FETHİYE ÇETİN
TBMM’nin 03.08.2002’de kabul ettiği 4771 sayılı ‘Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’, yani ‘Uyum Yasaları’nın 4. maddesi ile cemaat vakıflarının mal edinmesine ilişkin bir düzenleme getirildi.
İki fıkradan oluşan bu yasanın uygulanmasını sağlamak üzere, ilgili bakanlık bir yönetmelik hazırlamış. İşte ne oluyorsa bundan sonra oluyor.
Gazete haberlerine göre, bu yönetmelik, Milli Güvenlik Kurulu’nun uyarısı üzerine, Başbakanlık’taki Azınlık Tali Komisyonu’nda yeniden ele alınmış, bu komisyon, ‘cemaat’ kavramının yeterince açık olmadığını belirlemiş ve bu ifadeyi değiştirmiş. Komisyon ayrıca, sadece bundan sonra edinilecek mallar için değil, geçmişte edinilmiş taşınmazların tescili için de Bakanlar Kurulu onayı istemiş.
Komisyon bütün bunların üstüne, -tuzu biberi olacak şekilde ‘mütekabiliyet ilkesi’ni yönetmeliğe yerleştirmiş. Şimdi bu haberler doğruysa, biz, bir hukuk devleti olduğumuz iddiasından artık vazgeçtiğimiz gibi kuvvetler ayrımı ilkesinin de gereksiz teorik bir ayrıntı olduğunu, okullarda çocuklarımıza öğretelim. Öğretelim ki, bizden sonraki kuşakların bizi ikiyüzlü olarak nitelendirmelerinden kurtulalım.
‘Cemaat’ tanımı
Bir kere, ‘cemaat vakıfları’ kavramı, yasal bir kavram ve 4771 sayılı kanundan yıllar önce kabul edilmiş olan 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nda yer alıyor. ‘Cemaat’ sözcüğünün içerdiği olumsuz çağrışımlara rağmen biz hukukçular, yasada zikredilen terim bu olduğundan, azınlıklara ait vakıflar için bu tabiri kullanmaktayız. Kabul tarihi 1935 olan bu Vakıflar Kanunu, tarihinden de anlaşılacağı üzere, bir ‘devrim kanunu’dur.
Ancak, görülüyor ki, ‘Tali Komisyon’ Cumhuriyet kadrolarının şu anki yasama organının bile ‘göremediği, tespit edemediği’ bir sakıncayı bugün kendisi görüyor(!), yasadaki terimin ‘sakıncalı’ olduğuna karar vererek bu terimi, yasanın uygulama şekil ve usullerini gösterecek olan bir yönetmelikte değiştiriveriyor. Tali Komisyon’un böyle bir yetkisi mi var? Varsa bu yetkiyi nereden alıyor?
Şimdi önemli bir kurala daha geliyoruz: “Yasaya aykırı yönetmelik olamaz”. Anayasa’nın 124. maddesinde öngörülen bu kurala göre, ‘kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla’ yönetmelikler çıkarılabilir.
Ana kurallar ve Lozan
Gerek 2762 sayılı Vakıflar Kanunu ve gerekse 4771 sayılı Kanun’da, söz konusu vakıflar için açıkça ‘cemaat vakıfları’ ya da ‘cemaate mahsus vakıflar’ terimi kullanıldığına ve bu yasa hükümleri yürürlükten kaldırılmadığına göre, bu kanunun uygulanmasını sağlamak üzere çıkarılan yönetmelik, kanuna uygun olmalıdır ve hiçbir şekilde aykırı olması düşünülemez.
Ana prensibi anımsatalım: “Hukuk devletini, polis devletinden ayıran başlıca özellik, devlet görevlerinin belli hukuk kuralları içinde yürütülmesidir. Hukuk devletinde, devlet yalnız hukuku koyan bir varlık değil, koyduğu hukuka da bağlı olan bir varlıktır.” (A. Şeref Gözübüyük, ‘Yönetim Hukuku’ kitabı)
Peki, Tali Komisyon, yıllardır kullanılan bu yasal terimi neden değiştirmiş?
Yine gazete haberlerinden öğrendiğimize göre, ‘Lozan Antlaşması, sadece Rum, Ermeni ve Musevi topluluklarını azınlık olarak tanıyormuş, Süryanileri, Keldanileri, Bulgarları vs. azınlık olarak tanımıyormuş ve bu nedenle, ‘cemaat vakfı’ terimi, azınlık sınırını genişletebilecek ve Türkiye’nin geleceğine yönelik bir tehdit oluşturabilecekmiş!’
