Kopenhag Temasları I: Parlamento
İyi niyet gezisinin ilk etabında Danimarka’nın başkentine uğrayan Patrik Mesrob II Hazretleri, Kopenhag’daki ilk temasını 25 Kasım 2002 Pazartesi, Danimarka Parlamentosu Avrupa İşleri Komitesi Başkanı Milletvekili Claus Larsen-Jensen ile gerçekleştirdi.
(Mesrob II, Larsen-Jensen ile el sıkışırken)
Görüşme Larsen-Jensen’in parlamento binasındaki özel dairesinde gerçekleşti. Bu görüşmede söz alan Patrik Hazretleri, Türkiye Ermenileri Patrikliği Ruhani Kurulu’nun ve cemaat vakfı yöneticilerinin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişi konusunda toplu olarak destek verdiklerini, yine Türkiye’de yaşayan diğer gayrımüslim azınlık temsilcileriyle de istişarede bulunulduğunu ve onların da aynı doğrultuda düşündüklerini belirtti. Türkiye’nin geçmişe kıyasla olumlu adımlar attığını, 3 Ağustos’ta uyum yasalarının kabul edildiğini ve Başbakan Abdullah Gül önderliğindeki 58’inci Hükümet’in bunları yeniden güncelleştirme sözü verdiğini söyleyen Patrik Mesrob, Türkiye’nin diğer Müslüman ülkelerine nazaran çok daha çağdaş bir ülke olduğunu, gerek bir önceki Türk Hükümeti’nin, gerekse yeni seçilmiş olan parlamentodaki İktidar ve Muhalefet partilerinin hedeflerinin Avrupa Birliği’ne girmek olduğunu ilave etti. Türkiye Ermenilerinin birer Türkiye vatandaşı olarak çoğunluk gibi düşündüklerini açıklayan Mesrob II, bu nedenle Avrupa Birliği’ne üye olmanın kendilerinin de arzusu olduğunu ifade etti. Bu bağlamda Avrupa Birliği’nin yakacağı yeşil ışığın Türkiye’nin reformlar konusunda daha büyük adımlar atmasına yol açacağını sözlerine ekledi.
Patrik Hazretleri’nin sözlerini büyük bir ilgiyle dinleyen Larsen-Jensen ilk önce Patrik Hazretleri’nin Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişi konusunda bu denli olumlu düşünmesinin kendileri için çok önemli olduğunu söyleyerek, son aylarda bir dizi reformlar gerçekleştiren Türkiye parlamentosunun doğru ve isabetli adımlar atmış olduğunu, fakat bunların yetersiz sayıldığını, uygulamaları görmek gerektiğini, insan hakları konusunda Kopenhag kriterlerinin muhakkak yaşama geçirilmeleri gerektiğini vurguladıktan sonra, kendisinin Türkiye’nin AB’ye girme konusunda olumlu düşündüğünü, fakat Avrupa’daki bazı muhafazakar kesimlerin Türkiye’nin Müslüman bir ülke olmasından dolayı muhalefet ettiklerini söyledi.
Patrik Hazretleri, “Müslümanlar Avrupa’dadırlar. İnkar edilemezler. Farklılıkta birlik, çokdinli yaşam, çokkültürlü toplum ve benzeri yapıcı kavramları kullananlar bu kavramları şimdi hayata geçirmeli, uygulamaya koymalıdırlar” diyerek, “ötekiler ve farklılar arasında çatışmayı önlemenin, diyalog ve işbirliği sağlamanın, barış içinde yaşamanın yolu da birbirinden kaçmaktan ya da aralarında duvarlar çekmekten değil, laik ve çoğulcu bir ortamda karşılıklı anlayış ve saygıyla yaşamaktan geçer” dedi.
Çok sıcak geçen ve Milliyet ile Zaman gazeteleri muhabirlerinin takip ettiği görüşmeden sonra, Claus Larsen-Jensen, Patrik Hazretlerine ziyareti ve düşüncelerini aktarma girişimi için teşekkür ederek, ileride muhakkak temasa geçeceklerini ve görüşlerinden faydalanacaklarını söyledi.
