MESROB Mutafyan Hazretlerinin Avrupa temaslarından yola çıkan dünkü ‘‘Le Monde’’, ‘‘Türkiye Ermenileri AB üyeliğinden yana’’ başlığıyla verdiği haberin hemen bitişiğinde yer alan ve Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’la Elysee Sarayı’nın eski kiracısı Valery Giscard d’Estaing arasındaki anlaşmazlığı vurgulayan diğer bir habere şu anektodla başlıyordu:
‘‘Chirac AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ı Saray avlusunda otomobile kadar geçirip resmi sözcüsü aracılığıyla, 12 Aralık Kopenhag zirvesinde Ankara’ya mutlaka olumlu bir jest yapılması gerektiğini duyururken, tam o sırada da, sesi kısılmış televizyonda konuşan Giscard aynı Türkiye’nin AB’den dışlanmasını istiyordu’’.
* * *
ASLINDA ikisi de ‘‘sağ’’ familyaya mensup, fakat Türkiye konusundaki yaklaşımları taban tabana zıt bu devlet adamları arasındaki çelişki, hiç şüphesiz, sırf Fransa’yı kapsamıyor.
12 Aralığa topu topu bir hafta kaldığından şimdi yumurta gerçekten kapıya dayandı, dolayısıyla, şu an Avrupa’nın hemen her yerinde yukarıdaki türden ayrışmalar yaşanıyor.
Her halükarda da, Kopenhag’da Ankara’ya verilecek cevap Avrupa gündeminin birinci maddesi olarak şekilleniyor.
Bana göre, aynı Jacques Chirac’ın dün akşam Berlin yakınlarındaki şatoda Federal Şansölye Gerhard Schröder’le yediği akşam yemeğinde konuşulanlar çok büyük önem taşıyacak.
Aralarındaki görece mesafeye rağmen Alman – Fransız çiftin AB bünyesinde hem esas ‘‘ağababa’’ oldukları, hem de bunların Avrupa dinamiğinde motor rol üstlendikleri göz önüne alınırsa, iki lider tarafından benimsenecek yaklaşım Danimarka başkentine de damga vuracak.
Ve henüz kesin bir şey söylenemez ama, seçim öncesindeki ‘‘anti- Amerikancı’’ lığını ‘‘affettirmek’’ için Schröder’in şimdi Washington’a Türkiye konusunda he diyeceği rivayetleri ve Chirac’ın ‘‘Ankara’ya mutlaka olumlu jest yapılmalı’’ deklarasyonları, dün akşam Prusya malikanesinde yenen menünün ‘‘tatlıyla biteceği’’ izlenimlerini uyandırıyor.
Tabii buna bir de, ABD diplomasisinde ‘‘iki numara’’ Paul Wolfowitz’in duyuru adı altında yaptığı ‘‘Türkiye Avrupa’dan dışlanamaz’’ uyarısını ve George W. Bush’un Yaşlı Kıta kançılaryalarına açtığı ve muhtemelen önümüzdeki bir hafta içinde daha da açacağı ‘‘ikna telefonları’’nı eklemek gerekiyor.
Nihayet, Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu’nun otuz sekiz yıldan sonra ilk kez Kıbrıs’ta ‘‘garantör devlet’’ temsilcisi sıfatıyla Ankara’ya gelmesi ve Ada sorununun Kofi Annan belgesi çerçevesinde çözüme ilerletilmesi ihtimali, Danimarka başkentindeki ‘‘hayati zirve’’ye bir hafta kala, iyimserliği arttıran diğer bir faktörü oluşturuyor.
* * *
PEKİ, bu ‘‘iyimser sonuç’’ ne olabilir ?
Spekülasyona girmek istemiyorum ama bana kalırsa, Kopenhag’dan çıkacak karar ‘‘tarihin tarihi’’ formülünde şekillenecektir.
Başka bir deyişle, Ankara’ya, ‘‘şu yakın vakte kadar şunları, şunları gerçekleştir, eğer sonuç olumluysa seninle derhal üyelik müzakerelerine başlayacağım’’ denilecektir.
Ben, ‘‘amaan, tarihin tarihiymiş’’ diye burun kıvıranlardan değilim.
Unutmayalım, ‘‘tarihin tarihi’’ de son tahlilde bir tarihtir ve saptanacak takvim o kadar uzak olmayacaktır.
Kıbrıs çözümlenir ve de ülkemiz ‘‘AB uyum pakedi’’nde teorik olarak benimsediği kararları fiilen pratiğe uygularsa, öteki bütün adaylar gibi masaya oturacaktır.
Yüzdük yüzdük işte kuyruğuna geldik, inşallah gerçekleşir, ‘‘tarihin tarihi’’ aslında Türkiye’nin kolektif ütopyasında ‘‘tarihi’’ bir dönüm noktası olacaktır.
Yorumlar kapatıldı.