Şimdi bu haber doğruysa, çok önemli bir yanlışı içinde barındırıyor. Bir kere, Lozan Antlaşması’nda, azınlıklar tek tek sayılmamış, azınlıklar için ‘Müslüman olmayan Türk uyrukları’ ifadesi kullanılmıştır.
‘Azınlık’tan anlaşılan
Siz, ‘Müslüman olmayan’ sözcüğünden ne anlıyorsunuz bilemem ama, ben hukuki bir metin olan Lozan Antlaşması’nın bu teriminden, Rumlar azınlıktır ama Süryaniler değil gibi bir anlam çıkaramıyorum.
Lozan Antlaşması’nın ‘Azınlıkların Korunması’ başlıklı kesimde (38-45. maddelerinde) gazete haberlerinde iddia edildiği gibi, örneğin Rum topluluğunun azınlık sayıldığına, ancak Süryani topluluğunun azınlık sayılmadığına ilişkin bir ifade yoktur. Lozan’daki anlamıyla, azınlıklar, Müslüman olmayan TC uyruklarıdır ve bu nedenle, azınlıkları, sadece Rum, Ermeni ve Musevi toplulukları ile sınırlamaya çalışmak en azından Lozan Antlaşması’nın bizzat kendisine, hukuki terimle söyleyecek olursak ruhuna ve lafzına aykırıdır. Oysa Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu antlaşmasıdır ve ne acayiptir ki, bu antlaşma, her fırsatta Lozan Antlaşması’nı militanca savunanlar tarafından ihlal edilmektedir.
Yine gazete haberlerine dönecek olursak, yasada bulunmamasına rağmen, mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesinin yönetmeliğe yerleştirildiğini öğreniyoruz. Bırakınız yasada olup olmamasını, burada bir başka hukuk kuralı daha ihlal ediliyor. Yabancılar hukukuna ait bir disiplin olan ‘mütekabiliyet ilkesi’ ya da bir başka deyişle ‘karşılıklılık ilkesi’ kendi vatandaşlarımıza uygulanıyor. Oysa, mütekabiliyet ilkesi vatandaşa uygulanamaz. Lozan Antlaşması’nın 45. maddesi de mütekabiliyet olarak değerlendirilemez. (Cemaat Vakıfları Bugünkü Sorunları ve Çözüm Önerileri, İst. Barosu Yayınları Sayfa 36-45)
4771 sayılı 03.08.2002 tarihli yasanın 4. maddesinin birinci fıkrasına göre ‘cemaat vakıfları, Bakanlar Kurulu izniyle, ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinebilirler ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunabilirler.’ Bu fıkraya göre, cemaat vakıfları, bundan böyle, yani yasanın yürürlüğe girdiği tarihten sonra, Bakanlar Kurulu izniyle taşınmaz mal edinebilirler.
Yasanın ikinci fıkrasında ise cemaat vakıflarının şu ana kadar, yani yasanın yürürlüğe girdiği 3 Ağustos 2002 tarihine kadar tasarrufları altında bulundurdukları taşınmazların altı ay içinde başvurulması halinde vakıf adına tescil edileceğini hükme bağlamıştır.
Bunun ‘asli organı’ nerede?
Görüldüğü gibi bu ikinci fıkrada, Bakanlar Kurulu izni aranmıyor. Basit ve kaba bir anlatımla söylersek, şöyle deniyor yasada cemaat vakıflarına: “Şu ana kadar edindiğin senindir, ancak bundan sonra edineceklerine ben ihtiyaç ölçütüne göre karar veririm.”
Yani, yasa koyucu, şu ana kadar edinilmiş ve tasarruf edilen taşınmazların yasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde başvurulması halinde, cemaat vakıfları adına tescil edileceğini kuşkuya yer bırakmayacak açıklıkta ifade etmiş. Yasa maddesi böyle. Ama eğer gazete haberleri doğruysa, Tali Komisyon, sadece bundan sonra edinilecek mallar için değil, geçmişte edinilmiş taşınmazların tescili için de Bakanlar Kurulu onayı istemiş! Yani yasaya tamamen aykırı bir şey istemiş…
Yasalar Tali Komisyonu bağlamıyor mu? Sahi, Başbakanlık’ta neden bir ‘Azınlık Tali Komisyonu’ var? Neden Tali Komisyon? Ortada bir tali komisyon var ise bunun bir de asli organının bulunması lazım.
Bu Tali Komisyon’un asli organı hangi organdır? Bu Tali Komisyon’un kuruluş yasası var mıdır? Varsa hangi yasadır? Bu komisyonun görevleri nelerdir? Bu görevler hangi yasayla belirlenmiştir? Başka tali komisyonlar da var mı? Sahi, niye tali’?
Fethiye Çetin: Avukat
Yorumlar kapatıldı.