Kopenhag Temasları II: Danimarka Kilisesi
Danimarkalılar Hristiyanlığı 960 yılında Kral Harald’ın önderliğinde kabul etmişler. Tarihi olayın en somut kanıtı Kral Harald’ın hala Jelling kasabasında bulunan taş yazıtıdır. Danimarka halkının %85’i Kral Christian III’ün önderliğinde 1536 yılında Martin Luther’in yorumuyla Protestanlık mezhebine giren Danimarka Ulusal Kilisesi’nin üyesi durumundadır. Bugün din görevlilerinin önemli bir bölümünün kadın olduğu Danimarka Kilisesi, Avrupa’nın en köklü kiliselerinden olup, merkezi Cenevre’de bulunan Dünya Kiliseler Birliği’nde de önemli rol oynuyor.
(Jelling yazıtı)
Patrik Mesrob II Hazretleri, 25 Kasım Pazartesi günü, ilk olarak 1191 yılında inşa edilen, en son olarak da 1829’da yeniden yapılan Kopenhag Meryem Ana Katedrali’ni ziyaret etti.
Kilisedeki duadan sonra Danimarka Kilisesi’nin Uluslararası İlişkiler Dairesi Başkanı Ane Hjerrild ve Avrupa Bölümü sorumlusu Kirsten Auken ile görüşen Patrik Hazretleri, Danimarka Kilisesi yetkililerinin Lübnan’daki Antilyas Katolikosluğu ile yakın ilişkiler içersinde olduğunu tespit etti. Bayan Hjerrild şu görüşleri dile getirdi: “1915’teki olaylar zamanında din görevlilerimiz Suriye’de ve Lübnan’da yetimhaneler açarak küçük Ermeni yetimlerini sahiplenmiş, onların bakımını üstlenmiştir. Ermeniler’le Türkler arasındaki bu sorun, bir kurum olarak bizleri de üzmektedir. Bu gibi acıların bir daha tekrarlanmaması için bu olaylar yaşanmamış gibi davranılamaz. Biz bu iki halk arasındaki psikolojik sorunun halledilmesi ve bölgeye tam anlamıyla iyi komşuluk ilişkilerinin hakim olmasını istiyoruz. Bu soruna rağmen, diğer yandan, Danimarka’daki ve diğer Avrupa ülkelerindeki bazı muhafazakar grupların, Avrupa Birliği’ne uyum ve üye olma sürecinde Türkiye’ye bir müzakere tarihi verilmemesi doğrultusundaki görüşlerini ve çabalarını anlamakta güçlük çekiyoruz. Avrupa, sadece bizim dinimiz veya mezhebimiz değildir. Avrupalılığa dinin yanısıra bir çok başka değerin katkısı vardır. Türk hükümetlerinin Hristiyan kiliselerine ve azınlıklarına karşı davranışlarının sorunlar yarattığını birçok kiliseyle olan temaslarımızdan bilmekteyiz. Ancak bireylerin olduğu gibi toplumların ve hükümetlerin yaşamlarında da iyileştirmeler önemlidir. Bu her toplum için böyle olmuştur. En önemlisi, son seçimle görev başına gelen yeni Türk Hükümeti görüldüğü kadarıyla iyileştirmeler konusunda kararlıdır. Bu çok olumludur ve Türkiye’nin lehinedir. Türkiye’deki önemli bir Hristiyan azınlığın Patriği olarak sizin de Danimarka’ya AB yetkililerini ziyarete gelip Türkiye’nin AB’ye girmesine destek vermeniz son derece dikkat çekicidir. Bunu anlamlı buluyoruz. Ben de şahsen bu görüşü paylaştığımı söyleyebilirim.”
