Varlık Vergisi; ‘halkın, ırk, din, mezhep, farklılığı gözetilerek vergilendirilmesi’
5 Ağustos 1942 de zamanın Başbakanı Şükrü Saraçoğlu TBMM’ de şöyle konuşur. “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar, bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan Türkçü değil çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz ve her vakit bu istikamette çalışacağız.”
Saraçoğlu’nun bu konuşmasının ve hedeflediği “istikamet”in ne anlama geldiğini Türkiye Azınlıkları biliyorlardı. Devlet görevlerinden uzaklaştırıldıkları için biliyorlardı. Trakya olaylarından biliyorlardı. Ermeni’si, Rum’u, Yahudi’si, ‘Yirmi kura nafıa askerliği’ denilen babanın oğulla sözde askerlik yaptığı çalışma kamplarından yeni döndükleri için biliyorlardı…
Yukarıdaki konuşmadan, takriben üç ay sonra 12. Kasım. 1942 tarihinde, ise “bu istikametin” ne anlama geldiği bir kere daha öğrenildi. Hedefte yine Azınlıklar vardı. Adı, tarihe ve ansiklopedilere ‘Varlık Vergisi’ olarak geçiyordu.
Varlık Vergisi neydi?
Varlık Vergisi, ‘demokratik hukuk devleti’ tanımıyla örtüşmeyen, ‘antidemokratik vergi’ uygulamalarına örnek gösterilen ayıplı bir vergi uygulamaydı.
Yukarıdaki konuşma metninin ruhuna uygun olarak gerçekleştirilen Türkleştirme politikalarının bir halkasıydı. Piyasanın ve Türkiye’de yeni, yeni oluşmaya başlayan sanayiin, Azınlıklardan Türklere geçmesinin önünün açılmasıydı.
Bir ülke vatandaşlarının ırk, din, mezhep ve inanç farkı gözetilerek bölünüp, ayrı, ayrı oranlarda vergilendirilmesiydi. Vergi mükelleflerinin önce Müslim (M), Gayrimüslim (G), Dönme (D) ve Ecnebi (E) olarak şifrelenip, sınıflandırılması, sonra da Gayrimüslimlerin kendi aralarında Ermeni, Rum ve Yahudi olarak gruplandırılmasıydı. Daha sonra da, her şeylerini sattıkları halde vergisini ödeyemeyenlerden yalnız Gayrimüslimlerin çalışma kamplarına gönderilmesiydi.
Tarihsel her olaya, döneminin özellikleriyle bakmak gerekir. Azınlıklar, ulus devlet olma yolundaki bir ülkede ‘ötekiler’di. Ayrıca, 1940 lar ırkçılığın doruğa çıktığı ve Avrupa’dan itibaren etki alanını genişlettiği yıllardı.
Attilâ İlhan, o dönemi** şöyle tanımlar. “Kemal Paşa’nın ölümünden itibaren tutum değişmiş, İnönü diktası, seçkin aydınlarla, eşraf ve bürokrasi üçgenine dayanan, savaş vurguncularıyla el altından işbirliği yapan merkeziyetçi bir dikta olarak oluşmuştur”.
Attilâ İlhan, yönetimde egemen olan düşünce yapısını ise** şöyle anlatır. “Avrupa’da etkisini şiddetle artıran naziliğin ve faşistliğin, İnönü dönemi CHP’sini etkilediği, Saraçoğlu’ndan başlayarak da yüzeysel batıcı faşizan bir dikta uygulamasına geçildiği meydandadır”. (…) “‘Milliyetçilik’ bir ‘ırk’ sorunu değil, bir ‘yurt’ sorunudur” der,
Varlık Vergisi sonrası
Varlık Vergisi uygulaması, amacına ulaşmıştı. Hem, ekonomi el değiştirmiş hem de, Anadolu’dan sonra İstanbul’daki Gayrimüslimlerin de bu ülkeyle yaşam bağlarının gevşemesine, kopmasına dolaysıyla göçlere neden oluşturmuştu.
Varlık Vergisi’nden günümüze doğru baktığımız da, Türkiye’nin demokratik, ekonomik ve sosyal yönlerden karlı çıktığını söyleyebilir miyiz.? İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, savaş yorgunu Avrupa ülkeleri başta olmak üzere ekonomik büyümeye geçtiler. Komşumuz, Yunanistan’da bu grupta yerini aldı. Bunda, Türkiye’den giden Rumların payı yok mudur?.
1942’lerin, Dünya ve Türkiye şartlarında, yönetimlerin Gayrimüslimlere yönelik, ayrımcı politikaları, Varlık Vergisi uygulamasına neden olmuştu. Aradan bunca yıl geçti. 1942 den 2002 ye. Dünya ve Türkiye’de çok şey değişti. Demokratikleşme ve insan haklarında, azınlık haklarında. Türkiye’de ‘eşitlik ilkesiyle’ örtüştüremediğimiz uygulamalar ‘artık yok’ diyebilir miyiz? Alt kimlikleri ‘farklı’ vatandaşlarının ilgili komisyonun uygun bulduğu oranda, haklarla yetinmesi hangi ‘hukuk devleti’nde var?
**Hangi Atatürk-Bilgi Yayınları-kitabından
Yorumlar kapatıldı.