığını düşünmek gerekiyor. Bu cumhuriyetlerden beşi, altısı Türk kökenli: Bu durumda, Türkiye’nin Rusya’nın üzerindeki etkisinin hayli fazla olduğu görmezden gelinemez. Eğer Avrupa, kendi çevresinin güvenliğini sağlamak istiyorsa, bunun yolu Rusya ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerinden geçiyor. Türkiye’nin reddi, Batı karşıtlarını daha da güçlendirir.
Avrupa’nın ikinci kaygısı Batı’nın Müslüman ülkelerle ilişkisi. Türkiye’nin reddedilmesinin etkisi sadece Türkiye’de değil, daha büyük bir bölgede hissedilecek. Ülkenin nüfusu ya da coğrafi ağırlığı bir yana, bundan, dünyanın ikinci büyük petrol rezervinin bulunduğu bölge etkilenecek.
Dolayısıyla AB’nin Türkiye ile ilişkilerini yakınlaştırması, kendi stratejik çıkarına.
Bu ülkeyi reddediyorsak, gerekçeler sağlam olmak durumunda. Türkiye’nin reddedilmesi için hangi gerekçeler gösterilebilir?
Yoksulluk mu? Bu sağlam bir gerekçe değil. Peki ya Müslümanlık? Giscard’ın bile söylemekten çekindiği bu gerekçe, belki de kamuoyunun daha fazla aklını çelen bir neden. Ama gelecekte de hiç kimse bu gerekçeyi açıkça söyleme cesaretini gösteremeyecek. Türkiye’ye vereceğimiz yanıt sonunda olumsuz olursa, Müslüman olsun olmasın, herkes bunun nedeninin ‘din’ olduğunu düşünecek. AB doğal olarak bir Hıristiyan birliği olarak görülecek.
Oysa öyle değil. Bizi birbirimize bağlayan ortak değerlerin bir kısmı Hıristiyanlıktan gelse de, bu birlik içerisinde, Kilise’ye bağlı olanlar gibi, Kilise karşıtları da yaşıyor. AB, birbirine seküler, Fransızca deyimiyle ‘laik’ kurumlar ve anlaşmalarla bağlanan uluslar bütünü. Bu Katolik, Protestan, Ortodoks, Müslüman ve Yahudilerin oluşturduğu bir topluluğun bir arada yaşamasının tek koşulu.
AB’nin hiçbir organının, dini gerekçe gösterip aday ülkelerin üyeliğini reddetme yetkisi yok. Aksi halde, AB üyeliği, desteklenemez çelişkilerle dolar: 10 yıl kadar sonra eski Yugoslavya, Arnavutluk ve Bosna da üyelik isteyecek. Barışı, istikrar ve kalkınma için, onlara da olumlu yanıt verilmeli.
Son olarak, Müslüman olduğu gerekçesiyle, Türkiye’yi reddetmek, Avrupa’da yaşayan 10 milyon Müslüman’ı, hatta dünyadaki bütün Müslümanları rahatsızlığa sürükler? Türkiye’yi reddetmek, yarım asırdır Müslüman dünyası içerisinde laik kurumlara sahip tek ülkeyi reddetmek anlamına geliyor.
Giscard, “Türkiye, Avrupalı değil” diyor. Ancak bu gerekçe, Türkiye açısından hayli yaralayıcı. Bizans-Konstantinopolis-İstanbul, bizim 2 bin yıllık tarihimizin bir parçası. Türkiye’nin iki kıtanın üzerinde olması da çok büyük bir avantaj.
Sonuçta hem AB yönetimleri hem halkları Türkiye’yi isteyip istemediğine karar vermeli. Türkiye bugün bizim seviyemizde olmayabilir. Ama, idamı kaldırıp azınlık dillerine izin vererek büyük bir çaba safr etmedi mi?
AB, sadece sekter kriterler uygulayan, bürokratik bir birlik olarak kalmamalı. Kendi geleceği için siyasi kararlar almalı. Türkiye’ nin AB’ye üyeliği de, birliğin gerçekten seküler olduğunu, istikrarlı olmayan bir bölgenin barışı için ne kadar katkı sağladığını da göstermiş olacak.
(Michel Rocard: Avrupa Parlamentosu Kültür Komisyonu Başkanı ve Eski Fransa Başbakanı, 27 Kasım 2002)
Yorumlar kapatıldı.