Patrik Hazretleri, Kopenhag Episkoposu’nun şehir dışında bulunması nedeniyle kendisiyle görüşememekle birlikte, Danimarka Kilisesi’nin dış ilişkiler biriminin yetkilileriyle bir araya gelebildiği için memnuniyetini ifade ettikten sonra şöyle dedi: “Türkler’le Ermeniler arasında konuşulması gereken sorunlar olduğu doğrudur. Yaklaşımların yapıcı olması, genç Türk ve Ermeni kuşaklarının yarınlarının önünü açması, karşılıklı nefret ve karalama kampanyalarının değil gerçekten birbirini anlamaya yönelik diyalog çabaları üzerine bina edilmesi önemlidir. Bu ayrı bir konu gibi görünse de, gerek Türkiye’nin gerekse Ermenistan’ın daha çok demokratikleşmeleriyle de ilgilidir diye düşünüyorum. Bu, yörede çözüm bekleyen birçok başka sorun için de böyledir denilebilir. Ben, özellikle 1990’lardan itibaren her şeye rağmen Türkiye’de iyi gelişmeler yaşanmaya başlandığının görgü tanığıyım. Bu, yurtdışına göçmüş olup da, yıllar sonra ülkeye dönen bir çok Türk Müslüman’ın ve Ermeni asıllı Türk vatandaşının ortak görüşü olarak da görülebilir. Artık birçok şey Türkiye’de açık olarak tartışılabilmektedir. İnsanlar birçok olumsuzluğu sineye çekmek yerine, artık her gün artan sayılarla yargıya başvurmakta, basın yoluyla olumsuz uygulamaları eleştirmektedirler. Yeni hükümetin ilan ettiği ve kısa zamanda uygulamayı vaat ettiği reform paketi son derece ümit vericidir. Bu ve benzeri gelişmeler yaşanırken, Türkiye’nin hevesini kırmak, ne kadar haklı olabilir? Bu açıdan Kopenhag zirvesinde Türkiye’ye tarih verilmesi gerektiğine, muhakkak olumlu yaklaşılması gerektiğine inanıyorum. Yapıcı eleştirinin yanısıra teşvik etmenin önemli olduğuna inanıyorum.”
Kopenhag Temasları III: Avrupa Bakanı
25 Kasım 2002 Pazartesi öğleden sonra, Danimarka Dışişleri Bakanlığı’nı ziyaret eden Patrik Mesrob II Hazretleri, Avrupa Birliği’nden sorumlu Bakan Bertel Haarder’le görüştü.
(Avrupa Bakanı Haarder Mesrob II ile)
Sıcak bir ortamda geçen görüşme sırasında, Türkiye’de yaşayan en kalabalık gayrımüslim azınlık olan Türkiye Ermenilerinin, Türkiye’nin AB’ye üye olmasını arzu ettiklerini, bu konuda diğer gayrımüslüm azınlık toplumlarının da aynı şekilde düşündüklerini ifade eden Patrik Hazretleri, Türkiye’nin bu alanda kayda değer önemli ilerlemeler kaydettiğini ifade etti. Yeni kurulan hükümetin açıkladığı faaliyet raporunda azınlıkların haklarına saygı gösterileceğini ve sorunlarının giderilmesi için çaba sarf edeceklerinin belirtildiğine değinen Mesrob II, demokratik bir ülke olan Türkiye’de azınlık statüsünde olan vatandaşların devletle diyalog içinde olduklarını, sorunlarını doğrudan yetkililere iletebildiklerini söyledi. Patrik Mesrob II sözlerini şöyle bitirdi: “Biz bugün buraya sizi ziyaret etmeye geldik, çünkü Türkiye’nin, özellikle Avrupalılığı seçmiş olan Türk halkının AB’ye üye olmaya hak kazanmış olduğuna inanıyoruz”.
Patrik Hazretleri’ni büyük bir dikkatle dinleyen ve Ermeni cemaati ruhani liderinin böyle bir istekte bulunmasını çok ilginç bulduğunu ifade eden Bakan Haarder, Türkiye’deki olumlu gelişmeleri yakından takip ettiklerini, kendileri için çıkarılan yasalar kadar uygulamaların ve yaşanan özgürlüklerin önemli olduğunu, Patrik Hazretleri’nin bu ziyareti ve mesajı hakkında Avrupa Birliği’nin ilgili birimlerine bilgi vereceğine dair söz verdi.
Kopenhag Temasları IV: Basın Konferansı
25 Kasım Perşembe öğleden sonra, Kopenhag’daki temaslarını bitiren Patrik Mesrob II Hazretleri, Danimarkalı gazetecilerle Kopenhag’daki uluslararası basın merkezinde düzenlenen bir toplantıya katıldı.
Gazetecilerin çeşitli sorularına cevap veren Mesrob II, özetle şöyle dedi: “Ben burada Türkiye’deki Ermeni asıllı vatandaşların yanısıra, diğer azınlıkların da düşüncelerini dile getirerek, Türkiye halkının AB’ye giriş konusunda artık kesin olarak bir yeşil ışık yakılmasını beklediğini ifade etmek istiyorum. Bu doğrultuda olumlu bir gelişme, ülke içinde seçim sonrası yakalanan iyimser atmosferin, beklentilerin, özgüvenin, halkın Batı’ya bakışındaki güveninin sürekliliğini sağlayacaktır. Ülkemizdeki siyaset ve iş çevreleri ile sivil toplum temsilcileri bu konudaki fikirlerini birçok kez beyan ettiler. Onların yanısıra dini azınlıkların da düşüncelerini dile getirmelerinin yararını gördüğümüz için buraya geldik. Avrupa’daki aşırı muhafazakar bazı kesimlerin ve Giscard d’Estaign’in Türkiye’yi iten ve dışlayan söylemlerinin Hristiyanlık’la, özellikle İncil’de Mesih İsa’nın anlattığı İyi Sameriyeli meseliyle bağdaştırılabileceğini hiç sanmıyorum. Avrupa’nın bir Hristiyan klübü olduğu zannı ne kadar gerçektir? Bu gibi bir önyargı, Avrupa ülkelerinin nüfusları milyonları bulan Müslüman vatandaşlarına haksızlık olmaz mı? Mühim olan çeşitlilik ve farklılık içinde birlikte yaşamak değil midir? Türkiye’ye gelince, ülkede yeniden yapılanma süreci çoktan başlamıştır, devlette de halkta da genelde bir kararlılık sözkonusudur. Bunu kösteklemek değil, desteklemek gerekir. Sonuçta, Türkiye de, diğer Avrupa ülkelerinin geçtiği aynı aşamalardan, aynı yollardan geçmektedir. Türkiye’deki kiliseler olarak önemli sorunlarımız, aslında Avrupa’daki kiliselerinkiyle hemen hemen aynısıdır. Avrupa’daki her dini kurumda olduğu gibi, gerek Türkiye’deki, gerekse dünyadaki Ermeni Kilisesi’nde manevi ve ruhani geleneklerin toplumun günlük yaşamında her geçen gün biraz daha erozyona uğraması, her geçen gün ilerleyen teknolojinin sağladığı geniş olanakların yanısıra, genç kuşaklara geleneksel yöntemlerle erişmenin zorlaşması önemli bir sorundur. Toplumların yaşamında bir kesimin diğerine hükmetmesini önleyen laiklik ilkesinin çok önemli olduğu yadsınamaz bir gerçektir, ancak dini kurumlar manevi değerlerini yeni kuşaklara aktaramazlarsa, varoluş nedenlerini kaybetmiş olurlar. Günlük hayatta idareden kaynaklanan sorunlarımız ise yok değildir, ama bunların üzerinde çalışılmaktadır. Yeni hükümet bu konuda son günlerde defalarca güvence vermiştir. Uygulama aşamasını ise hep birlikte göreceğiz, hep birlikte takip edeceğiz, sorunlarımızı, isteklerimizi ve eleştirilerimizi tabii ki ülkemizdeki ilgili parlamenter gruplara ve bakanlara ileteceğiz, çünkü onlar sonuçta bizim seçtiğimiz insanlar. İletişim kanalları açık olduğu ve demokrasi işlerliği sürdürüldüğü taktirde, uzlaşma, anlaşma ve karşılıklı saygıyla birçok sorunun üstesinden gelmek tabii ki mümkündür. Bir şeyin altını özellikle çizmek istiyorum. Türkiye’de halk, bazı konularda, politikacılardan daha önde olduğunu göstermiştir. AB konusu da bunlardan biridir. AB, Türk halkının bu tavrının değerini bilmelidir, Türk halkını kazanmalıdır. Avrupa’daki bazı muhafazakar unsurlara ise şunu söyleyebilirim. Bir yandan ekümenik ilişkilerden ve Hristiyan-Müslüman diyaloğundan bahsederken, diğer yandan Müslümanları din faktörünü öne sürerek dışlama eğilimini anlayamıyorum. Kiliselerde, üniversitelerde ve açık tartışmalarda sözü edilen diyaloğun uygulamada da görülmesi gerekir. Türkiye’nin bu diyaloğa hazır bir partner olduğuna, daha da demokratikleşme yolunda ciddi ve önemli adımlar attığına ve en önemlisi açıklanan reformların yerleşeceğine inanıyorum.”
Yorumlar kapatıldı.